Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Temmuz '11

 
Kategori
Magazin
 

Ayşe Özyılmazer’in evlilik sendromu

Ben son günlerde dilimize doladığımız Ayşe Özyılmazel ile Ali Taran’ın evliliğine farklı bir gözle bakmak istiyorum. Ali Taran’ın eski eşinin kanser oluşundan ve tedavi masrafları ödensin diye boşanmayı kabul edişinden hiç bahsetmeyeceğim. Ne Ali Taran’dan yanayım, ne de karşıtım. Bu birlikteliğin reklam aşkı mı yoksa gerçek aşk mı olduğunu da tartışmayacağım. 

Ben asıl Ayşe Ö. ve onun evlilik sendromu üzerinde durmak istiyorum. Evlilik sendromu genelde evlilikten korkanlar için kullanılır. Ben ise bu kelimenin anlamını eğip büküp, ‘ille de evlenmeye çalışan, evlenme hastası’ anlamında kullanacağım. Ayşe, otuzlu yaşlarında bekar bir genç kız. Normalde insan onun yaşıtı, genç, hiç evlenmemiş biriyle (mesela Kıvanç Tatlıtuğ, Kenan İmirzalıoğlu, Beyaz vs.) evlenmesini bekliyor. O ise, hayatının en önemli olayını 59 yaşında evlenip olaylı şekilde boşanmış biriyle yaşıyor. Neden acaba? Bu kadar popüler, genç ve güzel biri neden Ali Taran’ı tercih ediyor? Ali Taran’ın kişisel özelliklerini sayarak bu soruya cevap verebilirsiniz. Ama bana göre, babası Neco’nun annesinden ayrılıp genç biriyle evlenmesi Ayşe’de travma yaratmış. Ayşe, yaşlı erkeklerde baba şefkati arıyor. Örnek Haşmet Babaoğlu, Okan Bayülgen ve en son Ali Taran. Ayşe’nin hayatında hep yaşlı erkekler var. Nikah şahidi de su testisi su yolunda kırılanları hemen keşfeden ‘Hıncalım’. Belki bütün eleştirilere rağmen Ali Taran’la evlenerek kendi mantığında babasını geri alıyor. Babası, benzer bir durumu zaten yaşadığı için kızına diyecek sözü yok. Ama anne de nasılsa bu evliliğe razı. Hatta Ali Taran’ın Hülya Avşar’la dedikodusu çıkmışken, Ayşe’nin Hülya’yla arası, Hülya’nın Ayşe’nin ‘lezbiyen’ olduğu yönündeki iması yüzünden bozukken, 1 ay dolmadan evlenmeleri reklam kokusu yayıyor. 

Aslında Ayşe, hiç öyle kendini erkeklerin peşinden koştuğu, çok şanslı bir kız olarak görmüyor. Bunu anlamak için onun 26 Haziran 2011’de Sabah’ın Günaydın ekinde yer alan ‘Sezon Finali’ yazısını da okuyabilirsiniz. İşte o yazıdan alıntıladığım bir parça: 

"31 yaşındayım bir kerecik sezon finali görmedim. Hele mutlu son kıvamındakini hiiiiç görmedim. Bu acayip hallerdeki dizi karakterleri bile iki soluklanıyor be. Bana gelsen soluk moluk yok. Hep tıknefes anasını satayım. Hep direklerden dönmeler. Hep yanıp yanıp kafamdan aşağı koca kova dolusu buzlu su yemeler. Hep ağzımın beş karış açık kalması. Böyle ensemde bitmek bilmeyen Ezel soluğu tadında soluklar." 

Belki Ayşe, bilinçaltında babasının evi terk etmesinde kendisini suçlu buluyor. Bu yüzden, hep yaşlı erkeklerle beraber olarak suçluluk duygusunu ve baba özlemini gidermeye çalışıyor. Ali Taran’ın durumuna gelince, her zaman olduğu gibi erkek medeni durumu, dış görünüşü, yaşı ve hatta mesleği ne olursa olsun, hep rağbet görüyor. 59 yaşında hasta karısı olan Ali Taran’ın da bulunmaz Bursa kumaşı muamelesi görmesi de bu yüzden. Diyeceksiniz ki, Ali Taran’ın dehası, kişisel özellikleri vs. var. O yaşta, o kariyerde ve o derece ünlü olan hangi kadın bu kadar rağbet görüyor Allahaşkına?!! 

Yine doğanın erkeklerin lehine çalışmasına isyan ediyorum. Bizler “Aman biyolojik saat çalışıyor. Menopoz gelmeden evlenelim ve çocuk sahibi olalım” diye yanarken, erkek sağlıklıysa 100 yaşına kadar baba olabiliyor ve kadınlara çekici gelebiliyor. Erkeklerin kıymetinin kadın sayısının fazla olmasıyla da alakası yok. Türkiye’de kadın-erkek oranı birbirine yakın. İşin özü, erkeğin cinsiyetinde ve yetiştirilme tarzında yatıyor. Erkek tüketici, kadın ise maalesef ‘kullan at’ muamelesi görüyor. Kırkından sonra kadına işe yaramaz gözüyle bakılıyor. Rafet El Roman da kadını yaşlı hayal edemediğini, kadın deyince aklına hep genç ve güzel biri geldiğini söylüyor. Peki erkek deyince aklımıza ne gelmeli ve yaşlanan erkekleri ne yapmalı? “Erkekler aldatmasın diye eşleri ne yapmalı?” içeriğinde çok bilimsel yazı, psikolog, danışman tavsiyesi gördüm de, “erkek kadını nasıl elinde tutmalı?” diye bir yazıya rastlayamadım. Bu durum nasıl düzelir, hiç fikrim yok. Belki de böyle gelmiş, böyle gider. 

Not: Bugün (Bana Müsaade, 5 Temmuz 2011) Ayşe’nin sitem ve üzüntü dolu yazısını okudum. İlkönce benim baba özlemiyle ve evlilik sendromuyla ilgili düşüncelerimi doğrulamış, şöyle yazmış: 

Beni sevsinler, çok sevsinler istedim. Dünyasının merkezi olmak istedim. Çocukluk travması deyin, ne derseniz deyin. Zaten tutamıyorum ben o demeleri... Bizim babamız pek evde olmazdı... 40 gün turnelere gider, dönmezdi. Atletine sarılıp koklaya koklaya uyurdum. Ağlar dururdum, "Babamı bana verin" diye... 

Ayşe yazısında, kendisini eleştiren hatta nerdeyse “kanser olsun” diye beddua edenlere sitemkar cevap veriyor. Hayatta pek mutlu olmadığını, mutluluğu bulduğundaysa, yerden yere vurulduğunu belirtiyor. Aşk, aslında denk olanların değil, denk olmayanların birlikteliğidir. İki kişi birbirini sever ama millet onları bir türlü yakıştıramaz. Kız çirkin, erkek yakışıklıdır ya da kız dünya güzeli erkek çirkin. Ya aralarında büyük yaş farkı vardır, ya biri zengin diğeri fakirdir, ya biri okumuş diğeri cahil vs. vs. Onlar aralarındaki ortak noktayı ve büyülü çekimi bulmuşlardır ama toplumun gözü bunları görmez. Zaten elin ağzı torba değildir ki, büzesin. Gerçek aşkı yaşamak istiyorsa insan, “elalem ne der?” diye düşünmeden tercihini yapmalı, doğru adamı ya da kadını bulunca bırakmamalı. Sevgilinizi ya da eşinizi topluma beğendirmeye kalkışırsanız ömürboyu aşksız kalır, kuru mantık evliliğiyle yetinmek zorunda kalırsınız. 

Ayşe ve Ali’ninki reklam evliliği değilse, zaten zaman gösterecek. Üzülmelerine gerek yok. Birkaç gün konuşulur unutulur. Pınar Altuğ- Yağmur Atacan evliliği de çok konuşulmuştu ve eleştirilmişti. Pınar kah ‘devrimci’ kah ‘sübyancı’ olarak anılmıştı. Ama onlar, sabrettiler, yılmadılar, evliliklerini sürdürdüler. İnsanlar baktı ki, evlilik düzgün gidiyor, çocuk da var, çenelerini kapattılar. Bundan sonra Ayşe’yle Ali’nin yapacağı şey, eleştirilere kulaklarını tıkamak ve evliliklerini fedakarlıklarla sürdürmek. O zaman kimsenin diyeceği bir şey kalmaz. Ayrıca Ayşe, sendrom yaşamak ya da travma geçirmek o kadar kötü bir şey değil. Çoğumuzda çocukluktan kalan bir travma, kompleks ya da eksiklik vardır. Hepimiz o kadar şanslı değiliz. Ayrıca şanslı olmak, anne-babanın ünlü ve zengin olmasına da bağlı değildir. Önemli olan bunların farkında olup, olumlu bir şekilde sorunları çözümlemeye çalışmaktır. 

 
Toplam blog
: 111
: 670
Kayıt tarihi
: 01.02.11
 
 

ODTÜ Eğitim Fakültesi İngilizce Öğretmenliği mezunuyum. İlgi alanlarım edebiyat, sinema, tiyatro, TV..