Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ekim '10

 
Kategori
Felsefe
 

Başkaldırmak: kendi ışığına göre yaşamak

Başkaldırmak: kendi ışığına göre yaşamak
 

Başkaldırmak, hayatı kendi deneyimine göre yaşamak için, kendi zekâsına göre hareket eden kişinin saf eylemidir. Bir başkaldıran olmak, farkındalıkla yaşamaktır. O bilinen yollardan yürümez, yeni bir yol açar. Bir başkaldıran sadece kendine aittir; onu otoriteler, kurumlar, başka merkezli bireyler yönetemez.

Başkaldıran insan kendiyle mutludur, o farkındalığıyla içine doğru büyük bir yolculuk yapmaktadır. Niçin başkalarına ait olsun? O kendi merkezindedir; bir insan eğer kendi merkezindeyse, kendi ilkeleriyle yaşıyorsa herhangi bir başka şey ona nüfuz edemez, onu etkisi altına alamaz.

Bir kuruma, bir gruba, siyasi bir partiye ya da bir futbol takımının taraftarlığına, bir dine ait olmak... Bunların hepsi insanın tek başınalığından korkması, kendine uzak kalmasından kaynaklanır. İnsan basitçe özgür olmaktan öyle korkar ki dış dünyayla sürekli savaş halindeyken kendiyle barış kuramaz.

Korku, sevginin yokluğudur. Sevgi yoksa arzu vardır; arzu bir şeylere bağımlı olman için en büyük nedendir. Bağımlı olan bir insan sürekli olarak zincirlerle yaşar, kendine ait bir yola koyulamaz, böyle bir yolu açamaz. O, ona ne söyleniyorsa onu yapar. O zaman kendini tanıması mümkün olmaz, kendini tanımazsa bundan derin bir coşku, bir keyif duyması mümkün olmaz. İnsan ancak kendini yaşayarak mutlu olabilir.

Başkaldıran insan kendine aittir, onun başka bir şeye bağlı olması gerekmez. O tüm arzulardan özgürleşmiştir. Kendi varoluşunun içinde kök salar. Eğer gerçekten yaşamak istiyorsan senin de kendi içinde kök salman bir varoluş haline gelir, çünkü ancak böylece varoluşun yolunu bulabilir, köklerine dek inebilirsin.

İnsanların çoğu kendileriyle hiçbir ilgisi olmayan gruplara aittirler. Sırf sahte bir güven duygusu, sahte bir çıkar için... O zaman asla kendin olamazsın, grup ne diyorsa güç onundur, onun silik bir kopyası haline gelirsin, hiçbir zaman orijinal olman mümkün değildir. İnsan ancak kendi içinden uzanan yolu takip ederse kendi gökyüzüne, kendi yıldızlarına ulaşabilir.

Eğer sen bir grubun, partinin, dinin, milliyetin parçasıysan o zaman ayrımlar başlar ve asla “evrensel insan” haline gelemezsin, dünyayı kucaklayamazsın. Artık bencilliğin, önyargıların, genellemelerin, öfken ve korkun efendi olur, önün tıkanır. Kalabalığa aitsen artık hiç kimsesin, birey olman mümkün değildir; gelişmen, kendini gerçekleştirmen, çiçeklenmen mümkün değildir. İnsanın kendini tanımadan ilerlemeye çalıştığı bütün yollar birer çıkmaz sokaktır.

Mutlu olan insan, kendini yaşar, o bir başkaldıran olarak basitçe oyunların, sistemlerin, ideolojilerin, grupların, milliyetlerin, dinlerin dışına çıkar. Bir boşlukta büyümeyi öğrenmek... kendi içinde köklenmendir. Ama insanlar ayaklarının altında bir zemin, güvenebilecekleri sahtelikler, gelenekler, yalanlar ararlar. Böylece sorumluluk hiç kendilerine ait olmayacak, her zaman bir başkası suçlanabilecektir.

Kendin olma sorumluluğunu almışsan kimseyi suçlayamazsın. Eğer etrafındaki herkes mutsuzsa, onların bu mutsuzluğu üstünde bir baskı kuracaktır; mutsuzluk kadar hızla bulaşan bir hastalık daha yoktur. Sen bir gruba ait olmadığında, basitçe oyunun dışına çıktığında, tüm oyunu ve kuralları, işleyişini adım adım fark etmeye başladığında artık oyun senin üstündeki hâkimiyetini yitirmeye başlar. Öyle bir an gelir ki başkaları silinir, sen kendin mutlu olduğun için mutlusun, başkalarına yardım etmek, paylaşmak seni mutlu ettiği için mutlusun. Fedakârlık diye bir sözcüğe bile gerek kalmaz, iyilik diye bir sözcüğe... Basitçe varoluşunla başkalarına yardımcı olmak, paylaşmak, senin önce kendine yardımcı olman, kendinle paylaşmandır.

Giderek daha paylaşımcı ol, içine giden yolların kapılarını sonuna kadar aç. Eğer başkalarını mutlu edersen kendine yardım ettiğini fark edeceksin. Ve mutluluk öyle bir rahatlamadır ki, kişi bu mutluluğu için, bu meditasyon halinde kalmak için rahat bırakılmak ister. Onun hayatındaki savaş, rekabet, kıskançlık, gerilim ortadan kalkar. Doyumsuzluğu, her yardımında biraz daha azalır. Eninde sonunda yaptığı tüm yardımlar kendine derin bir tatmin, memnuniyet, doyum olarak geri döner.

Başkalarına yardım etmek, onlara boyun eğmekten tamamen farklıdır. Onlara sırf içinden geldiği için, özel hayatını koruyarak, mutluluğu soluyarak hareket ettiğin için yardım ediyorsun. Yaşamın çiçeklerle, şiirlerle, danslarla doluyken içinden bunun taşmaması, bunun diğer insanlara dokunmaması, ulaşmaması imkânsızdır.

Hiç dans etmeyenler, her şeye “evet” diyenler, boyun eğenler, yaşamı hiç kucaklamayanlar, özgürlüğü hiç içine çekmeyenler acı içindedirler. Ancak böyle insanlar hayattan kaçarlar, böyle insanlar intihar ederler. Eğer sen kendini tanıyorsan, kendinle iletişim halindeysen, büyük bir farkındalıkla hareket ediyorsan yüceliği deneyimlememen, gerçek saadete ve tatmine ulaşmaman için hiçbir neden kalmaz.

Mutsuzluk, yaşamın coşkuyla akan nehrine karşı ters yüzmeye çalışmaktır. Ancak bir başkaldıran, kendi ışığına göre yaşayan, kendi zekâsına göre hareket eden kişidir. Onun yaşamı tehlikelidir, çünkü o kendi yolunu yaratır, kalabalığı takip etmez. Toplumlar başkaldıranlardan çok korkar çünkü onlar toplumu sürekli olarak uyandırmak için bir örnek, bir temsil oluştururlar. Tehlikesi olmayan bir yaşam, yaşamayı içermez. Geçmiş tarafından sana dayatılan, zihnin için koşullandırmalar dolu bir hayat eskidir, ölüdür, hiçbir canlılığı, coşkusu yoktur. Geçmişin kökleri çok uzun zaman önce kurumuştur, bu insanlığın ıstırabının gerçek nedenidir. Kişinin kendisini gerçekleştirmek yerine bir başkası, bir grubun istediği kişi olmaya çalışması...

Mutsuzluk yıkıcıdır, her anlamda hastalıklıdır. Mutluluk yaratıcılık doludur, yaratıcılık neşeyle, keyifle, coşkuyla, içinde bilinmeyen güçlerin serbest kalmasıyla el eledir. Mutsuz insanlar kurallara, gruplara, geleneklere, dinlere, devletlere ait olmak isterler; ve eğer bir kez altlarından o zemin çekip alınınca ne yapacaklarını bilemezler. Onlar politikacı, asker olmak için can atarlar. Ve bütün politikacılar, bütün ordular, “barışı sağlamak adına savaştıklarını” söyleyip duruyorlar. Kişi kendi içinde barış halindeyken niçin bir savaşçı olsun, onun bütün disiplini kendini solumak adınadır, kendi özgürlüğünü yaşamak, kendi güneşiyle aydınlamak içindir.

Hiçbir politikayla, hiçbir –izm’le ilgilenmene gerek yok, hiçbir dine ait olmana gerek yok. Sen buraya bir süreliğine varolmak için geldin; başkaldıran kendini bağlayan zincirleri fark eder ve her nefesinde özgürlüğü solumak için özgürlüğü yeniden ve yeniden fetheder.

İstesen de istemesen de yalnızsın. Yalnızlık, insanın doğasıdır. İnsan nefes alarak, elleri boş olarak dünyaya gelir ve nefes vererek, elleri boş olarak dünyadan geçer. Bir sevgili, bir dost, bir kardeş... bütün bunlarla yalnız kalmamak için derin bağlar kurmaya çalışabilirsin ama kendi merkezin, kendi yalnızlığın dokunulmamış olarak kalır. İnsan dışında hiçbir canlı gerçek bir evrim geçirmek için, farkındalığını kavramak, bilincine ulaşmak için bir şansa sahip değildir. Yalnız insan tek başınalığının farkına vararak kalabalıktan özgürleşebilir, yalnız o yalnızlık korkusunu anlayarak özgürleşebilir.

Tüm –izm’ler, tüm ideolojiler, tüm dinler kurulu bir düzenin giderek daha güçlenmesinden başka bir şey değildir. Onlar kendi içinde son derece rahattır, onlar hiç kimsenin özgür kalmasını, aydınlamasını istemezler. Tüm –izm’ler, ideolojiler birer emzik görevi görür, senin karnını doyurmaz ama doyacağını sanman için gereğini yapar. Toplum çok kurnazdır, çok sinsidir; o sana yalnızca teselli verir, köleliğinle bir uyurgezer gibi dolaşmaya devam etmen için, uyumaya devam etmen için, neler olup bittiğini hiç fark etmemen için, sağlıklı, yaratıcı ve bir bütün olmaman için... gerekli her tür rüşveti verirler, her tür dayatmayı sana karşı kullanırlar.

Toplum seni takip etmiyor, sen topluma boyun eğdiğin, onu takip ettiğin için o devam ediyor. Sen toplumun basit bir kopyası, ortalaması olmak yerine kendini yaşamaya başladığında, farkındalıkla yaşayan bir başkaldıran olduğunda aydınlanırsın. Bir başkaldıranı mutsuz etmek mümkün değildir çünkü o kurallara bağlı değildir. O kendi yolunu çizmek için mücadele verir ve bu mücadele oyuna dahil olarak değil, kendini yaşamaktan mutlu olduğu için, kendi kendine yettiği için güzeldir.

Başkaldıran kendine yeten, kimseye ihtiyacı olmayan, kendini soluyan, hiçbir şeye bağımlı olmayan kişidir. Boyun eğen egonun istekleriyle sürekli bir yana çekilip durulurken, başkaldıran egonun tatminsizliğini geride bırakmıştır.

Kendini unuttuğunda başkalarına, kendini hatırladığında özgürlüğüne aitsin. Buda der ki, “Ustanın görevi sana kim olduğunu hatırlamaktır.”

Önce kendinin farkında ol, özgürlüğüne dokun, tek başınalığın içinde kendini hatırla. Yalnızlık senin için büyük bir fırsattır; varoluşun bir parçası olduğunu anladığın an ölümden, mutsuzluktan, endişeden kurtulursun.

Tüm varoluş organik bir bütündür; ağaç tektir, birçok yaprağı vardır ama aynı kökten beslenirler. Bir başkaldıran, ideolojilerin, -izm’lerin, politik-dini çarkın dişlisi olarak değil, organik bir bütün olarak, bir birey olarak yaşar. Yaşamı bir başkasının, grubun, otoritenin elinde değildir, o kendi olma sorumluluğunu aldığı için kendi zekâsıyla, kendi kalbinin yolunu takip ederek yaşar.

Kendini soluduğunda yaşamının özü ortaya çıkar, merkezindeki güze koku yayılır. Bu özgürlüğün kokusudur, sadece özgürlük içinde yaşayan bir insan geri kalan herkesin özgürlük içinde olmasını yürekten diler. O kimsenin hayatına karışmaz, ifade özgürlüğüne karışmaz; kimsenin kendisinin hayatına karışmasına da izin vermez.

Özgürlük öyle büyük bir değerdir ki, özgür olanın başka bir yaratıcıya ihtiyacı yoktur. Bir başkaldıran da budur, kendi ışığına göre yaşayan ve özgürlük için her şeyi riske eden kişi...

 
Toplam blog
: 48
: 2763
Kayıt tarihi
: 15.09.10
 
 

Sanskritçe: Kendini bilen ve kendinin ustası olan. Doğdu, büyüdü, ölecek. Sonsuza kalmak için değ..