Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Kasım '07

 
Kategori
Güncel
 

Atamın heykelleri

Atamın heykelleri
 

Eğer yaşasaydı ve şöyle bir yurt gezisine çıksaydı Mustafa Kemal...

Öyle düşündüm bir an...
Sağ olsaydı ve geziye çıksaydı.

Uğradığı şehirlerde gözüne ilk çarpacak olan çeşit çeşit, biçim biçim heykelleri, büstleri, resimleri olurdu sanıyorum.

Kiminde at üzerinde, kiminde eli çenesinde, kiminde de sadece başını kesip bir taş sütunun üzerine oturtuvermişler. Bazıları da maskını bir okul duvarının dökülmüş sıva ve boyalarının üzerine yapıştırıvermişler.

Heykellerin çoğu ya siyah renkli ve boyaları yer yer dökülmüş, ya lame, soba boyası gibi ya da kimin fantezisine cevap verecekse ışıldayan sarı...

Bu heykellerin hepsini kim yaptı nerede yaptı diye merak ederdi mutlak.

Bir zamanlar İstanbul Küçükyalı’da Ankara asfaltı kenarında devlete ait bir araziyi işgâl etmişti bir vatandaş.

Başlamıştı bu heykellerden yapmaya. Yolun tam gelip geçerken görülecek tarafına da kocaman bir heykelini koymuştu Atamın.

Öylesine görkemli bir heykel olmalı ki seçilip oraya konulan, bizim açıkgöz vatandaşa kimse bir şey demesin.

Akıl mı, kurnazlık mı, hırs mı ? Varın gerisini siz hesaplayın.

O küçük yer zaman içinde genişledi. Bahçe büstler, masklar, heykellerle doldu taştı.

Elbette bina da yapıldı. Gez dolaş bitmez... Tam bir Atatürk sergisi...

Zaman vatandaşın lehineydi. Gelenler oldu, satın alanlar oldu. Hiç kimse buranın hazine arazisi olduğunu düşünmedi, sormadı.

Vatandaşın yasal başvuruları yapıp yapmadığını bilemem, her halde yapmıştır.
Bildiğimse heykellerin zaman içinde değiştiği.

Artık usta mı değişti, yapan adam mı yaşlandı, yoksa o kahrolası ticari hırs ne verirsem gider mantığını mı coşturdu bilinmez.

Dedim ya..

Ata’mın yolu buraya düşseydi eğer, gezerken kendi de şaşardı ben nasıl bu kadar değişmişim diye...

Düşünürdü... neden beni bu şekilde istismar ediyorlar diye...

Ve eminim ki kendisine olan sevginin yüreklerde kalmasını, gönüllerde büyüyüp yeşermesini tercih ederdi.

Ama eğer yolu bir de Şemdinli’ye düşseydi... İşte o zaman kahrolurdu.

Neden mi ?

Nedeni size sunduğum resimde apaçık ortada değil mi ?

Ben susarım da... Bu resim konuşur yıllar boyu susmadan...

Oysa bu gün susmak istemedi gönlüm...

Konuşmak,
.....yüreğimdeki çığlığı kelimelere dönüştürmek,
.....ses vermek
.... ve sesimi duyan var mı?
.....diye bağırmak istedi içim..

Bu gün benim depremim var içimde...
Dilimde eğreti kalır kelimeler
Bu ne cürettir, ne cesarettir ki....
Bu ne kindir, öfkedir ki...
Atamın büstünü yakmaya eli varır.

Bu ne hırstır ki,
.....bir büstü yakarken, sanki tüm ülkeden öç alacak tavır içindedir.

Sen
gel , beni dinle de
........................gezme Atam. Kal ebedi istirahatgâhında...

Görüp de bizi...üzülme...

Zira o önemli günlerde huzuruna gelip, defterine abartılı sözler yazıp, başımız önde ama aklımız kim bilir nerelerdeyken, sahte saygılar göstereceğimiz kadar, ideallerine, hedeflerine, gösterdiğin çizgiye saygı gösterebilseydik, bu cüreti kendinde bulanlar olamazdı.

Seninle alâkası olmayan heykeller yapıp parayla sattığımız,

Saygı gösterme acziyetimizle yaktığımız,

Çağdaşlık söylemini tam anlamadığımız ,

AB kapılarında özellikle çağırılan olmayıp, şamar oğlanına döndüğümüz,

Kula kulluk edip, manevi değerleri alaşağı ettiğimiz,

Senin kurtardığın vatanı bölmeye çalışan terörist başını adam yerine koyup beslediğimiz,

Söylemlerinden ders almayıp “gaflet , dalalet ve hatta hıyanet” içinde olduğumuz,

Damarımızdaki kanın asilliğini halâ idrak edemediğimiz,

Ve seni anlamamakta ısrar ederek, gazel okuduğumuz için, Affet bizi ne olur...



Ç.Altınöz

Not: Bu yazı Şemdinli olaylarından sonra yazıldı. Ancak bugün paylaşmak kısmetmiş.

 
Toplam blog
: 79
: 1982
Kayıt tarihi
: 17.07.06
 
 

Salyangozları bilirsiniz... Onları görmeseniz bile geçtikleri yerde bıraktıkları izlerden anlarsı..