Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Nisan '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ayşe hanım'ın ölümü

Alt kat merdivenlerden yukarı kata tırmanmakta olan adam sanki sessiz olmaya pek özen göstermiyordu. Pervasızca atılan adımlar, ahşap basamaklarda gıcırdıyor, soğuk kış gecesinde pencereye savrulan tipi ve rüzgâr uğultusuna karışarak dededen kalma bu eski konağın loş duvarlarında yankılanıyordu. Ayşe Hanım, kendisine git gide yaklaşan seslerden dehşete kapılmıştı. Küf kokan rutubetli yorganın altında iyice büzülmüş, az sonra ensesinde duyacağı o sese nasıl bir tepki vereceğini düşünüyordu. Yılların yorgunluğunu taşıyan zavallı kalbi, yaşına inat olanca hızıyla çarpıyor, yüreğinin gümbürtüsü bilincini bulandırıyordu. Rahat bir nefes alabilmek için başını dışarı çıkardı. Hala kapalı olan gözlerini yavaşça aralayarak odaya bir göz attı. Şöminedeki ateş artık sönmeye yüz tutmuş fakat küçük şuleler halinde titreşen bir kaç küçük alev, bakırımsı izlerin belirip kaybolmasına neden oluyordu.

Raflarında üç beş kitap, bir kaç küçük biblonun bulunduğu etajer, odanın karanlık köşesinde her zamanki yerinde duruyordu. Şuuru açılan Ayşe Hanım boncuk, boncuk terleyen alnını bir zamanlar itina ile kenarlarına oya yaptığı mendiliyle sildi. Yatağında hafifçe doğruldu. Her zamanki kâbuslarından birini görmek üzereyken uyanmıştı. Çoğu kez histeri krizi gibi nöbetler halinde nükseden bu marazi durum, ruh halini iyice yıpratmıştı. Derinden bir ah! Çekti. Zinde dipdiri olan şu vücut, o ihtişamlı günlerinde ne kadar gurur vericiydi. Hâlbuki şimdi maziye ait hatıratın ağırlığı altında çöken maneviyatı gibi bir enkaza dönüşmüştü. Uzanarak şalı sırtına aldı. Pencere önündeki koltuğuna doğru ilerledi. Oturduğu yerden dışarısını görebiliyordu artık. Feri gitmiş gözlerini sabit bir noktaya kilitlemişti. Yine de zifiri karanlıktan cama düşen kar tanelerini seçebiliyordu. Ağırlaşan göz kapakları sonunda iradesini teslim aldı. Bütün bir canlılığın sükûnet bulduğu uyku, karşı konulmaz cazibesiyle benliğinin en mahrem köşesine kadar sinmişti.

Kesif gri duman kümeleri uçuşarak savruldu. Ardından koyu peleriniyle az önce basamakları tırmanmakta olan adam belirdi. Ayşe Hanım'ın bulunduğu küçücük odanın kapısından süzülerek içeri gidi. Şöminenin titrek ışığında duvara vuran gölgesi, bazen büyüyor bazen küçülerek garip şekiller oluşturuyordu. Kendisine bu ucubeyi yaklaştıran her adımında, sanki aralarında gizli bir bağ varmışçasına Ayşe Hanım derin uykusundan sıyrılıyor, kalbi delicesine atıyordu. Sonunda korkulan oldu. Gözlerini açtığında vücudu dehşetle sarsıldı. Korku bürüyen bakışları dondu. Az önce sızıp kaldığı maun koltuk geriye doğru yıkılmış, Ayşe Hanım'ın cansız bedeni zemin üzerine savrulmuştu. Tahmin edileceği gibi yaşlı kadının gördüğü kâbus kalp krizi geçirerek ölümüne neden olmuştu.

Ben diye tanımlıyordu onu. Altılı yedili yaşlarda şakımasıyla çevresine neşe veren bülbül gibi cıvıl cıvıldı o ben. Yetmişinde artık canlılığını yitirse de yine de derinlerde bir yerde vardı o çocuksuluk. Yılların bir çığ gibi katlanarak akması ya da çoktandır kırlaşmış olan saçlar yıpratamamıştı o beni. Özenle besleyip büyütmüş, tapılası kutsal bir varlığa dönüştürmüştü. İşte bu ben zamanın acımasız çarkına dayanamayıp çöken Babil Kuleleri gibi hayatla ölüm arasındaki o ince çizgide çok dar bir cendereden geçmişti. Benliği vücudundan sökülerek alınmış, zamanın anlamını yitirdiği ötelere doğru fırlatılarak atılmıştı. Yaşadığı bu sancılı süreçten sonra o ben artık maddi unsurlarından tamamen arınmış, üzerindeki sürücüyü atan vahşi bir atın özgürlüğe doludizgin koşması gibi hızla yeryüzünden yükselmeye başlamıştı. Her bir aşamada o ben artık ben olmaktan uzaklaşıyor, bütünü oluşturan bağlar çözülüyordu. Gevşeyen yapı, yükselişin tesiriyle geriye doğru sarkıyor, küçüle küçüle sonunda kuyruksu bir iz bırakıyordu. Bilinç, işte tüm bu dağılmaya yüz tutmuş yapı içinde çözülerek yeniden şekillenmeye başlamıştı. Bir biçimde var olduğunu biliyordu ama durumuna doğrusu açıklamada getiremiyordu. Üstelik her nasılsa artık dört bir yönü de algılayabiliyordu. Şu uçsuz bucaksız evren sır olmaktan çıkmış en ücra köşelerine kadar nüfuz edilebilen tanıdık bir mekân olmuştu.

Hani bir zamanlar çocukça oyunlar oynar, bahçelerindeki küçük havuzda kırmızı balıkları yakalamaya çalışırdı. Gece karanlığında da suya akseden dolunayı defalarca avuçlar bir türlü yakalayamazdı. Yine aynı duyguyla rengârenk, ışıl ışıl parıldayan topaçları avuçlamak istiyor ama sanki müşfik bir el tarafından durdurulmaktan korkuyordu. Aslında bu yüceler yücesi iradeye sınırsız bir saygı duyması gerektiğini hissediyordu. Gecikmişte olsa gördükleri karşısında bu hisse kapılmıştı. Utanıyordu kendisinden. Benliğinin granit gibi sert yontulmaz yüzü, yumuşaklık ve uysallıkla örülmüş bu gök kubbeye ne kadar da aykırı düşüyordu.

Ayşe Hanım'ın ruhu evrenin sınırsız gibi görünen derinliği içinde yolculuğuna devam ederken kimselerle paylaşamayacağı daha bir nice harikulade izlenimler ediniyordu. Hâlbuki ölümün bir son olduğuna inanmıştı. Acı, tatlı, yaşama dair her şeyin ölümle birlikte sona ereceğini düşünmüştü ama şimdi önünde bir sonsuzluk uzanıyor ve kendisi de bu yolun yolcusuydu.

Geçte olsa bu tuhaf durumuna uygun bir tanım bulmuştu Ayşe Hanım; ölmüştü. Doğumu nasıl kendi iradesinin dışında gerçekleşmişse ölümü de bir oldubittiye gelmiş, hazırlıksız yakalamıştı kendisini. İşin doğrusu o, sonunu bir başka türlü kurgulamıştı hep. Kızları, oğulları ve torunlarının çevreledikleri sevgi fanusunun ortasında, yatmakta olduğu yatağında, kelimelerin tükendiği o çok özel anda, son bir gayretle bakışlarını sevdikleri üzerinde gezdirdikten sonra ruhunu teslim edeceğini ve varlık sebebi olduğu bu insanların hıçkırıklar içinde cansız bedenine abanarak ağlayacaklarını hayal etmişti.( Devam edecek…)

 
Toplam blog
: 177
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.03.07
 
 

1965 Almanya doğumluyum. Atatürk üniversitesi İlahiyat fakültesi mezunu olup, öğretmen olarak çalışm..