Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Erdoğan Özgenç DOST MECLİSİ

http://blog.milliyet.com.tr/erdoganozgenc

01 Aralık '13

 
Kategori
Anılar
 

Aybaşı (Ayın onu maaşın sonu...)

AYBAŞI VE HAFTALIK…

Bugün ayın biri ve çok kişi için “aybaşı”  Aybaşı ayın ilk günü değil alınacak “paranın” ilk günü…

Çocukluğumuzda “haftalıklarımız” vardı, ben kaynakçıda çalışıyordum…

Haftalık almanın mutluluğunu ve gururunu anlatmam mümkün değil, kelimeler yetersiz kalacaktır.

Eminim çok kişi de benim gibi çocukluğunu çalışarak geçirmiştir

Ya kaynak elektrotlarının arkasında ya da çekiçlerin penselerin altında

Ve “haftalık” almıştır ustasından, ya da kalfasının elinden; kafasına bir şaplak çakılarak…

***

Düşünüyorum da o zamanlar “haftalığımı” alır almaz babama koşardım, o da bana değil oğlum;

“Anana ver” derdi.

Anneme vermek istemezdim çünkü ne zaman “haftalığımı” versem ağlardı…

Şimdi “aylık” alıyoruz “aybaşlarında…”

Ağlayan annem de yok  “aylığımı” vereceğim babam da…

Acaba diyorum her gece yatarken; onlara layık bir evlat olabildim mi?

Neredeyse yanlarına gideceğim “hala cevabını bulmuş değilim…”

Ne garip değil mi?

*** 

Haftalık dediğiniz nedir ki Antakyalıların dediği gibi “bir habbecik…”

Ama aylık öyle değil, sanki bitmeyecekmiş gibi geliyor insana, tabi borçlu harçlı değilseniz…

“Aylığını” alanlar ne yapıyor şimdiler de…

Önce varsa en yakın arkadaşlarına borcu “onu ödüyor” ödüyor ki bir daha ihtiyacı olduğunda alabilsin diye…

Malum delik büyük yama küçük olunca; zor…

Ben de öyle yapıyorum ama her seferinde kendi kendime; “yahu etin budun ne, bu kadar borç yapılır mı?

Diye soruyorum…

Ne var şu meret para; azıcık “cebimi” ısıtacak kalsa ama ne gezer “aybaşında” elimi cebime sokup çıkarmaktan usanırım. Ceplerim bu nedenle hep deliktir benim…

Bu gidişle son aldığım “Wrangler” marka kotumun da cebi delinecek, çünkü değişen hiçbir şey yok…

***

Hep derim ya bu ülkede dikili bir tek ağacım yok, diye işte ağaç olmayınca “aylığın” büyük bölümü “ev kirasına” gidiyor…

Sonra evde geciken onca fatura var, elektrik su cep telefonu Dıgıturk internet falan filan…

Biri zamanında ödense dişimi kıracağım…

Hiç Bankamatik önlerinde maaş kuyruğuna girdiniz mi; para çekecek elimiz paraya değecek ya bizden neşelisi hatta mutlusu yok…

Güler yüzle selamlamalar birbiriyle şakalaşmalar, laf çakmalar falan

Ve para çekilir cepten bir liste çıkarılır. Çıkarılır çıkarılmaz da kaşlar çatılır gülümsemeler kırışıklara karışır gider…

***

Para elinize değer değmez erimeye başlayınca “kıçınıza” baka baka eve doğru yola düşersiniz.

O sırada camilerden “ezan sesi” gelir, aklınızdan geçenleri kimse duymaz ama inanın ”ağız dolusu” sövülür…

Caddeden geçen araçların saygısızca çaldıkları kornalar tepenizi deler geçer adeta, arkanızdan gelenlerin ayak sesleri davul tokmağı etkisindedir beyninizde…

Ne karşıdan gelen dostlarınızı görürsünüz ne de selam verenlerin selamını duyarsınız…

Aslında bizlere bu hayatı reva bu işkenceleri haklı gerekçelerle sunanlara “sövmeliyiz” ama kendimizle kavga etmek daha kolay gelir nedense…

***

Böyle zamanlarda en son ya da geç gitmeyi yeğlerim bankamatiklere; çünkü böyle günlerde nedense benim şaka yapacağım tutar. İktidar yanlısı bir dostum var; “Şafak…”

Adı pırıl pırıl ama teni “kapkara” fırından çıkmış yanık “çörek” gibi…

“Söyle bakalım hangi elinle attın oyunu” al sana “demokrasi al sana refah al sana özgürlük” sakla yoksa şunları kıracağım o ellerini…”

“Hastir lan, senin Karaoğlan’ı da gördük,  yek ekmeğe muhtaç etti bizi…”

Baktım elleri titriyor gözleri dönüyor vın kaçıyorum büyük bir hızla oradan, tazı olsa yetişemez…

***

İki yüz elli metre ötede Türkiye’nin ilke ve tek “reklam” direği olan Ramazanoğlu Cami var, bir hayırsever onun önüne “şadırvan” yaptırmış oraya oturuyorum paramı çıkarıyorum bir kez daha sayıyorum, şu kadarı buraya bu kadarı oraya falan derken el elde baş başta kalıyorum…

Yan tarafımda oturan bir emekli daha var o da sigarasından bir nefes çekiyor dumanını yüzüme doğru üfürmüyor mu, al başına belayı diyorum…

Adana ağzıyla “Çakacam bir tane görecek ebesinin…” diye geçiriyorum aklımdan ama elimde para var; ya başına bir şey gelirse…

Daha ablamdan aldığım borcu veremediğim aklıma geliyor, susuyorum…

Bu ay ablam “günlerden” topladığı parayı yolladı bana, o güne gitmiş para bende; nasıl iş bu?

***

Ve canım bir şeyler yemek istiyor; az ileri de  “börekçi” var nasıl kokuyor burnuma anlatamam.

Börek kokar mı demeyin kokuyor işte…

Şöyle az soğanlı kıymalı bir börek ayranla nasıl gider…

İyi gider de lanet olsun…

Börekçinin önünden geçip karşı caddedeki süpermarkete geçiyorum hanım çok lazımmış gibi “köftelik et” istiyor, Cebimde para var ya sanıyorum ki herkes bana bakıyor.

Benim canım ablam kuru fasulyenin belini kıran Mine Sultan olsaydı “K…mın kenarı tuzlayım da kokma” derdi…

O ne kardeşim ne yapıyorsunuz diye çıkışıyorum et reyonundaki Ali’ye; bir iki parça et dünyanın parası; içine altın mı gömdünüz acaba?

Ali ne yapsın cevap vermiyor ya da gerek duymuyor…

Daha tezgahın başında başlıyorum hanıma sövmeye; “hay senin köftene de etinin de….”

Neyine senin et ananın evinde mi gördün; al şuradan iki kilo domates bir kilo da salatalık, hem ucuz hem mevsiminde mis gibi…

***  

Market değil “para tuzağı” bir elinde liste bir elinde bir tutam para…

Tam çıkarken aklıma “yarın pazartesi” ne var, yani hangi şans oyunu; On numara…

Oyna oğlum ya çıkarsa “ilaç gibi” gelir ne borç kalır ne harç diyorum, kasanın arkasındaki tombul kızcağız sanki bizden aileden biri gibi oldu her pazartesi…

Hoş geldiniz makine mi siz mi? Makine ve tam kolon olsun,  bak, bak bak, tam kolon ha!

Ve çıkıyorum cep telefonum çalıyor açıyorum “can dostum” yazılacak en güzel “reçete” ilaç gibi geliyor.

Aklımdan geçenleri ve özlemlerimi anlatıyorum “gülüşüyoruz…”

***

Ve cebinde bir şans oyunu kolonu; biraz da “aylıktan” kalan para var ya, gidene kadar sanki dünyanın en zengini en mutlusu sizmişsiniz gibi eve varana kadar pazartesi çekilişte çıkacak ikramiyeyi nereye harcayacağınızı düşünürsünüz…

Sizleri bilemem ama ben hep böyle oluyorum…

Az evvel markette oynarken sıra bekleyen bir çocuk geçiyor yanımdan, bakıyorum yüzüne onun da yüzü gülüyor;  herhalde o da tutturursa alacağı ikramiye ile sevgilisini nereye götüreceğini ne alacağını düşünüyordur…

***  

Zaman su gibi geçiyor, kim bilir kaç kez “aybaşı” geldi kaç kez maaş aldım

Kaç kere sövdüm hatırlamıyorum bile…

Ve har zaman ki gibi sonuç hiç değişmiyor; “Ayın onu maaşın sonu…”

Paralıymış gibi hareket et, mutluymuş gibi davran hiç borcun yokmuş gibi kahkaha at…

Kafayı yemiş demeyecekseniz söyleyeceğim dostlar;

Galiba ben “Aybaşını” seviyorum…

***

Bu okuduğunuz benim basımı bir türlü bitmeyen “Çukurova Treni” isimli kitabımdan bir bölümdür…

Ve gördüğünüz gibi “hayatın” tam göbeğinden, üstelik kısacık ve gerçek bir öyküdür, biraz 28 no’lu kompartımandaki kahramandan biraz da kendimden kattım…

Umarım beğenirsiniz!

Zevkli bir “Pazar akşamı” diliyorum…

Erdoğan ÖZGENÇ

 
Toplam blog
: 846
: 425
Kayıt tarihi
: 26.06.12
 
 

Emekli banka müdürüyüm ama kart vizitimde "insan" yazıyor. Adana'da ikamet ediyorum. Herk..