Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Temmuz '08

 
Kategori
Psikoloji
 

Bağımsızlığına bağımlı insan

Bağımsızlığına bağımlı insan
 

UZAY VE ZAMAN


Bağımsızlığına bağımlı insan

"Bilgelik, ne yapacağını bilmektir, erdem; onu yapmaktır." DAVİD STARR JORDAN

Bu büyülü önermenin önünde duruyorum nicedir.
Yapa geldiğim zihinsel egzersizin küçük bir bölümünü burada paylaşıyorum.
Katkılarınıza şimdiden şükranlarımı sunarım.

Her insan dünyaya bir şeyler yapmaya gelir. Kendini gerçekleştirmek dediğimiz eylem, bireyin potansiyelinde bulunur.
Kişi, içinde bir yerlerde ne yapacağını bilir.
O halde, aslında bilmek, eylemekten önce gelir.
Ne var ki bunu bildiğini bulmak ve sonrasında da yapabilmek için, kişi, bunu bilinçüstüne çıkarmalıdır, fark etmelidir.

Kişi, genellikle önce eyler, sonra fark eder.
Şikayetleri, suçluluk duyguları, olamayışları bundan doğar.

Bu durumda; kişinin, kendine yürümesi, kendini bulması, kendini bilmesi; kendisi ile mesafesini "sıfır"lamasıdır.
Tam olarak kendinde olmak, kendini bilmek nedir?
Beyninde taşıdığı yaklaşık yüz milyar nöronla her insan mükemmeldir.
Bu mükemmellik önce ailedeki bozuk transferlerle, sonra da eğitim sistemindeki insanlık dışı uygulamalarla söndürülür, susturulur, bastırılır...
Unutturulur.

Adına toplum dediğimiz ve içine doğduğumuz düzen kişiyi kendinden alır.
O kadar ki kişi artık "kendi" diyeceği şeyin ne olduğunu tamamen kaybetmiş, yani kendine yabancılaşmıştır.
Belki bir kendisi bulunduğunu bile hatırlayamacağı kadar uzaktır artık "kişi" kendine.

İşte kendini bulmak, bu yitirdiği kendini hatırlamaktır.
Meditasyon ve hipnoz benim bildiğim en iyi ve en ekolojik kendini hatırlama araçlarıdır.

Çünkü kişi içindeki "ben" i bulmak için tekrar içine dönmelidir.

Yaşamınızın anlamı ilişkilerimizdedir ve bu da ilişkilerimiz aracılığla yapılanır elbet.

Benliğimizi kurmada bizi desteklemeyen ilişkileri ayırt etmek, edebilmek için de, yine kendilik değerimizi anlamamız, bulmamız gerekir.

İç referanslarımız; tüm büyütenlerin kendi değer ve inançlarıyla örtülüdür çünkü.

Gerçek bir içe dönüş için çok derin trans gerekir.

Eski travmaların izdüşümü olan, düşsel korkularını basılamak için uyuşturucu, alkol ve sentetikler devreye giriyor bilinçsizlikten.
En bilinçlilerimiz bile sakinleştirici haplar alıyorlar, ya da bitkisel olmasına rağmen insana uymayan karışımlar alıyorlar bedenlerine.
Evet bunlar, bilinçteki düşsel korkuları yani fobi ve kaygıları uyuşturuyor, basılıyor, ama bir şartla;
beyindeki doğal olarak salgıyı üreten gereken bölgeleri, bu maddeleri sürekli almaya "bağımlı" kılarak.
Çünkü beyin şöyle komut veriyor;

"madem maddeler dışarıdan geliyor, ben ne diye bunu salgılamakla uğraşayım."
Tabii insana doğal olmayan, insanın ekolojisinden olmayan maddeleri almak sürdürülebilir olmadığı gibi, kişinin bilinçli farkındalığına da olumlu katkısı var denemez.

Meditasyon ve hipnoz, kişiyi tüm zaman ve mekan bağlamından çıkardığı için,
kişi, şimdide ve bugünde, yani içinde bulunulan AN'da, tüm potansiyelini, evrenin ona sunduklarıyla kendisinin gerçekleştirebileceklerini hatırlar.
Her gün biraz dahasının farkına varıp, yeniden keşfeder.
Evet! küllerinden doğar. kişi, bir anlamda kendini yeniden doğurur.

Önerimin güncel yaşama adapte edilebilirliğinin ne çılgın bir fikir olduğunu düşünüyor olabilirsiniz.

Tabii iyi bir uzman ile yönlendirme meditasyonu çalışarak başlanabilir.

Hipnoz için çok daha fazlasını söyleyebilirim. Otohipnoz denilen şey, zaten tasavvuftaki tefekkür denilen şeye de karşılık gelir.
Telkinler kişinin yoksunluk inançlarını dönüştürüp, kendi gerçekliğine onu yeniden uyandırılar.

Ve, evet! ...Eğitim böyle olmalı idi. Olmalı. Yani beynimizin çalışma biçimine uyumlu.

Gerisi kişinin gerçekleştirdikleridir, deneyimleridir.

Ve kişinin, yaşamı boyunca gerçekleştirebilecekleri kendi yaşamıyla sınırlıdır elbet. Bununla birlikte, şu dünya üzerine tüm insan eliyle gelmiş olana da bakalım.

Daha neler gelecek.

Kişi, ne olmak, neyi yapmak, nasıl bulmak konusunda bilinçli bir farkındalık geliştirinceye kadar huzursuzdur.

Bu huzursuzluk, kişiye içindeki potansiyeli keşfetmesi için iyi bir itici güçtür.

Huzursuzluk diye tarif ettiğim bir çeşit "ne yapsam, nasıl yapsam olmuyor " şikayeti.

Oysa ki yapıyor olmanın yani eylemin kendisidir yaşamak, deneyimlemek.

Burada kılavuz; kişinin yapmaktan "haz" aldığı eğilimleridir.

Bebekliğinden beri doğal bir destekle büyüyen kişilerin bu türden huzursuzlukları pek yaşamadıklarını görüyoruz.

Doğuştan yetenekli diye tariflediğimiz biraz da budur.
Onlar doğallıkla kendilerini gerçekleştirirler. Başka türlüsünü yapamadıkları için öyle yaparlar. Yani yeteneklerinin ayırdındadırlar ve uygun ortam verilirse yaparlar.

Yeteneğinin bilincinde olup da uygulama alanı bulamamış olan kişi, uygun ortamı buluncaya kadar huzursuzdur

Kendini büyütmeden, yetiştirmeden, kendi olmak sorumluluğunu kişinin kendisi devir almadan,

yani bağımsızlığını kazanmadan, kişinin kendini bulması kolay değildir.

Bugün çevresinden, ilişkilerinden, yapıp ettiklerinden şikayet edip duran onca insan, bu özerklik sorununu taşımaktadır.

"Ben sorumlu değilim, onlar sorumlu" mesajını vermekteler.
Üstelik yaşa bağlı da değildir bu durum. Yani yaşlanma, illa olgunlaşma demek değildir. Hatta büyümekten kaçmak daha kolay geldiği için kişiye...
Bir çeşit zihinsel rahat bölgesi, Yaşlandıkça artar bu büyümemiş yaşlının çevresinden şikayetleri.

Hala herkes haksızdır. Bir o haklı. Ve korkunç öfkelidir çevresine. tabii bir o kadar da kendine.

Kendine öfkesi depresyona, çevreye öfkesi agresyona evrile çevrile yaşar kişi.

Aile içi şiddetin kökü de buradan geçinir çoğunlukla.
Oysa, bir yapan olduğu kadar, bir de yapılmasına izin veren vardır.
Aile, desteğini, kişi yirmibeş yaşlarına gelinceye kadar sürdürebilir.
Özerklik; bebeklikte annenin ya da bebeği büyütenin desteğiyle ile yaşamın ilk günlerinden itibaren gelişmeye başlar.

Aslında bir çeşit hatırlamadır işte bu.

Tersi de doğrudur...
Yani destek yoksa kişi özerkliğini elde edemez ve onu unutur.
Yeterince büyümesini bekler bu durumda ve olay örgülerini iyi okumayı öğrendiğinde bu özerkliği yeniden hatırlayabilir.

Bireyin yaşadıklarıyla, dünyayla ve tüm diğer etrafındakilerle kurduğu iletişimde, kendinin ve karşısındakinin duygularını anlamaya çalışması kişiye kendini fark ettirir.

Karşısındakinin duyguları kendisinin aynasıdır.

O zaman kişi eğer, yaşam üzerine daha derin düşünüyorsa, ilişkilerini anlamaya çalışıyorsa, yani yaşamaya açık ise, zihninde onu durduran bir tıkanıklık yoksa, ya da tıkanıklıklarını fark edip açıyor, açabiliyorsa;
kendini bulmak ve gerçekleştirmek kendiliğinden ve kolayca olur.

Yaşamak; kişinin kendi ile mesafesini kat etmesidir.
Yaşamak, sevmeyi hatırlamaktır.

Hatırlama mücadelemiz ve sonrasında gerçekleştirme mücadelemiz; yaşamaktır.

yani yaşamak; bilge bir eylemdir.

Yaşamak zamandan ve mekandan bağımsızdır.

Doğum ile ölüm arasına sıkışık bir kesitten bahsetmiyorum...
İkisini birden içeren bütünü kavramaktan, hatırlamaktan söz ediyorum. Yaşamanın her anında bütünlüğü hissetmekten bahsediyorum.

O zaman parçalanmışlık kalır mı?

O zaman korku kalır mı?

Ve sevgi; korkunun olmadığı yerdir.

Kuantum düşünme biçimine göre bu dünya yani tüm madde alemi geçmiş zamandır.
Kuantları oluşturan Takiyonlar gelecekten geçmişe doğru hareket ederek madde evreni oluşturuyorlar.
Bu durumda biz, içinde bulunduğumuz dünyayı, yeni bir bilgiyi değil, eski bir bilgiyi hatırlamak yoluyla fark ediyoruz.
Gerçek anlam dünya dışındadır.
Ve tüm arayışlarımız, bu dünyada gözlemlenebilir tek gerçekliğimizdir.

Bu yazının amacı korkunun olmadığı yeri işaret edebilmektir.

Her birimizin, birbirimize transfer ettiklerimizi fark etmemiz dileklerimle.

Sevgilerimle

Ayşegül Denizci

İstanbul- 27 temmuz 2008

 
Toplam blog
: 9
: 509
Kayıt tarihi
: 15.08.07
 
 

Fortune Danışmanlık'ta eğitmenim. Toplumun tek tek bireylerden oluştuğuna, herkesin mutlu ve başarıl..