Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Aralık '10

 
Kategori
Güncel
 

Ateşli silahlar ve ateşli gençler

Ateşli silahlar ve ateşli gençler
 

Bir adet silah. Benim için hiç bir önemi yok. Bazıları içinse vazgeçilmez


Geçtiğimiz hafta CNN Türk'te Şirin Payzın'ın yönettiği ateşli silahlar yasası ile ilgili bir tartışma proğramı izledim. Tartışmanın ortasında, AKP Sıvas Milletvekili ve TBMM İçişleri Silah Alt Komisyonu Başkanı Selami Uzun stüdyoyu terk etti.

Gitmekte haklı mıydı derseniz hem haklı, hem de haksızdı. Haklıydı, çünkü pogramda tartışılacak konuyla doğrudan alâkası bulunmayan kimseler vardı. Bunlar, çocukları ateşli silahlarla öldürülmüş iki veli ve güzel konuşan, fakat elmalarla armutları birbirine karıştıran Genç-Sen üyesi Emre Öztürktü. Konuyla ilgisi olabilecek kişiler ise, AKP'li ve CHP'li iki vekille, Silah Üreticileri Satıcıları ve Sevenleri Derneği Başkanı Cuma İçten'di.

Tartışma sürerken, konunun amacından saptığını gören AKP milletvekili, böyle bir programa çocuklarını silahlar yüzünden kaybeden velileri çağırmanın isabetli olmadığını söyledi. Bu insanların olaya duygusal bakacaklarını ve tartışmadan makul bir sonuç çıkmayacağını ifade etti.

Vekil, belki bu kadarını kabul edecekti. Fakat Genç-Sen üyesi delikanlının aradaki yaş, bilgi ve tecrübe farkına saygı göstermeyen, sanki otobanda araba kullanıyormuş gibi ağzına geleni süratle söze döken fütursuz tavrı milletvekilini kızdırdı.

Öğrenci Emre Öztürk'ün söylediği lâflar arasında, "Teksas yasası'nın meşru ve gerekli olduğunu söyleyen iktidar, öğrenci eylemlerinde kullanılan bayrak sopalarını ve yürüme hakkını 'şiddet' olarak tanımlıyor!" cümlesi de vardı.

Dinleyenler ya da okuyanlar bunun güzel bir cümle olduğunu söyleyebilir. Ben de öyle düşünüyorum. Cümle güzeldi de yazık ki, kazın ayağı öyle değildi. Neden diyorsanız açıklayayım.

Birincisi, her ne kadar o akşam aynı ifade, CNN ekranınca da paylaşılıyor olsa da kanun tasarısının adı, "Teksas Yasası" değil, "ATEŞLİ SİLAHLAR VE BIÇAKLAR İLE DİĞER ALETLER HAKKINDA KANUN" du. İkincisi, devlet yönetiminde, bir şeyin meşruluğu ya da gayr-i meşruluğu yasalarla belirlenirdi. O yüzden yasalar meşruydu ve gerekliydi. Halbuki bayrak sopası, yürüyüş için gerekli bir malzeme değildi.

Üçüncüsü, komisyon hiç olmayan yeni bir tasarıyı görüşmüyordu, Zaten var ve yürürlükte olan, "silah yasası" üzerinde değişiklikler yapıyordu. Dördüncüsü, (AKP milletvekili öyle bir şey demedi ama dediğini farzedelim) bayrak sopasını ve yürüyüş hakkını şiddet olarak görmek, "ateşli silahlar yasasını" savunmaya mani olamazdı. Üstelik yasama, milletvekillerinin asli göreviydi. Eğer öğrenci arkadaş, burada bir tezat görüyorsa önce kendine bakmalıydı. Çünkü bu, kendisinin bayrak sopalarını ve kaldırım taşlarını söküp atmayı meşru görüp, silah yasasını gayri meşru görmesiyle aynı kapıya çıkıyordu.

Tabi öğrenci gencin söyledikleri bununla sınırlı değildi. O, uysa da uymasa da aklına gelen herşeyi bir bir sıralıyordu, yani düz bastı gidiyordu. Hatta Silah Satan ve Sevenler Derneği Başkanı'nı, "siz dersinize iyi çalışmışsınız" diye onore bile ediyordu! Evet kendine güven iyi bir şeydi de insana haddini aştırdığında son derece berbattı.

Bir çok yerde olduğu gibi burada da bazı kimselerin doğru/yanlış herşeye karşı çıkmasını şaşkınlıkla izledim. Anladığım kadarıyla tartışma, yenilenmeye çalışılan silâh yasasının üç maddesi üzerinde yoğunlaşıyordu.

Bunlar, 18 yaşındakilere ruhsat verilmesi, kişisel silah sahipliğinin 5 adetle sınırlandırılması ve sağlık raporuydu. Yasalar, 18 ine girenleri reşit sayıyorsa; bu kişilere evlenme, yöneticilerini seçme, memur ve sorumlu birey olma hakkı veriyorsa pekalâ silah kullanma ruhsatı da verebilirdi. Eski yasada silah sahibi olmanın hududu yoktu, yeni yasa bunu beş taneyle sınırlıyordu ama bundan haberi olmayan tartışmacılar bu durumu eleştiriyordu. Yani havanda su dövülüyordu.

Karşı çıkılan maddelerden biri de, kişinin ruhsal durumuna ilişkin muayenenin kaldırıldığı iddiasıydı. Eğer doğruysa bence de bir şahsa, (heyet raporu mecburiyetine katılmıyorum) psikolojik test yapılmadan silâh ruhsatı vermek kabul edilemezdi. Zira şüpheci, evham hastası veya sinirine hakim olamayan insanların silâh sahibi olması, ölüme ve şiddete davetiye çıkarmak demekti.

Doğrusu, acılı velilerle konudan bihaber bir öğrencinin katıldığı proğramda, silah yasasının detaylarını bilen bir milletvekilinin tartışmayı sürdürmesi oldukça zordu. Kendisinin, delikanlılık çağının zirvesindeki öğrenci tarafından polemik yağmuruna tutulması muhtemeldi hatta kaçınılmazdı. Sanıyorum o da bu berbat durumu yaşamaktansa, stüdyoyu terketmenin daha uygun olacağını düşündü ve yaptı. Vekile hak verdiğim kısmı anlattım.

Şimdi de haksız saydığım tarafını anlatmaya çalışayım. Birincisi, tartışmadan ayrılmakla, muhtemelen seyredenler tarafından yenilgiyi kabul etmiş sayıldı. İkincisi, gitmeseydi çocukları ateşli silahlarla öldürülen velilere bu yasanın gerekli olduğunu; serseri kurşunun, magandalığın, tetik çekmeyi erdem saymanın, erkekliği silâhla ispata kalkmanın kanunla alâkalı bir durum olmadığını, bunun geleneksel ve ruhsal bir hastalık olduğunu anlatabilirdi. Üçüncüsü delikanlıya, tartışma poğramlarının kendini gösterme veya rastgele sallama yeri değil, seçilen konu üzerinde değerlendirme yapma sahası olduğunu anlatabilirdi.

Doğrusu ben, herkesin fikrini açıkça söylemesinden yanayım. Fakat bunu yaparken, muhatabı düşman saymamanın zaruretine, sevgi kadar saygının da yaşatılması gerektiğine inanıyorum.

Resim: www.yeniresim.com_

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..