Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Kasım '09

 
Kategori
Spor
 

Beşiktaş-Fenerbahçe derbisinin güzellikleri ve eski başlangıçlar!

Beşiktaş-Fenerbahçe derbisinin güzellikleri ve eski başlangıçlar!
 

Trabzonspor teknik direktörü Hugo Broos gönderildi. Beşiktaş–Fenerbahçe derbisi ile ilgili yazdığım yazının en sonuna şu cümleyi eklemiştim.

Buradan bütün takımların çıkaracağı bir ders vardır. O da istikrardır. Bugün Trabzonspor’un Beşiktaş modelinden bir örnek alması gerekiyor. Mustafa Denizli’nin farkı da ağırlığından kaynaklanıyor.”

Bu satırların yazıldığı sırada henüz Kasımpaşa–Trabzonspor maçı oynanmamıştı. Ancak Trabzon şehri bütün hafta boyunca yeni bir uğurlamaya hazırlanıyordu. Açıkçası Broos’u yakından tanımıyorum; üstelik toplasam en fazla beş maçını izlemişimdir. Son maçı da radyodan dinledim. Maç 2-1 olunca bu işin bittiğini aklımdan geçirdim. Bir taraftan da bu yazıyı üç gün öncesinden şekillendiriyordum. Yani bu yazının merkezinde Broos'a duyulan bir sempati falan yok...

Sporumuzda bir kalite sorunu yaşıyoruz. Ancak bu hiç bitmek bilmiyor. Sadece kalite olsa iyi istikrar, başarıyı yakalamada çok güçlük çekiyoruz. Şimdi burada on yıl önce kazanılmış bir kupa ile ilgili bir yorum yapacağım, tonla yanlı geri dönüş gelecek. Ama bir gerçek var. Sorun bir kupanın her iki üç yılda bir kazanılması da değil. O turnuvalar içinde gidebildiğin yere kadar gitme "devamlılığından" söz ediyorum. Sadece tek takım üzerine konuşmak da mantıklı değil. Örneğin bir sene A, diğer sene B, sonra C takımı çıkar en azından Avrupa’nın ilk sekiz takımı arasına girer.

Ne yazık ki böyle bir tablo yok elimizde. Şöyle istatistiklerimiz var.

UEFA Kupasını ilk kazana Türk takımı…

Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynayan ilk Türk takımı…

Şampiyonlar Ligi’ne en fazla katılan Türk takımı… Ancak o gruplardan kaç defa çıkmış cevabını bizi ilgilendirmiyor

Hep bildiğimiz gibi, elli yıldır aynı kafa ve zihniyetle gelebildiğimiz yer burası işte…

Avrupa’nın en kariyerli teknik adamlarına “Antrenör bile değil.” yakıştırması yapıyoruz. Üstelik bu yakıştırmayı yapan zihniyet dışarıdan modern görünüşlü de olsa elli yıllık!

13 maçta bir teknik adamı doğduğuna pişman edip, paketleyip gönderiyoruz.

Buradan gönderdiklerimizin birçoğu gittikleri ülkelerde kariyerlerinin en tepe noktalarına ulaşıyor.

Bizim bir spor felsefemiz yok. Spora yaklaşımımızda çok ciddi akli sıkıntılar yaşıyoruz.

Galatasaray belki de tarihinin en büyük skandallarından birini yaşıyor; o kulübün başkanlarından biri çıkıp bunun Fenerbahçe’nin bir komplosu olma ihtimalini gündeme taşıyor. Ortada tam bir kandırmaca, yalan ve sahtekârlık varken; bunun altında başka bir şey arama duygusundan, paranoyasından bir türlü kurtulamıyoruz. Hani ilkel insanların ilk çağlarda açıklayamadıkları şeyleri başka varlıklara yükleme totemi gibi...

Bir başka biri de çıkıp, dün akşam saatlerinde gazetelere yansıyan; Fransa’da yayınlanan l'Equipe gazetesi kaynaklı “Fenerbahçe’nin şike yaptığına” ilişkin haberin Fransa bağlantıları kanalıyla Galatasaray tarafından servis edildiğini pekala iddia edebilir.

Bu bizi bulunduğumuz konumdan bir adım öteye taşıyamaya yetmiyor işte!

Oysa bütün referanslarımız, düşünme şablonlarımız, alışkanlıklarımız, yaklaşımlarımız, düşüncelerimizin kendisi, mantık yürütmelerimiz, belki sahip olduğumuz değerler, inançlarımız hepsi yanlış, çoğu saplantılar üzerine kurulu.

Kimi bunu büyük bir bıkkınlıkla karşılayarak “artık sporla ilgilenmediğini” ifade ediyor. Özellikle de bunlar kaos anlarında zirve yapıyor. Örneğin Galatasaray-Fenerbahçe basketbol maçından sonra…

Bütün bunlardan vazgeçtiğimizde elimizde hiçbir şey kalmıyor oluşundan korkuyoruz belki de. Bugüne kadar bizi var eden gerçeklikler bunlar. Başka bir şekilde var olmak mümkün değil.

Hayır! Öyle değil.

Sporun her noktasında başarının yolu “devamlılıktan” geçiyor. Anahtar kelime devamlılıktır. Vazgeçmemek, yılmamak; her kim olursa olsun sporcusunun, teknik adamının, yöneticisinin sonuna kadar arkasında durmak çok önemli bir kararlılık olmalı.

Her ne olursa olsun sporun içinde kalabilme felsefesiyle elbette…

Beşiktaş- Fenerbahçe karşılaşması bu anlamda çok önemli mesajlar taşıyordu. Çok temiz bir maç oldu. Özellikle Fenerbahçe tarafından hakemle ilgili tek bir yorum gelmedi ki 40 yaşımı sürdüğüm şu zaman diliminde böylesi bir olgunluğu taraftarı olduğum Fenerbahçe’den görmek beni şaşırttı. Maçla ilgili yazarken, Fenerbahçe’nin verilmeyen penaltısı hiç aklıma gelmedi. Beşiktaş’ın attığı üçüncü golün ofsayt olmasını konuşmadığımız gibi futbolcular da sahada takılmadılar.

"Hakem konuşmuyor olmak ne kadar rahatlatıcı bir şeymiş" diye hissetmenin keyfini sürüyoruz bu hafta...

Aziz Yıldırım çevresindeki bütün Beşiktaş taraftarının kendisine yönelik alaylarına karşılık maçın sonuna kadar yerinde oturdu. Aziz Yıldırım bu oturuşuyla “tek yolun kazanmak” demek olmadığını da taraftarına göstermiş oldu. Taraftarlar böyle mesajları çok iyi algılar.

Fenerbahçe ile Beşiktaş arasında son iki senedir böyle bir yakınlaşma var ve bunun iki başkanın da katkılarıyla bu noktaya geldiğini görebiliyoruz. Başkanlar birbirleriyle kucaklaşırken dışarıda da kavga olmuyor haliyle. Fenerbahçeli bu yenilgiyi kabullenebiliyor ki doğal olanın da bu olduğunu düşünüyorum.

Fenerbahçe taraftarının takımını çağırıp, gönlünü alması ayrı bir görsellikti...

Ancak Broos’un gönderilmesi bu haftanın kara tahtasına yazılacak bir gelişme oldu. Bir sürü futbolcu kadro dışı bırakıldı. Cezalar kesildi. Trabzonspor bilindik bir görüntüye büründü.

Oysa Broos-Metin Diyadin ikilisinden yepyeni bir model oluşturulabilirdi. Trabzonspor bir sezonu bir teknik direktörle tamamlama devamlılığını göstermiş olsaydı belki bu seneyi değil ancak önümüzdeki sezonu kesinlikle kazanırdı. Metin Diyadin benim çok sempatiyle baktığım bir yardımcıydı. Onu kenarda izlemek, heyecanını gözlemlemek gerçekten hoştu. açıkçası başarılı olmasını da arzuluyordum; hatta bir kaç yıl içinde Trabzonspor'un başına geçebileceğini de... Şimdi onun hayalkırıklığına ve üzüntüsüne ortak olmaya çalışmaktan başka bir şey yapamıyorum.

Beşiktaş’ın tekrar yükselişindeki temel etken Mustafa Denizli’nin olağanüstü taktikleri falan değil; devamlılığıdır. Türkiye’de hiçbir gücün onu bulunduğu konumdan kendisi istemedikçe indiremeyeceğinin futbolcu, taraftar, yönetim ve kamuoyu üzerinde yarattığı etkidir. Aynı şeyi Fatih Terim için de söyleyebiliyoruz.

Ancak o Mustafa Denizli’nin Beşiktaş’ın başına gelişi doğru muydu? Bugün Fatih Terim’in yerine bir ikinci adam koyabiliyor muyuz?

Bu durum onları mutlu ediyor olabilir ancak her ikisinin de geleceğe birer isim bırakma borcu yok mudur?

Biliyorum bu son yazdığım cümle her ikisinin misyonunu da aşıyor. Ancak sanırım ne demek istediğimi doğru ifade edebiliyorum.

Sporumuzda her anlamda devamlılığı sağlayabildiğimiz zaman kuşkusuz o çok özlediğimiz başarı da gelecektir.

Trabzonspor bu anlamda en kötü örnek olmayı sürdürüyor.

Uzay Gökerman

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..