Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mayıs '13

 
Kategori
Deneme
 

Benim şiire olan aşkım onun hediyesidir.

Benim şiire olan aşkım onun hediyesidir.
 

Cahit Sıtkı Tarancı - Nazan Şara Şatana


Cahit Sıtkı Tarancı’ya göre şiir:

Kelimelerle güzel şekiller kurma sanatıdır.

Benim hayatımı şekillendirenlerden biridir Cahit Sıtkı Tarancı…

Ben onun şiirlerinin nerede ise hepsini ezberlemiştim. Heryerde okurdum, şiir iyi okurmusunuz sorusuna; okutsunlar bende Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirlerinden birini okurum diye heveslenirdim. Her daim cebimde onun bir şiiri ile gezerdim. Hatta ben onun şiirlerini çok küçük yaşımda şarkı haline getirmiştim. Aslı bestelemektir de benim çocuk kalbim o zamanlar nereden bilsin besteyi ve beste yapmayı. Şarkılaştırmıştım buda benim o zamanki anlatımıma çok yakındı.

Neydi hangi şiiriydi bilmiyorum, bildiğim onun kıymetlerinden biriydi.

Şair; beni yönlendirmiştir mutlaka, bana akıl öğretmiştir, bana yol göstermiştir. Bazen görmeden geçtiklerimin acısını hissettirmiştir.

“Dur hayatın içinde ol, dışına çıkma nasıl olsa bir gün dışında olacaksın” der gibi yazdıkları ile bana mesajlar göndermiştir…

O demişki:

 

Memleket isterim

Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;

Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

 

Memleket isterim

Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;

Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

 

Memleket isterim

Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;

Kış günü herkesin evi barkı olsun.

 

Memleket isterim

Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;

Olursa bir şikâyet ölümden olsun.

 

O hep acılardan mı söz etmiş.

Yoksa gördüklerini aktarırken eklemeler yapmamış, süslememiş, ne gördü, ne duydu ise onumu yazmış?

“Kelimelerle güzel şekiller kurma sanatıdır.”

Demiş şiirler için,  şiirleri için…

 

Onun ölümü çok işlediğini bilen kalemler; defalarca işlemişlerdir onun acı ile olan muhabetini… Şiirlerinde mutlaka hüzün vardır bu doğru, fakat gerkçekleri de söylemez mi? Ben onun otuz beş yaş şiirini orta okulda iken ezberlemiştim. O zamanlar ne sıkıcı ve ne uzun gelmişti. Gençliğe atılan ilk adımlarda otuz beş yaş çok uzaklarda iken, o yaş çok yaşlı iken, onu okumak lezzetli gelmemişti haliyle çocuk ruhuma. Yolun yarısı eder demişti ya ben hatırlıyorum da ne çok düşünmüştüm; annemle babam kaç yaşındalar daha ne kadar ömürleri var diye...

Oysa her ikisinin de ömürlerinin yarısı olamadı otuzbeş yaş…

 

Delikanlı çağımızdaki cevher demiş ya ilavede etmiş; yalvarmak, yakarmak nafile bu gün, gözünün yaşına bakmadan gider.

Burada o kadar çok anlamamız gereken satır araları varki. Zamanı durdurmak ne mümkün! Hele yaşadığımız bu zamanlarda, zamansızlığın çok ileri olduğu bu günlerde!

Sonra o bir şiirinde diyorki; tutsam ellerinden ağlarsın. Ben bunu çok düşünmüştüm.

”Nasıl yani, niye ağlayacak, ne acısı varki, ne acı verecekki?”

Sonra daha bir dikkat etmiştim, birkaç kereler, birkaç zamanlar...

Hak vermiştim.

Bazen tutan el tuttuğu eli üşütmez mi? Üşütür…

 

Benim şiire olan aşkım onun hediyesidir.

 

“Tutsam ellerinden ağlarsın.
Benek benek büyür karanlığım.
Nokta nokta korkutur seni.
Tutsam ellerinden; ağlarsın”

 

Neden ağlayacak yareni, neden korkacak sevdiği? Düşünür bulmaya, öğrenmeye çalışırdım. O diyorki;


“Toprak kokar avuçlarım, kan kokar.
Ben hoyrat gecelerde boy atmış fidan,
Boz bulanık sularda yıkanmış, arınmışım.
Geceleri çok yakınım yıldızlara,
Işığa çıkınca bir karışım.“

Ben şiir yazmaya başladığımda ondan çok esinlenmiş, bir cümlesi için saatlerce düşünmüş, bir kelimenin içinde neler var diye çok kafa yormuştum. Nasıl yormazsınız, bir solukta okur geçersiniz. O öyle yazmıyorki, o öyle soluk aralarında bir nefes alır gibi okuyun ve geçin demiyorki. O düşünün diyor, anlayın, bilin, uyanın. Hayat hiçde o kadar toz pembe değil, hayat hiçde o kadar kolay değil.

Zorluklar; anlatılarının içinde, şiirlerinin dirhemlerinde, yazdıklarının baş köşelerinde…

Gece gecemden büyük…

Ben bunu çok düşünmüştüm. Ne demek istemişti?

 

“Gece gecemden büyük,

Acısı acımdan derin…”

 

İşte o zaman anlamıştım söylemek istediklerini! Diyordu ya:

Şiir; Kelimelerle güzel şekiller kurma sanatıdır.

 

Duygu yoğunluğu böyle bir şey... Hepimiz yaşıyoruz, görüyoruz, duyuyoruz, hissediyoruz. Kimimiz bakmakla kalmıyor görüyor, kimimiz aldırıp geçmiyor, aldırıyoruz. Düşünüyoruz. Hatta çok düşünüyor hasta oluyoruz. İyide bu elde değil ki, ruhta gizli. İstesende istemesende seninle, yoruldum git desende seninle. Senden bir parça veya sen tümüyle sen olmuşsun o halde!

Ben onun bir aşk şiirini ezberlemiştim. Gençliğimin kavak yelleri estiği dönemlerdi… Böyle bir aşk aramıştım belkide. Belkide o şiir hayatımın arayışlarına sebep olmuştu. Belkide o şiir yazı yazmama, âşıkların dilinden anlamama neden olmuştu. Belkide o şiir aşkın büyüklüğüne ikna etmişti beni. Cahit Sıtkı Tarancı diyordu ki:

Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini…

Devam ediyor yazar da ben devam edemiyorum…

Hangi âşık böyle bir sesleniş istemez?

Biri banada desin demez mi?

“Rüzgârların en ferahlatıcısı sende esiyor.”

Sonra ilave etmiş:

“Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini.”

Düşünün lütfen sevginin büyüklüğünü? Denizin bile demiyor denizlerin diyor. Aradaki incecik ayrıma lütfen dikkat edin.

“Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,

Senden kopardım çiçeklerin en solmazını.”

Bu nasıl bir iştir?

Çiçeklerin en solmazı nasıldır? Neden solmaz, hangi çiçeklerdir?

Elbetteki gönlündeki çiçekler, elbetteki yeşil ormanın içinde en kuytularında yalnızlığının içinde tek sevdiği ile…

Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini…”

 

Bir başka okuyan, anlayan, hisseden başkalara yorar bu kelimeleri, bu cümleleri, içinden bal akan bu şiiri. Belki derki bu başka bir şey, bu aşkın ötesinde bir anlatı, bu aşkın kutsallığının en iyi betimlemesi, bu farklı, bu büyük, bu muhteşem, bu kutsal...

Bende derim ki:

“Evet…”

 

Bitmiyor devam ediyor…


Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
Desem ki...
İnan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.

Burada yine ara vermeden geçmeyeceğim. Kalbim kaldırmıyor, gönlüm geçmek istemiyor. Bir sevgiliye nasıl hissedilirde kelimeler şekillenir, kıymet olur, değer olur, acı olur, tatlı olur, aşk olur, hasret olur, hayat olur…

 

Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen,
Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.”

http://www.youtube.com/watch?v=uuFVmNZHM6U

Onun hayatını incelediğinizde; kolay yaşanmış bir ömür olmadığını anlıyoruz. Büyük hedefleri olmuş, başarmış. Şiire küçük yaşta sevdalanmış, gerisi boş kalmış…

Onun hayatını özetlemek istemiyorum.

Ben onu kalp sesini, ruhunun aktardıklarını anlatmak istedim sizlere.

Ben benim gibi kimbilir kimlerin hayatlarında bir işaret olarak girdiğinden söz etmek istedim.

Bir detayı daha söyleyeceğim.

Bazı şiirleri o yıllarda, çocukluumda, gençliğimde çok kıymetli oldukları halde şimdilerde yalın kalıyor, yeteri kadar ifade edemiyor bana anlatmak istediklerini.

Faka ne gariptirki; Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirleri dün yazılmış gibi taze…

Bunun yanı sıra çook eskilerden kalmış gibi kıymetli…

Yine onun kıymetli sözleri ile veda edeceğim…

 

Bir havuz kenarında yan yana oturmuşuz;
Bu su bizim gölgemiz, biziz şeffaf ve temiz.
Su sesine uyarak bir şarkı tutturmuşuz,
Açılan güller gibi suda gönüllerimiz.

Ne vakitten beridir burada oturmuşuz?
Dünden, hatta bugünden bile yok haberimiz.
Yaşamanın en güzel noktasında durmuşuz,
Bir huzur ahengine dalmış gönüllerimiz.

Uyanabilir miyiz sanki böyle rüyadan?
Asırlar kadar uzun, müphem ve tatlı bir an,
Biz o kadar sarhoşuz, o kadar sarhoşuz biz!

İşte gözlerimizde bu suyun derinliği,
İçimizdedir işte bu suyun serinliği;
Biz o kadar, o kadar birbirimiziniz.

 

CAHİT SITKI TARANCI

 

 

Nazan Şara Şatana

 

Cahit Sıtkı Tarancı(2 Ekim 1910, Diyarbakır- 13 Ekim 1956, Viyana), Türk şair, yazar.

 

Cumhuriyet dönemi Türk şirinin en önemli şairlerinden birisidir. En ünlü şiirleri "Otuz Beş Yaş" ve "Memleket İsterim" ‘dir.

 

2 Ekim 1910’da Diyarbakır’da dünyaya geldi. Babası, Diyarbakır'da ticaret ve ziraatle uğraşan köklü Pirinçcizadeler ailesinden Bekir Sıtkı Bey; annesi, babasının amca kızı Arife Hanım'dır. Ailesi, ona “Hüseyin Cahit” adını verdi.

Akrabaları “Pirinççioğlu” soyadını aldığı halde Soyadı Kanunuçıktığı yıl pirinç ekiminden çok zarara uğrayan babası Bekir Sıtkı Bey, bu duruma kızarak “çiftçi” anlamına gelen “Tarancı” soyadını almıştır.

 

Diyarbakır'da başladığı ilk eğitimin ardından aile geleneğinden ötürü orta öğrenim için Kadıköy Fransız Saint Joseph Lisesi'ne gönderildi.

Lise öğrenimi için 1931 yılında Galatasaray Lisesi'ne geçti.

Fransızcayıçok iyi öğrenerek Baudelaire, Rimbaud, Mallarme'yi özümsedi.

Şiir yazmaya lise yıllarında başladı.

İlk şiirleri Galatasaray Lisesi’nin “Akademi” isimli dergisinde ve Servet-i Fünun dergisinde yayımlandı.

Ömürboyu yakın dost olacak Ziya Osmanile 1928–1929 yılında okulda tanıştı.

 

1931’de girdiği Mülkiye Mektebi'nden ikinci senenin sonunda atılınca Yüksek Ticaret Okulu'na girdi ancak memuriyet sınavını kazanıp Sümerbank’ta çalışmaya başladıktan sonra bu okuldan da ayrılmak zorunda kaldı.

“Ömrümde Sükût” adlı ilk şiir kitabı henüz Mülkiye Mektebi’nde iken yayımlandı.

 

Karabük, ZonKarabük’e atanması üzerine Sümerbank’ta başladığı memuriyetten ayrıldı; çalışma hayatını öykülerini yayımlamakta olduğu Cumhuriyetgazetesinde sürdürdü.

 

Cumhuriyet Gazetesi sahipleri Nadir Nadiile Doğan Nadi'nin desteği ile Üniversite yüksek öğrenimini tamamlamak üzere Paris'e gitti.

1938–1940 yılları arasında Sciences Politiques'e devam etti.

Paris'teyken Paris Radyosu'nda Türkçe yayınlar spikerliği yaptı; bir yandan da gazeteye öyküler göndermeye devam etti.

Paris’teki öğrenciliği sırasında Oktay Rıfatile tanıştı.

 

İkinci Dünya Savaşısırasında Alman uçakları 1940 yılında Paris’i bombalamaya başlayınca öğrenimini tamamlayamadı; bisiklet ile kaçarak Lyonve Cenevreyoluyla Türkiye'ye geri döndü.

 

Askerliğini 1941–1943 yıllarında Ege'nin küçük kentlerinde yaptı.

Ünlü “Haydi Abbas” şiiri, askerlik döneminin bir ürünüdür.

 

yıllarda ailesi artık İstanbul’a yerleşmişti; bir süre babasının Eminönü’deki ticarethanesinde çalıştı ancak içki sorunları yüzünden babası ile arası açılınca Ankara’ya gitti.

Sırasıyla Anadolu Ajansı'nda, Toprak Mahsulleri Ofisi'nde ve Çalışma Bakanlığı'nda tercüman olarak çalıştı. “Otuz Beş Yaş” şiiri ile 1946'da CHPŞiir Ödülü'nde birincilik aldı ve yurtçapında tanınan bir şair oldu.

 

Çalışma Bakanlığı'ndaki görevi sırasında tanıştığı Cavidan Tınaz ile 4 Temmuz 1951’de evlendi. Evlendikten sonra yazdığı şiirlerini “Düşten Güzel” adlı kitapta topladı.

 

1953 yılında geçirdiği bir krizden sonra felç oldu.

Yatağa bağlı ve yarı bilinçli durumda olan şair; İstanbul ve Ankara’da çeşitli hastanelerde tedavi gördü; bir yıl kadar Diyarbakır’daki baba-evinde bakıldı.

 

1956 yılında tedavi ettirilmek üzere devlet tarafındanAvrupa'ya götürüldü; zatülcenp hastalığına yakalanarak 12 Ekim 1956’da Viyana'da vefat etti.

 

Cenazesi Ankara’da Cebeci Asri Mezarlığı’na defnedildi.

 

Arkadaşı Ziya Osman’a yazdığı mektuplar 1957’de “Ziya'ya Mektuplar” adıyla yayımlandı.

 

Kitaplarına almadığı şiirlerle şiir çevirileri ve kendisi için yazılanlar “Sonrası” adlı kitapta toplanarak 1957’de yayımlandı.

 

Ailesinin Diyarbakır’daki evi 1973 yılında "Cahit Sıtkı Müze Evi" olarak ziyarete açıldı.

 

Öyküleri, “Cahit Sıtkı Tarancı Hikâyeciliği ve Hikâyeleri" adıyla Selahattin Önerli tarfından 1976'da kitaplaştı.

 

Şairi anlatan kapsamlı bir araştırma, Prof. Dr. Ramazan Korkmaz tarafından 2002 yılında 2İkaros’un Yeni Yüzü – Cahit Sıtkı" adıyla yayımlanmıştır.

 

Edebi yaşamı

Şiir yazmaya lise yıllarında başlayan Cahit Sıtkı’nın Fransız okullarında okumuş olmasının etkisiyle ilk şiirlerinde Fransız şairlerin üsluplarıyla benzerlikler görüldü.

 

Kimileri 'Muhit' ve 'Servet-i Fünun/Uyanış' dergilerinde yayımlanan ilk şiirlerini 1933 yılında yayımlanan Ömrümde Sükut adlı kitapta topladı.

Otuz Beş Yaş şiirinin, 1946’da, Cumhuriyet Halk Partisi’nin düzenlediği, yarışmada birincilik kazanmasıyla ününü pekiştirdi ve Cumhuriyet Dönemi’nin önemli şairleri arasına girdi.

 

Sanat için sanatilkesine bağlı kaldı.

Ona göre şiir, kelimelerle güzel şekiller kurma sanatıdır.

Vezin ve kafiyeden kopmamış; ama ölçülü veya serbest, her türlü şiirin güzel olabileceği inancını taşımıştır.

Açık ve sade bir üslubu vardır.

Çoğu gerçeğe bağlı olan mecazları, derin, karışık ve şaşırtıcı değildir.

Uzak çağrışımlara ve hayal oyunlarına pek itibar etmemiştir.

Zaman zaman bazı imaj ve sembollere başvurmuştur.

 

Şiirlerinde en çok yaşama sevinci ve ölüm temalarına yer vermiş, nedense hep ölümün üstüne gitmiştir.

Ayrıca yitik aşklar, mutlu sevdalar, yalnızlık, yaşadığı bohem hayatın buruklukları, çocukluk özlemi de şiirlerine konu olmuştur.

 

Şiir kitapları

Ömrümde Sükût(1933)

Otuz Beş Yaş(1946)

Düşten Güzel(1952)

Sonrası(1957)

Mektupları

Ziya’ya Mektuplar(Ölümünden sonra 1957. Ziya Osman Saba'ya mektupları)

 

Öykü kitapları

Gün Eksilmesin Penceremden(Ölümünden sonra derlendi)(vikipedi)

http://www.youtube.com/watch?v=sAW6HR5gyNU

 

http://www.dailymotion.com/video/xj1422_tutsam-ellerynden-aylarsin-cahyt-sitki-taranci-yorum-ahmet-faruk-nalbantoylu_music#.UYIcPEre_is

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....