Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Haziran '15

 
Kategori
Öykü
 

Ben Hasta bir çocuğum.

Ben Hasta bir çocuğum.
 

Küçük Kız bir hafta önce 6 yaşını bitirmişti. Her yıl olduğu gibi okulda veya evde sevdiklerinin olduğu bir partide kutlamamıştı bu yıl doğum gününü. Yaklaşık bir yıldır günlerinin büyük çoğunluğunu hastanede geçirdiğinden bu doğum gününü hastanede doktor amcaları, hemşire ablaları ile geçirmek zorunda kalmıştı. Gerçi hastane personeli ona arkadlı bir doğum günü partisinin eksikliğini hissettirmemek için ellerinden geleni yapmışlardı. Gene de diğer çocuklar gibi okulun bahçesinde koşup eğlenmek, doğum günü pastasını üflemek, herşeyden önemlisi doğum günü ikramlarından doya doya yemek isterdi.

Bir yıl once aniden soğuk algınlığı gibi başlayan hastalığı uzun sürüp iyileşmeyince, halsizliği devam edince yapılan tetkikler sonunda böbreklerinin çalışmadığı fark edilmişti. Günler geçtikçe bu hayati organlar iyice görevini yapamaz olmuş ve bir süre sonra haftada üç kere diyalize girmek zorıunda kalmıştı küçük kız. Bir böbrek nakli olması gerekiyordu. O zamana kadar kanındaki ürenin temizlenmesi için diyalize giriyordu.

Altı yaşındaki bir çocuk nasıl anlasındı başına gelen olayın büyüklüğünü. Neden hastaneden çıkamadığını, neden yaşıtları gibi yemek yiyemediğini sorduğunda ona anlayacağı bir dilde açıklamıştı büyükleri. Vücüdündeki bir organı çalışmıyordu. Hangi organdı bu çalışmayan, görevini yapmayan. Ona küçük tuvaletini sağlayan organ olduğu cevabına küçük kız ama ben tuvaletimi rahat yapıyorum diye cevap vermişti. Bu yaşta bir çocuğa bunu anlatmak ne zordu, bir de onun anlaması.

Hele haftada üç kere girdiği o makineyi hiç sevmiyordu. Ona ucube rabot adını takmıştı. Ucube rabotun kanını temizlediğimi öğrenince sordu anne babasına. Ağızdan bir hap yutsam kanım temizlenmez mi diye.

Diyaliz makinesinden çıkışta çok halsiz oluyordu. Aynı odada beraber kaldığı arkadaşları ile konuşmak bile istemiyordu canı.

Birbirine yakın yaşlarda dört kız çocuğu kalıyorlardı aynı odada. Zaman zaman hastalıklarını unutup oyun oynuyor ve şakalaşıyorlardı. Bu çok nadir oluyordu. Zira hepsi böbrek hastası olduğundan hep halsiz oluyorlardı.

Sararmış tenleri, çökmüş gözleri ile öyle acıklı görünüyorlardı ki.

O gün de küçük kız diyaliz makinesinden kendi deyimi ile ucube rabottan çıkmış ve odasına getirilmişti. O kadar halsizdi ki uyumaktan başka çaresi yoktu. Belki akşama biraz dirilir ve  bir çizgi film bile seyredebilirdi odadaki televizyonda.

Hava sıcaktı, açık penceren içeri giren ılık rüzgar hastane bahçesinden neşeli insan konuşmaları getiriyordu. Birden uykuya daldığını hissetti küçük kız. Etraftaki sesler bir ninni gibi gelmişti diyalizden çıkmış yorgun bedenine.

Tam uykuya dalarken bir ses duydu. Harika bir müzikti çalan. Neşeli, adeta bir çizgi film müziği gibi. Notaların dans ettiğini hissetti duyduğu bu müzikte. Uykusu açılmıştı müziği duyunca. Bu harika müziğin nereden geldiğini anlamak için yatağında doğrulmak istedi. Ah bir kalkabilse ve pencereye gidebilseydi. O zaman dışarda çalan bu müziği daha iyi duyabilir, hatta çalan kişiyi de görebilirdi.

Küçük kız bunları düşünürken müziğin gittikçe yaklaştığını fark etti. Birden oda kapısı açıldı ve içeri daha sonra isminin keman olduğunu öğrendiği bir aleti çalan genç bir kız girdi. Onunla birlikte doktor ve hemşireler de odaya doldular.

Kırmızı mini bir elbise giymiş olan bu genç kız acaba bir melek miydi. Sarı, omuzlarına dökülen saçları, kırmızı gözlükleri ile bir Barbi bebeğe de benziyordu sanki....

Genç kız elindeki aletten harika sesler çıkartıyordu. Bir ara çaldığı müziğe ara verdi ve odadaki hasta çocuklarla konuşmaya başladı. Adeta şarkı söyler gibi sakin ve melodili bir ses tonu ile çaldığı bu aletın keman olduğunu, Mozart adlı bir bestecinin bir eserini yorumladığını anlatıyordu. Mozar'tın onların yaşında müzik eğitimine başladığını anlatırken ufak ve komik öyküler de katıyordu konuşmasına.

Genç kızın bu neşeli ve mutlu hali bir süre sonra odadaki çocuklara da yansıdı ve hepsi birden sorular sormaya, gülüşmeye başladılar.

Kısa bir süre önce gam ve hastalıkla dolu olan bu oda bir anda neşeli bir çocuk yuvasına dönüşmüştü sanki.

Küçük kız yatağında doğrulmuş, oturmuştu, Sürekli keman çalan ablaya bir şeyler soruyordu. Birden odadaki diğer çocukların da kendisi gibi olduklarını fark etti.

Sanki odaya bir sihirli değnek değmiş ve bütün hasta çocuklar iyileşmişti. Müziğin harika gücü hasta ve ümitsiz çocukları bir anda ümitli ve mutlu birer küçük insan haline getirmişti.

Yukarda yazdığım olay bir öykü değil.

9 Haziran 2015 günü A.B.D Florida Eyaleti Pensacola'da bir öğleden sonra Pensacola çocuk Hastanesinde geçiyor.

Pensacola'da yaşayan kemancı kızım Dr.Burcu Göker  Pensacola Senfoni Orkestrası'nın bir etkinliği olarak Pensacola Çocuk Hastanesi'nde bir dizi konser verdi. Yataklarından kalkabilen hasta çocukların Hastane salonunda dinledikleri bu müziği yataklarından kalkamyacak durumdaki çocukların da dinleme hakkı olduğu düşünülmüştü Hastane yönetimi ve Burcu Göker tarafından. Burcu Göker tek tek yatmak zorunda olan çocukların odalarını ziyaret ederek onlara müziği ile mutluluk ve umut dağıttı.

Kah böbrek hastası miniklerin kah kanserli çocukların odalarında çaldı kemanı ile, Onlara kemanı tanıttı. Mozartı ve başka bestecileri anlattı. Onların yaşamlarından komik öyküler ekledi müziğine.

O gün Burcu Göker akşam olup da Hastane kapısından çıkarken geri dönüp binaya baktı. Pencerelerde mutluluğun, umudun parlattığı yüzleri gördü. Bazı pencerelerde ise sadece umudu gördü. O pencereler yataklarından kalkamayan çocukların odalarının pencereleriydi.

 
Toplam blog
: 826
: 1068
Kayıt tarihi
: 26.04.11
 
 

Ben emekli bir iktisatçıyım. 21 yıldır bir sanatçı annesiyim. Küçük kızım klasik müziğe eğilim gö..