Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Nisan '12

 
Kategori
Öykü
 

Ayrılık

Ayrılık
 

Ayrılışının üzerinden o kadar uzun zaman geçse de tüm birliktelikler sanki daha dün yaşanmış gibi onun ellerini hiç bırakmayacakmışcasına sımsıkı tutarak mutlu bir geleceğin hayalini kurarken hatırlıyor kendisini. Kulağına onu asla bırakmayacağını fısıldadığında, içinde fırtınaların koptuğunu anımsıyor. Hiç kimsenin yanında onunla olduğu gibi aynı zamanda huzurlu ve sakin, tıpkı yaşlı bir insan gibi, ve aynı zamanda neşeli ve çoşkulu, tıpkı küçük bir çocuk gibi, olmadığı aklına geliyor. 

Daha dünmüş gibi bugün de onu yeniden görebilecekmiş gibi geliyor. Telefon ahizesini eline alıyor, numarasını ezberden çeviriyor, birinci, ikinci, derken, beşinci çağrı tonundan sonra kayıt makinasının mekanik sesleri duyuluyor ve "Şu an evde değilim, lütfen mesajınızı bırakın. Size en kısa zamanda döneceğim." diyor ona. Telefonu hemen kapatıyor, birazcık söylediklerinin kayıt altına alınmasından korktuğundan, birazcık da ses kayıt cihazlarının onun hissettiklerini tümüyle aktaramayacağını bildiğinden dolayı.
 
Oturma odasının tüm duvarlarına asılmış çerçevelerde, kütüphanede kitapların önünde ve sehpanın üzerinde bulunan, değişik zamanlarda değişik yerlede çekilmiş, kimi renkli kimi siyah beyaz fotoğraflar ona onu iyice hatırlatırken evinde oturmak daha da daraltıyor içini. Paltosunu alıp dışarı atıyor kendisini.
 
Sokaklarda yağmur altında yol alıyor, korunaksız, hedefsiz. Bir kafenin önünden geçerken onu görüyor içeride, üzerinde kendisinin en çok beğendiği bordo kazağı, elinde kahve fincanı, önünde kitabı, bir masanın başında otururken. Kafenin önünde onu seyrediyor, yağmur şiddetini arttırırken. İçeriden ona bakan müşterilerin bakışlarından rahatsız oluyor birden ve hemen ayrılıyor oradan. Yoluna dar sokak kaldırımlarının üzerinde devam ediyor. Bu sefer, bir kitapçıda, raflardaki kitaplara bakarken onu görüyor, simsiyah saçları açık, biraz ıslak. İçeri giriyor bu sefer, kitaplardan insanlardan çekindiği kadar çekinmediğinden belki de. Yanından geçerken kokusunu içine çekiyor. Onu rahatlıkla seyredebileceği bir kitap rafı seçiyor, "16. Yüzyıl Edebiyatı". Gözleri onda, elleri kitaplar üzerinde dolaşırken yanından geçen birisinin varlığıyla irkilerek hemen elinin altında bulunan kitabı rafdan alıyor ve karıştırmaya başlıyor, dikkatsizce. Sayfaların birinde aşağıdaki şiirle karşılaşıyor. Dörtlüklerin ahenginden olsa gerek, okumaya başlıyor.
 
Seni uzaktan bir anlık görüşüm,
Yeterdi, günlerce sensiz yaşamama;
Bana bakıp bir anlık gülümseyişin,
Yeterdi, sensiz geçen aylara.
 
Ne ekmeğe, ne suya,
Ne güneşe, ne de aya;
İhtiyaç duyardım ölesiye,
Varlığın yeterdi beni canlı tutmaya.
 
Bu yolculuğa çıktığından beri,
Umutlar içinde bekliyorum dönüşünü;
Denizcilerden alıyorum haberlerini,
Yakındadır, uzun sürmez diyorlar dönüşü.
 
Artık mektupların yerini tutuyor;
Her başlangıcında heyecanlanıyor,
Tüm cümlelerinde seninle konuşuyor,
Her şiirinde aşkımı yeniden buluyorum.
 
Her vedanda içim burkulsa,
Gözlerim yaşlarla dolsa bile,
Her gece onlara sarılarak uyuyorum;
Rüyalarımda beni sana götürürler diye.
 
Uzunca bir süre güneşe baktıktan sonra gözlerini karanlığa çeviren birisinin kısa bir süre daha etrafı aydınlık içinde görmesi gibi gözlerini kitaptan çevirdiğinde etrafındaki parlaklık devam ediyor. Gözleri artık loş ışıklarla aydınlatılmış ortama alıştığında onun daha önce gördüğü yerde olmadığını farkediyor. Elindeki kitabı, kapağına bakıp adını öğrendikten sonra, "Yalnızlığın Ayrı Bir Tadı Var", rafta aldığı yere koyup kitapçının içinde onu arıyor. Bulamayınca, kitapçıdan dışarı çıkıyor, etrafına bakınıyor ve bomboş bir sokak ile karşılaşıyor. Sola gitmeyi tercih ediyor, nedenini kendisi de pek bilmiyor. Yağmur yağmıyor artık, sadece ağaçların yapraklarında kalan su damlacıkları rüzgar estikçe yere düşüyorlar. Bu sefer yollar onu nehir kenarına inecek sokaklardan birine götürüyor, aşağı inmeyi tercih ediyor, dönüşte uzun bir yokuşu çıkacak olacağını bilmesine rağmen.
 
Nehir kıyısına vardığında bankların birinde oturmuş onu görüyor, üzerinde koyu yeşil paltosu, yanında çantası, gözleri nehrin karşı kıyısına dalmış. Önünden geçiyor, bir sonraki banka oturuyor, yüzü ona doğru çevrili. O anki düşüncelerini okumaya çalışıyor, fakat beceremiyor. Nehirden geçen yelkenli tekneleri seyrediyorlar beraber. Aklına Venedik'te geçirdikleri tatilde yaptıkları gondol gezisi geliyor, günün son ışıklarında nehrin durgun sularında yapılan küçük gezintiyi. Kollarının arasında onu sımsıkı sararken söylediği şiirler geliyor aklına, ondan esinlenerek yazdığı. Hayallerinin içinden kendisini dünyaya tekrar döndüren kilisenin akşam ayinini haber veren çan sesleri oluyor. Bakışlarını yan taraftaki banka çevirdiğinde onu orada göremiyor. Oturduğu yerden kalkıyor, batmakta olan güneş koyu gri bulutlar arasından kendisini nazlıca gösterirken nehir kıyısında yürüyüşe başlıyor, attığı her adımda onu düşünüyor.
 
Bir an, yanından bisikletiyle hızlıca geçen onu görüyor ve bir anda gözleri önünden kayboluyor. Arkasından ne koşabiliyor, ne seslenebiliyor, sadece bakakalıyor. O an eve geri dönüş zamanının geldiğini anlıyor, tüm bu düşüncelerin onu oldukça yorduğunu hissederek. Sarı renkli yokuştaki merdivenleri ağır ağır tırmanıyor, dar sokaklardan geniş caddelere geçiyor. Evine doğru yol alırken, uzaktan onu görüyor, simsiyah saçları açık, ama hala ıslak, üzerinde koyu yeşil paltosu, içinde bordo kazağı, bir elinde çantası onu bekliyormuşcasına.
 
Yanına yaklaşıyor, ellerinden tutuyor, yüzüne bakıp, sımsıkı kucaklıyor onu, "Lütfen, beni burada yalnız bırakma." diye kulağına fısıldayarak.
 
 
Toplam blog
: 9
: 106
Kayıt tarihi
: 05.04.12
 
 

Bir sonbahar günü İstanbul'da dünyaya gelen Teoman Aktürk, doktorasını İTÜ'de tamamladıktan sonra..