Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Haziran '15

 
Kategori
Sinema
 

Babam ve Oğlum

Babam ve Oğlum
 

babam ve oğlum filmi


"Benimde sana diyemediğim şeyler vaa, ben gonuşmayı bilemem. Sen benim oğlumsun, canımdan öte cansın. Bu gader diycem, gerisini sen anlayıveee gari"
 
"ona bir oda ver baba, gidecek bir yeri yok. Ona bir oda ver baba istediğinde çıkıp, geri dönebilsin"
 
Duygusallık kör bir kuyudur. Suyunu karıştırdıkça bataklaşan bir özelliğe sahiptir. Duygular koşullarla renk ve şekil değiştirdikçe insanın meçhul, gizemli yönlerinin artmasına neden olmaktadır. Dolaysıyla duygusallık insanı aldatmaya, yanlış adreslere sürüklemeye devam etmektedir. Duyguların insana ihaneti, insanların kendileriyle yüzleşememekten kaynaklanmaktadır. Duygular insanın kendisinden kaçışıyla güç ve irade kazanır. Böylece insan üzerindeki hâkimiyeti tarifsiz boyutlara ulaşır. İşte yanılgı noktamız da duygularımızı anlamamamız ve onlara isim veremeyişimizdendir. Duygulara karşı oluşan korkumuzun temelinde yanlış yaşamların getirdiği acılar vardır. Bu acılar, insanı yıpranmışlığa, tereddüde, isteksizliğe ve isteklerin karşıtı davranışlara yönlendirir. Bu da kendimiz dâhil çevremizdeki herkese mesafeli olmamıza, duygularımızı itiraf edip, eyleme geçiremememize, çekingen, utangaç, söyleyememe ıstırabıyla yaşamamıza, sevgimizi içimize gömmemize neden olmaktadır. Ve hayat boyu söyleyip de söylenemeyen duygular ve düşüncelerin hamallığını yapıp, altında ezilmeye yol açmaktadır.
 
Duyguların yeryüzüne çıkışı ve kendini ifade etme yolu artık kitaplar, tiyatro, müzik, resim ve sinema ile olmaktadır. Bizi anlattığından dolayı ilgimizi çekiyor ve işte diyoruz. Yanlış yaşamlara maruz kalmış bizlere ayna olan son gelişme sinema dünyasından. Bu gelişme, "Bana Şans Dile", "Mustafa Hakkında Her Şey" gibi perdeye aktarılan filmlerinden çok "Asmalı Konak", "Çemberimde Gül Oya" dizileriyle gündeme gelen, izleyenlerin izlemeyenlere önerip, kulaktan kulağa aktarılan; toplumumuzun 1980 dönemi ile bir aile dramını konu edinen, birçoğumuzu ağlatan, diğer kısmını da gözlerini dolduran oyunculuğunu: Ege Tanman, Fikret Kuşkan'ın üstlendiği senaryosunu ve yönetmenliğini üstlenen Çağan Irmak'ın "Babam ve Oğlum" filmidir.
 
Filmin bizde uyandırdığı düşüncelerin kritiğini yapmadan önce filmi, seyredenlere tekrar hatırlatmak, seyretmeyenlerin ise film hakkında fikir edinmesini sağlamak için kısaca filmi özetleyelim:
 
"1980 askeri müdahalesinin yaşandığı dönemde annesini kaybeden Deniz(Ege Tanman) 7 yıl sonra hiç görmediği dedesinin Ege'deki çiftliğine doğru bir yolculuğa çıkar. Deniz'in dedesini hiç görmemesinin nedeni dedesi ile babasının yıllardır dargın oluşudur. Hüseyin Efendi(Çetin Tekindor) okumak için gönderdiği oğlunun politik olaylara karıştığını öğrenince onu evlatlıktan silmiştir.
 
Sadık'ın(Fikret Kuşkan) her şeye rağmen baba evine geri dönüşünün nedeni Deniz'den ayrılmak zorunda oluşudur. Küçük oğlunu babasına emanet edecektir. Deniz birden bire kendini alışmadığı, ilginç bir ortamda bulurken, Sadık terk ettiği sevgilisiyle ve kendisiyle kasabada yüzleşirken, çocuk da dedesinin ve babasının arasındaki tüm buzları eritecektir."
 
İnsanımız, duygusallık ırmağında yıkanmış. Duyguların rengini ve şeklini almış. Dramatik olan her şey insanımızı etkisi altına alıp, bakışları o tarafa çekmektedir. Neden mi? İnsanımız ilgisiz, sevgisiz yetişmektedir. Ailelerde çatışma var. Devlet birey arasında sorunlar var. Her tarafı kuşatan olumsuzluklar insanlarımızda derin yaralar bırakmaktadır. İzi silinemeyen bu yaralar yıllar sonra da olsa peşimizi bırakmıyor. Karşılaştığımız hüzünlü, dramatik olaylar karşısında yelkenleri suya indiriyoruz Tabii duygusal yaralanmışlığımız içimizde yaşayıp yıllar sonra karşımıza çıkmıyor. Günlük yaşantımızın bir parçası haline gelmektedir. Her şeye, duygusal yaklaşıp, duygusal tepkiler veriyor, duygusal kararlar alıp, hayatımıza yön vererek, kendimizi sıkıntıya sürüklüyoruz.
 
İşte uyutmaya çalıştığımız, kaçtığımız duygusal yaramıza "Babam ve Oğlum" parmak basıyor. İdeolojik ve toplumsal mesajları bir yana ilgi görmesinin altında yukarıda da değindiğimiz bizi anlatan dramatik yönümüzün hatırlatılmasıdır. Bu toplumda kaç kişi babasıyla kavgalı olmamıştır? Kaç kişi annesiyle, kardeşleriyle sorunlar yaşamamıştır? Kim bilir kaç defa fertlerle devlet karşı karşıya gelmiştir. Dolaysıyla her insanımız bir şekilde yaralar taşıyor. Bu nasıl bir toplumdur ki? Baba öz evlatlarını evden kovar, dayak atar, evlatlarının hayatını karartmak için komplolar peşinde koşar. Ve evlatlarının hayatını zehir edecek kadar bir kin besler. Bu toplumun anaları neden hep babanın yaptıklarına, haksızlıklara rağmen boynu bükük, gözü yaşlarla seyirci kalır. Neden babalar öz evlatlarına düşman olurken, toplumun diğer fertlerini el üstünde tutup gösteriş budalası olurlar. Evet, evlatlar böyle babaların elinde büyüdü, büyümeye devam ediyor. Onun içindir ki "Babam ve Oğlum" seyirciyi çekti. İnsanlarımızın sevgiye, ilgiye olan özlemi filmi reklâmsız rekorlara götürdü. Çünkü ilgiye, şefkate, sevgiye, muhabbette özlem duyuyoruz. Annelerimize, babalarımıza sarılmak, başımızı omuzlarına koyup, ağlamak, uyumak en masumuyla yüzünü seyretmek istiyoruz. Bu masum ve karşılıksız istekler çocukluktan beri tatmin edilmediğinden içimizde duygusal boşluklar, yaralar açtı. Ama gelin görün ki babaların ruhuna şeytan girmiş olmalı. Yoksa hangi babalar, evlatlarının basit, masum istek ve kararlarından dolayı kin besleyip, düşman olur.
 
Durum böyle olunca Çağan Irmak klasik bir konuyla yaramıza parmak basmasıyla prim yaptı. Her ne kadar kendisi gözyaşlarının filmin önüne geçmesinden rahatsız olsa da gelinen nokta insanımızı sadece birkaç saatliğine uzak diyarlara sürüklemiştir. Irmak, kendi gerçeklerini bir şekilde unutmaya çalışan, yüzleşmekten korkan insanımıza özlemini çektiği ve görmek istediği görüntüleri sunmuştur. Ama Irmak, babaların ruhuna giren şeytanı sorgulamamış, gün yüzüne çıkarmamıştır. Irmak, neden babalar bu hale geldiğinin analizini yapsaydı, toplumda oluşmuş bu yaralanmışlığa çözüm üretseydi daha faydalı bir iş yapmış olacaktı. Irmak, sadece ama sadece bilinen ve yaşananı vurgulamıştı. Sayın Irmak, insanımız gereğinden fazla ağlamıştır. Gereğinden fazla yalnızlık duygusuyla savaşmıştır. Gereğinden fazla sevgi arayışı ile yanıp tutuşmuştur ve zavallı duruma düşmüştür. Babaların da içinde yaşattıkları özlemleri, içlerinde gizledikleri evlat sevgisi ve hasreti dile getiremeyişi ve kendilerinin maruz kaldıkları karmaşayı vurgulamanız daha doğru olmaz mıydı? 
 
Eğer Irmak, gözyaşlarını silmek istiyorsa babaları masaya yatırmalıdır. Evlatlarına karşı merhametsiz, acımasız, kinli babaları tartışmaya açsın. Babaların ruhundaki hastalığı irdelesin, çözüm yollarını arasın. Yoksa yıllardır içten içe ağlayan evlatları beyaz perdenin önünde sıralayıp, peçeteleri ıslatmanın ne âlemi vardır. İnsanlarımızın ağlamak için fırsat kolladığı bu dönemde dramatik vakaların hiçbir anlamı yoktur.
 
Son olarak şunu söylemek istiyorum, geçmişi unutmak istemeyen evlatlar ve baba adayları aynı dramatik olayları yarınlarda oğullara ve kızlara yaşatmamak için gidin seyredin, ama ağlamayın!
 
Osman Tatlı
 
e-posta-msn:osmantatli@gmail.com
 
https://twitter.com/tatliosman63
 
Film: Babam ve Oğlum
 
Yapım: 2005 ~ Türkiye
 
Tür: Aile, Dram
 
Yönetmen: Çağan Irmak
 
Senaryo: Çağan Irmak
 
Müzik: Evanthia Reboutsika
 
Oyuncular: Fikret Kuşkan
 
Çetin Tekindor, Hümeyra
 
Şerif Sezer, Özge Özberk
 
Toplam blog
: 90
: 382
Kayıt tarihi
: 02.08.14
 
 

2004 yılında İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Üniversite yılla..