Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Eylül '10

 
Kategori
Edebiyat
 

Ayak bağı İstasyonu

Ayak bağı İstasyonu
 

durak


Sabri ne kadardır sıkıldığını unuttuğu gibi, ne için üzgün olduğunu da hatırlamak istemiyordu. Şu zihninde çalmaya başlayan şansondan beri hayatı karmakarışık oluvermişti. Pislikten rengi değişmiş çarşafına bakıp ''Yıkanması lazım bunun’’ dedi ve karşı koltuğa oturup ''Bugün çok halsizim, belki yarın yıkarım'' diyerek, bu sabah ki Seremoni'sini tamamlamış oldu.
İki odalı bu taş ev sizlere dışarıdan bakan biri olarak çok sempatik gelebilir. Hızlı ve konforlu araçlarınızla geçip giderken gördüğünüz fotoğrafı beğenmenize bir şey demiyorum. Size maziyi anımsatan bu Lojman'lar hiçbir şeyden habersiz sizlere hoş gözüküyordur eminim. A ne güzel sarıdır bu dediğinizi duyar gibiyim, bir de taş ev serin olur yazın dediğinizi de.
İnanın hayatların üstünden kaymak yalar gibi geçip gitmeyi ben de özledim. Böylesine bir çakılmışlığı hanginiz ister ki; topuklarınızda yara olmuş canlı kalıntıları ile geçen bir hayatı kim diler ki? Her attığınız adımın bir şeyleri tükettiğini bilerek yaşamak…
Her açtığınız sayfanın öldürdüğü kuşları düşünerek, her yediğiniz Ceylan'ın midenizden size bakan gözlerine hapsolarak yaşamak…
İnanın ben de özledim farkında olmamayı.
Bana verilecek parayı hak etmek için, bu köhne istasyonda ömür tüketiyorum. Müsebbibi de pek muhterem pederim Nevzat Bey'in ta kendisidir. Çocukluğunda güzel anılar yaşadığı kasabanın ilk Dekovil hatlarından birinde oluşu; çok istediği halde Makinist veya Kondüktör olamayışı yüzünden benim okuyup olmamı istediği şey, aslında kendi olamadığı şeydi. Tam onun istediğini beceremesem de, ne yapıp edip benim ömrümün buralarda geçmesini bana miras bırakmış olması onu her gün kötü de olsa yâd etmemi sağlıyordu. Okulu kazanamayacağımı anladığında en azından Revizör olabilmem için de uğraşmış ama bir şey fark etmemişti. Yine de bugünkü işime beni yerleştirmeden ölmemeyi başarmıştı. Ne Dramatiktir ki benim mutsuz olmamın sebebini halen Karasevda sanıyorken göçüverdi bu dünyadan. Yetmezmiş gibi de bir dünya borç bırakıp sanki işi bırakmamı engellemek istemişti. Ne yalan olsun eğer maaşımda haciz olmasaydı bunu düşünmüyor da değildim.
Aslında zihninizde şekillenmiş Banliyö romantizmini köreltmek gibi bir niyetim yok. Hani o ustanın dediği gibi Doğançay’ın çınarlarının serinlettiği yerlerden biri değil burası. Geçen sene kurtlandığı için kesilen son söğütten sonra dımdızlak kaldı nerdeyse. Paslı aletlerin yığılı durduğu ahşap depo korkutmasın sizi. Hortumla aldığım duşlar da inanın Nostaljik olsun diye değil, çöl sıcaklarından ve hurda vagonlara yerleşen hayvanları temizlerken üstüme yapışan pirelerden kurtulmak içindir.
Sizler trenleri hep giderken hayal edersiniz, resimlerini çizerken bacasından buhar tüttürürsünüz. Bazı yerlerini kara bazı yerlerini kırmızı düşlersiniz. Etrafta dağlar, ağaçlar, gülümseyen güneşiniz vardır.
Oysa ağır, yerinden oynamaz demir kütlelerdir vagonlar. Bağlantılarının sıkça kontrol edilmesi gereken, temizliği çok zahmetli yığınlardır. Hırsızı, evsizi, uğursuzu uzak tutmanız gereken bir emanettir bazı geceler. Uzun süren tamirler yüzünden Revizörler'in küfürlerine, yumruklarına maruz kalan Konvektörler baş belasıdır.
Gelelim şu Karasevda meselesine; ilk aşk benim gibi durağan adamlarda biraz geç kalabiliyor. Okul sıralarında rüyalara dalmayı aklıma dahi getiremediğimi, hatta o yaşlarda Aşk benzeri duygular yaşandığını, çok sonraları okuduğum kitaplardan öğrendiğimi itiraf etmeliyim.
Aşk, benim için bele kadar kıvrılarak inen siyah saçlar demekti o zamanlar. Sokak aralarında gizlice ve tesadüfen karşılaşmış gibi yapıp, hiç konuşamadan bakışarak geçmiş zamanların ta kendisiydi. Bir şeyler konuşmaktan çok, diyememekti Aşk. Seni seviyorum diyememenin hazzı bir başkadır. Çoğu zamanlar gözünün önünde yârinin yüzü ile uykudan uyanmaktı o zamanlar aşk. Şimdi o da beni düşünüp dönüyordur yatağında diye düşlemektir Aşk. Kavuşup sevişmekten çok, öpüşememektir aşk. Nefeslerin birbirine karıştığı bir mesafede durup da gözleri kapatmak ve dokunmamaktır. Aşk yaşayamamaktır. Aşk tükenmemektir.
Tabiidir ki Hacı Nevzat benim ne âlemde olduğumu bilmediğinden, durgun hallerimi bir karasevdaya bağlayarak kendince derin bir çözümleme yaptığını düşünüyordu. Bana söyleyemediklerini Rahmetli anacağımla iletmek bana yaptığı en büyük iyiliklerden biriydi. Zira Hacı'nın tüm öküzlükleri ancak anacığımın naif katkılarıyla kulağa hoş gelen bir hal alabiliyordu.
Kasabanın hemen dışında, ninemin tabiriyle Deli Dere'nin çatallaştığı yerdeki Mera'nın yanı başındaki at çiftliğinin sahibi Rıza Ağa’nın kızıydı Meryem. Daha küçük yaşlardan beri uzun saçlarıyla nam salmış bir ahuydu. İlk kez onu gördüğümde Mera'da at biniyordu. Henüz yaşını doldurmuş doru bir dişinin sırtında, her zıpladığında yürek hoplatan saçlarının savruluşuyla başladı Aşkım. Beni görmesin diye çıktığım dut ağacından düşüp ayağımı kırdığımda gördü beni ilk kez. Tanışmak için ne zavallı bir durum varın siz tahmin edin. Askerliğini yapıp gelmiş, işsiz bir Avare olduğumu öğrenmesi ise işin tuzu biberi oldu. Ben atın üstünde o yürüyerek Sağlık Ocağı'na gidişimiz utanç vericiydi. Kasabadaki gülüşmeleri hatırlamak bir korku filmi gibi beni gerer ve halen beynimin içini zonklatır durur. Ya sonra ne oldu diye düşünüyorsunuz değil mi?
Hacı onunla bir daha görüşmeyeceksin dedi, bir şikâyet daha duymak istemiyorum diye bağırarak tehditler savurdu. Siniri geçtikten sonra da, anamı gözü yaşlı olduğuna aldırmadan, beni ikna etmesi için bana yolladı
O gece ana oğul hiç konuşmadan ağlaştık. Her lafa girmek istediğinde hıçkırıkları daha da arttı anamın. Ben sessiz ağlayanlardanım, Şelale misali gözyaşlarımla kenetlenmiş ellerim çaresizlik memleketinin bayrağı gibi olurlar ağladığımda. Bir maral sürüsü dadanır kirpiklerime, rengârenk boyarlar çıplak vücudumu. Bilmediğim bir ninni kulaklarımdayken susarım Meryem’in sessizliğine. Yani o günden beri her ağladığımda Meryem gelir aklıma. Aşk biter göz ucumda. Bakakalırım. Ben her ağladığımda uzandığım yer anamın evindeki divan oluverir. Yastıkları Meryem’lerin meradan toplanıp kurutulmuş otlarla dolu o divan canlanıverir. Sarar sarmalar beni, sakinleşene kadar okşar saçımı, kimselerin duymadığı bir Türkü deyiverir, kimselerin görmediği bir anda alnımdan öpüverir anam. Ama yine diyemez, anlatamaz hiçbir şey, sadece susar. Gözleri kan çanağı yanı başımda susar…

Ağustos 2010


Nadir

 
Toplam blog
: 70
: 412
Kayıt tarihi
: 02.11.09
 
 

Gençliğime kadar İskenderun'daydım, sonra Yıldız Teknik'te İnşaat Mühendisliği okudum fakat o mesleğ..