Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Nisan '10

 
Kategori
Evcil Hayvanlar
 

Benim sevimli köpeğim

Benim sevimli köpeğim
 

Uyuyan Köpek


Bir çocuk masalı gibi bir başlık attım bu yazıya. Çünkü her ne kadar bu yazı bugün yazılmış olsa da tamamen benim çocuk dünyamın izlerini taşıyan anlarla örülü.

Onunla ilgili ilk hatırlayabildiğim beş yaşlarında kadardım. Köpeğin yaşını dedeme sorduğumda; “ seninle yaşıt dedi.” O andan itibaren benim için özel bir yeri oldu. Yaşıt olmamıza çok sevinmiştim. Beraber büyüyecektik.

O kadar görkemli bir köpekti ki çocuk dünyamda onun yerini hiçbir köpek tutamazdı. Siyah burnu, siyahlı grili tüyleri ve o muhteşem bakan gözleri… Bugün bu yaşımda o kadar sevgi dolu ve koruyucu bir bakışı insanlar da bile görmedim.

Köye gitmeyi en çok onu görmek için istiyordum. O, arabamızın eve yaklaştığı andan itibaren kendini fark ettirirdi. Öyle tatlı havlardı ki. Kuyruğunu sallar, arabamızın etrafında dört dönerdi. Biz arabadan indiğimiz andan itibaren üzerimize atlayıp elimizi yüzümüzü yalardı. Aylarca görüşmemiş bile olsak her zaman aynı tepkiyi verirdi. Köye genelde yazları, kuzenlerle beraber giderdik. Bazen hınzırlık olsun diye köpeğimizin kulağını, kuyruğunu çekerdik.(Çocuk aklıyla güya onun güvenini ölçüyoruz.) Bir kere bile bize kızmazdı. Sanki bir sineği silkeler gibi hafifçe kafasını çevirirdi. O zaman anlardık ne yaparsak yapalım bizi ısırmayacaktı. Tam bir oyun arkadaşı ve tam bir yoldaştı.

Bugün bile kuzenlerle bir araya geldiğimizde o bizim sohbetimizin başkahramanıdır. Hemen herkesin onunla ilgili anlatacak bir öyküsü vardır.

Köpeğimizin ismi hiç olmadı. Ben bir isim önermiştim ama dedem bana gülüp: “itin ismi mi olur?” demişti.


Bağ, bahçe köyümüzün üç beş kilometre dışında bulunurdu. Bizlerde bahçeye yürüyerek keyifli bir şekilde giderdik. Ne hikmetse köpeğimizin adı yoktu ama her bir bahçenin adı vardı. Köyün kuzeyindeki bahçenin adı İncilce, batısındaki Ümmetler Pınarı, güneyinde ki Deli Hasanlı, doğsun da ise Dillala vardı. Bahçeye kimi zaman ot yolmaya, kimi zaman çapa yapmaya, kimi zamanda sebze ve meyve toplamaya giderdik. Yanımızda yiyecekte götürürdük ama yiyeceğimizin yarısını köpeğimizle paylaşırdık.

Bahçeye gitmek için yola çıktığımızı, köpeğimiz hemen fark eder, bizden önce yola düşerdi. Başlardı önümüzden yürümeye, sağlamcıydı da hani, arada bir durur geliyor muyuz diye dönüp arkasına bakmayı da ihmal etmezdi. Biz çalışırken, ön iki ayağını uzatır, başını da ayaklarının üzerine yaslar sessizce yatardı. Bazen gözünü kapatır, ufak bir çıtırtıda da hemen dikkat kesilirdi. Çocuklarla oyun oynamaya başladığımızda oyuna dahil olmak için olmadık muziplikler yapardı. Kulaklarını dikip, ayağa kalkar, dikkatle gözlerimizin içine bakarak, bizden komut beklerdi.

Onun olduğu her yerde kendimizi güvende hissederdik. Sanırım büyük bir koruma iç güdüsüyle yabancı gördüğü insanları ne eve, ne de bahçeye yaklaştırırdı. Köylüler uzaktan bize seslenir: “azman köpeğinizi tutun da gelelim.” derlerdi. (tabii onlar azman itinizi derdi ) Biz de: “ tamam tamam aferin oğlum” diyerek tutardık.

Bazen bizim de pek sevmediğimiz bir ziyaretçimiz olursa köpeğimizin onu engellemesinden hınzırca keyif alırdık.

Bazen köpeğimiz birkaç gün kaybolurdu. Döndüğünde ise içler acısı bir halde bulurduk. Yara, bere içerisinde. O zaman samanlığa saklanır ( karanlıktı orası) günlerce çıkmazdı dışarı. Sanki ihtişamı yerle bir olmuş gibi mahçup, yanına yaklaştığımızda çok belli etmeden iniler ancak, biz uzaklaşınca daha acı sesler çıkarırdı. Dedem bizim üzüldüğümüzü görünce; “ merak etmeyin o kendi yarasını kendisi iyileştirir.” derdi. Ne veteriner çağırmak ne de geceleri köpeklerle kavga etmesin diye onu bağlamak kimsenin aklına gelmezdi. O özgür bir köpekti ve tamamen doğal yaşam içerisindeydi.

Gençlik yıllarımızda köye daha az gider olduk. Dedem de oldukça yaşlandığı için ona daha fazla bakamamış, komşumuza vermiş. Komşumuzun evinin önünde köpeğimizin beklediğini öğrendiğimde çok kırılmıştım. O bizim asil köpeğimiz, kahramanımız başkasının evinin önündeydi. Ben dedeme küskün küskün baktığım da: “Dedem ne yapayım, hayvanın dişleri kalmadı. Ona uygun yiyecekte önüne koyamıyoruz. İsmail de onu seviyor, ona iyi bakıyor.” demişti.

Sonra çok fazla zaman geçmeden köpeğimizin ölüm haberini aldık. Günlerce göz yaşı döktüm. Dedeme onun ölüsünü ne yaptığını sorduğumda: “ yavrum ağlaya ağlaya bahçeye gömdüm. Çok ihtiyardı.” demişti.

Köpeğimiz on sekiz yıl yaşadı. Onu kaybettiğimizde bende on sekiz yaşındaydım. Ve o günden sonra bir daha köyümüze gitmedim. Benim için onun gidişiyle beraber köyümüzdeki güzelliklerde son bulmuştu.

 
Toplam blog
: 26
: 349
Kayıt tarihi
: 19.03.10
 
 

 Her tür sanatın izleyicisiyimdir. Özel ilgi alanım içerisinde edebiyat önemli bir yer tutmaktadı..