Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Temmuz '08

 
Kategori
Coğrafya
 

Baharı da cennet, kışı da cennet Sarıkamış'ın

Baharı da cennet, kışı da cennet Sarıkamış'ın
 

Beyaz Gelin Sarıkamış'ı Gördünüz mü?


Hani, zaman zaman ormanın çamların arasında olan, küçücük bir kulübede, kuşların cıvıltıları, kırların esen gül kokuları içinde, yapayalnız kalıpta, şöyle bir kafa dinlemek isteriz ya…

Hele hele yazar, çizer insanların, ilhamlarıyla buluşup baş başa kalabilecekleri, hep böyle bir yer hayal edilir ya; işte bu gizli gizli hayallerin aranan kenti Sarıkamış’ın ta kendisidir. Sarıkamış yazı bilmez tanımaz. Sarıkamış ilkbahar sonbaharı bilerek, yani var oluş ve yok oluşu hatırlatan mevsimleriyle, kalem tutturur ellere. Sarıkamış bir de bembeyaz kışı bilir. Yani kışıyla sabrı ve iradeyi öğretir; çünkü ilkbahar her zaman vardır. O gelecektir. Umutları ayna tutar yarınlara Sarıkamış. İşte Sarıkamış’ta üç papatya yaprağı; Sevecek, sevmeyecek, sevecek. İlkbahar, sonbahar, kış; Yani sevecek, sevecek, yine sevecek. Sonbahar yaprağının darbe alan kısmını sevmeyip, turuncusuna hüzünlense bile, yaprağının bir kıyısında kalan yeşiline umutlanarak yine sevecek, yine sevecek.

SARIKAMIŞTA İLKBAHAR.

Yeni doğmuş bir bebeğin, dünyaya gözünü açtığında, tertemiz berraklığıyla, güneşin o sarı sarı ışık saçan renklerin tüm ışıltıları ve tüm kuşların baharlara şakıyan sesleriyle doğar ilkbahar Sarıkamış’a. Artık tüm evler, ormanın en tepelerinde, kuşların cıvıltılarıyla, sesiz sedasız, bin türlü çiçek kokan ağaçlar arasında, kafa dinlendirici bir kulübe edasındadır. İlham perileri evden eve, kulübeden kulübeye koşar durur.

Bazen cıvıl cıvıl öten kuşların arkasından sürükler sizi. Bazen o insanın aklını başından alan, bin türlü hoş kokan güllerin, dağ menekşelerinin arasında, yanınıza ilham perinizde alıp sıkı sıkı el ele tutuşturarak gezdirir sizi. Kulağınıza hiç duyulmadık, hiç söylenmedik aşk sözlerini fısıldayarak, tüm aşk şarkılarını yüreğinize okur kırlarda Sarıkamış. Bir anda kendinizi akarsuların kenarlarında bulur, elinizde sekiz tane çakıl taşla, akan suyun kenarına oturursunuz ve elinizdeki yedi tane çakıl taşlarını tek tek suya atarak, dünyanın yedi harikasını sayarsınız. Bir tane çakıl taşı kalır elinizde, oda dünyanın sekizinci harikası olan Sarıkamış’tır. Onu suya atmaya kıyamaz, yüreğinizdeki sevdanın okyanuslarına atarsınız. O artık yüreğinizdeki tablolarda ismini kazıyarak, kendinin güzelliklerinde sizi gezdirmeye ve bambaşka bir dünyayı tanıtmaya devam eder.

Çok güzeldir Sarıkamış’ın baharı. Hele o leylak kokularının, pencerelerden evlere sinmesi yok mu, insana hayat ve yaşamak budur cümlesini kurdurarak, huzura erdirir. Çamların ağaçların yaprakları ve dalları öyle yeşil olur ki, sanki mevsim tuvalindeki en güzel renkleri ve en güzel yeşili Sarıkamış’a vermiş gibidir, Çok renkli, çok cıvıl cıvıl gökkuşağıdır kırları Sarıkamış’ın. Ve o kadar bahar yeşilidir ki ağaçların yaprakları. Tabiat en güzel gül kokularını vermiş Sarıkamış’a. Hani yaz olurda koşarız denizlere. Sonra sağa sola bakıp, etrafımızda bizi terk eden ilhamımızı ararız. “Yaaa, o hep bendeydi şimdi nerelere kayboldu!” deriz ya… Sizlere Sarıkamış’ın kalemi olarak, bir sır vereyim mi? Bence o kayıp olan tüm ilhamlar, Sarıkamış’a koşarak bir ağacın yaprağında, bir arının sazında, bir kuşun ötüşünde, bir bülbülün şarkısında, yazar ve şairlerin hayal ettiği ilham kulübelerinde o hep peşinde olduğumuz huzurlara ekiliyorlar. Sonrada birçok yüreğe name, kalemlere de mürekkep olarak biçilecekler ya. Bizlerse her deniz tatili dönüşlerimizde, yorgunluklarımıza bir başka yorgunluklar ekleyerek, kırık dökük olarak döneriz evlerimize. Ne dünkü kışlarımızı unutturmuştur bizlere deniz, ne de yarınlara ışıl ışıl güneşlere açacak sarı sarı boyalar sunar yorgunluklarımıza. Oysa tatil demek, dünkü yorgunluğu üstümüzden atıp, yarınlara yeniden başlama gücü, yaşama sevincinin yenilenmesi, hayatlarımızla mücadelelerimiz için enerji toplamak değil midir? Denizde insan hayatında gereklidir tabi ki. Hele ki denizin dalgalarıyla konuşmak çok keyiflidir. Fakat her bahar değil.

Denizlere bakarken, topladığım düşünceler bir dalgada kıyılara vuruyor kendini ve bazen darmadağınık oluyor. Oysa Sarıkamış’ın her bir çamı, ağacı, hayatın yorduğu insanları öyle bir dinlendiriyor ki, bir başka dünyanın varlığını, yani hiç tanınmayan bilinmeyen o hayallerde olan cennet dünyayı tanıtıyor insana. Oysa o dünya hayal değil, rüyada değil, doğanın harikası Sarıkamış’tır. Sarıkamış’ta soğuksu piknik alanında mangal dumanları yükseldikçe, Sarıkamış o dumanları nasıl berraklaştırabiliyor? Nasıl oluyor da dumanlar bile Sarıkamış’ın o berrak havasını kirletmeye yetmiyor? Nasıl oluyor da mangal dumanları bile, ayrı bir güzellik, ayrı bir eda veriyor Sarıkamış’a? Bu Nasıl bir huzur kenttir. Allah bu kenti öyle uzak tutmuş ki, tüm çirkinliklerden. O kadar temiz, güzel ve doğal kalmış ki Sarıkamış. Dalından ağacına, gülünden baharına, baharın ilkinden sonuna ve de zemherinin kışına kadar, insana huzur nefeslerini sonuna kadar sunan bir mucize kenttir, Sarıkamış. Piknikler sadece masaların güzelliklerinde kalmıyor, o hiç bir yerlerde olmayan, insanın içine sinen yılların yorgunluğunu alan, o sihirli eller kimin elleridir? Kimin melhemidir böyle yürekleri okşayan? Neden? İnsan bir başka ruh haline bürünür Sarıkamış’ta. Neden? İnsan kendini tanımadığı, keşfetmediği yanlarını bulur Sarıkamış’ta. Herkesin bildiği fakat hiç kimsenin keşfedemediği, bu huzurun adına sadece, Sarıkamış’a özel huzur, mutluluk ve güzellik diyebildik ancak.

SARIKAMIŞTA SONBAHAR

Mevsim tuvalinde turuncunun birçok tonunu, baharın birçok renkleriyle karıştırarak, hüznün fırçasıyla darbe vurur yapraklara. Son bahar o güzelim yeşil yaprakları yaralayarak döker ağaç diplerine. Sonbaharın birde hazin hazin, inceden ılık ılık esen rüzgârları vardır. O rüzgâr sonbaharın ayrılığın rengi turunculara boyanmış olan, yaralı yaprakları kaldırımlarda sürükleyip, bazen bir araya toplar, bazen de Sarıkamış sokaklarında sürükleyerek, dört bir tarafa öyle bir dağıtır ki, bu da ayrı bir ilham, ayrı bir mesaj verir insana. Baharın her zaman kalmayacağını, fakat döneceğini de hatırlatır. Bahar döndüğünde yüreğinize sararak, sıkı sıkı tutup güzelliklerini yüreğinize çekmeniz gerektiğini, her baharın sonunda kışın geleceğini hatırlatır. İnsanların, ailelerin hep bir arada kalamayacaklarını, bir anda darmadağınık olabileceklerini, çok istense bile şehrin her sokak ve caddesinde, o yaprakların tekrar bir araya gelmeyeceği gibi, elden çıkılan değerlerinde, bir daha elle tutulamayacağını hatırlatır insana. Yani yaşadığın günün ve etrafındaki insanların kıymetini bil, bu günde, dün olacak, dün elden çıkınca, bir daha bugün olmayacak. Eğer pişmanlık olacaksa bulunduğunuz bu gününüzde bugün değil, hep dünler yaşanacak, ense hep başı çevirip, dünlerde kalacak. Oysa hep bulunduğumuz günleri yaşayıp, hele birde etrafımızdaki insanları kayıp etmeden değerleri bilsek, bugün dün olsa da, bugün yaşanacak. Kimseler o sonbaharın yaprakları arasında sürüklenerek dünlerde olan günleri ve sevdiği insanların ellerini aramayacak.

Kimselerin sonbahar sürüklenişlerinde, yaprak misali ufalarak kalıntıları kalmayacak, kaldırımlarda. Sarıkamış sonbaharda hep düşündürür insanı. Düşündürür fakat ağlatmaz. Bir başka hüzündür o, bir başka huzurdur beklide ama gözyaşı değildir Sarıkamış ve sonbaharı. Sonbahar düşüncelerin hasılatı ve binlerce başak tanelerine gizlenen emeğin ve düşüncenin kokusudur. Sarıkamış’ın sonbaharın da çocukta olsanız kendinizi çok büyük görüp nostalji rüzgarına kapılıp, geçmişlere yolculuk yaparsınız. Ve aslında Sarıkamış böylece vefayı, geçmişe bağlılığı, özlemi öğretir insana. Ha bunu yaparken yüreğinizi kanatmaz. Yarın gelecek baharları hatırlatarak, geçmişe özlem, geleceğe bayram coşkusunu verir insana. Çünkü her kışın sonunda bahar vardır. Tabi ki sonbahar her yerde bu mesajları verir ama, Sarıkamış bu mesajların dersini verircesine kendini dinletir insana. Yani siz artık derstesinizdir ve öğretmeninizi büyük bir sessizlik ve huzur içinde dinlemekte bulursunuz kendinizi. Yapraklar yıkık dökük te olsa, turuncunun yanında yeşili hep vardır. Yani umut her zaman vardır. Baharlar yine o bilinmez kentin kulübelerinde saklıdır. O baharlar yine gelecektir. Umut yarınlara bakan ufkun gözlerinde, her zaman vardır Sarıkamış’ta. İlham perileri asla göç etmez yerleşiktir Sarıkamış’ta.

SARIKAMIŞTA KIŞ

Dedim ya, mevsim tuvalindeki en güzel renkleri Sarıkamış’a vermiş, İlkbaharına en güzel yeşili, sonbaharına en güzel yeşil, ebruli turuncuyu verdiği gibi, kışına da temizliği saflığı simgeleyen, en güzel beyazını vermiş. Hani her genç kızın, hayalindeki beyaz gelinliktir, düşlerde olan. Beyaz masumiyet ve hak edenin üstüne yakışır. Sarıkamış’a beyaz öyle bir yakışıyor ki, beyaz bir başka beyaz oluyor Sarıkamış’ın üstünde. Gelinlik moda evlerinde gelinlikler her yıl modasını değiştirip, kendilerini yenileyerek, eskimemeye özen gösterirken, beyaz gelin Sarıkamış eskimeyen tek gelinlik ve gelinliğini üstünde çıkarmayan, hep ayakta dimdik duran, asrın tek gelinidir can Sarıkamış. O bembeyaz kristal taşlarla işlemeli gelinlik, hâla Sarıkamış’a yakışıyorsa, hâla Sarıkamış tertemiz kalmış demektir. O beyaz gelinliğin üstünde ışıl ışıl parlayan, taş işlemeli kristal kar taneleriyle, gözleri kamaştıran, elindeki o kendisine has kardelen buketleriyle, dünyanın kendisine bakan gözlerinde hayranlık uyandıran ve doğa tarafından kendisine en çok kristal mücevher takılan, asrın beyaz gelinidir, Sarıkamış.

Sarıkamış’ta kar sünger değildir. Boncuk boncuk kristal değerdir. Güneşin sapsarı ışık saçtığı, gökyüzündeki maviyi ve güneşin sarısını karın kristallerine vurarak, mavi denizler üstünde, o, akşamüstü güneşinin, hem sarısını, hem de kızılını yansıtarak, lapa lapa yağar karlar. Bir anda masmavi denizlerde, sonra denize resmini yansıtan o sapsarı ve kıpkızıl güneşin tam içinde bulursunuz kendinizi. Bir bakmışsınız ne denizler var, nede güneş, karşınızda sadece Sarıkamış’ın bembeyaz gelinlik resmi. Ve hâla kar taneleri lapa lapa vurur o Ceylan geline. Ve hala tüm kıristal mücevherleri göz kamaştırır o genlinin gelinliğin de. Siz seyrine çıkarsınız Sarıkamış’ın. Siz atkınızın berenizin altına birde ilhamınızı gizlersiniz. Siz gizlersinizde ilhamınız ısrarla o atkı ve berelerin altından çıkıp, kartopu oynamaya başlar, eldivenlerinizin arasına koyarak sıkı sıkı tutarsınız cebinizdeki sevgiliyi. O sevgilinin adı, huzurun ilhamı tabi ki.

Sarıkamış’ta öğlen güneşinin sırtınızı yaktığı anlarda da, elinize dondurma aldığınızda, dondurmalar erir ama Sarıkamış’ın karı erimez. Nasıl olur? Demeyin. Ağrı dağı buzları da erimez, o efsanedir. Kim bilir beklide ağrı dağının kar taneleridir, Sarıkamış’a kendini layık gören, Sarıkamış’a doğru savrulan. Sarıkamış’ta akşam, sobalar gümbür gümbür yanar. Hele birde ışığı tavana vurdu mu, ilham perilerinin tüm sülalesi toplanır, Sarıkamış odalarına. Soba üstünde birde kestane pişirmek ve kestane kokusunu ayazlara karıştırmak, bir başka beşinci mevsimdir Sarıkamış’ta. Sarıkamış’ta kayak yapmak, teleferiğe binip o dağlardan aşağılara inmek, tüm dertlerden sıyırır sizi ha birde kızaklarla Sarıkamış turuna çıkmak; Siz kızakta kayarsınız, sağınızda solunuzda şamdanlar ve meğer hep hayal ettiğiniz o kenti bulduğunuz için, daha bir atınıza vurup, dipte köşede bilinmedik kentlerinizi ararsınız. Oysa o hayallerinizdeki bilinmedik kent, tüm canlılığı ve tüm güzelliğiyle sizin karşınızdadır. Üstelik hayal değil, gerçektir Sarıkamış.

DİLEK EJDER

(Not: Eski soyadı Dilek FIRAT'TI)

 
Toplam blog
: 52
: 596
Kayıt tarihi
: 22.04.08
 
 

Araştırmacı yazar, şair, aforizmacı, ressam, besteci... Kardelenler diyarı Sarıkamış’ta doğdu..