Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Nisan '12

 
Kategori
Anılar
 

Beyoğlu 5: Hasköy, Sarıyer..

Beyoğlu 5: Hasköy, Sarıyer..
 

 

22.Mart.2012.Perşembe

Sonra yattık kalktık… Bir de baktık ki sabah olmuş.  Ondan sonra bir türkü tutturdum:

“Sabah oldu yine Sunam uyanmaz
Hasret çeken gönül derde dayanmaz
Çağırırım Sunam sesim duyulmaz
Uyan sunam Uyan derin uykudan..”

Deyince sevgilim uyandı; sonra normal gün başladı.
Kahvaltıyı, Hacı Osman’daki evin arka penceresinde kiraz aracının dalları arasından , altta kalan mahalleleri, araçları, korulukları seyrederek  yaptık.  O zamana kadar çocuklar çoktan kaçıp, işlerine gitmişlerdi.

“Sevgilim bu gün nereye gitmek istiyorsun?”   Normal cevap nedir?   “Sen bilirsin bey..!”   Yok o, illaki   “Sarıyer..  der”   Çünkü rutinde her zaman ilk orası vardır.

Çıktık dışarı. Çok güzel bir gün. Pırıl pırıl bir İstanbul havası. Kim uğraşacak, otobüsle filan…

“Taksi..”   Telefondan beş dakika sonra taksi kapıda.  Hop…  ver elini Boğaziçi  ve Boğaziçi şıngır mıngır önümüzde . İstinye, Tarabya filan derken, İşte Sarıyer…  Sarıyer de bizi çeken nedir? Belki de çocukluktaki anılar. Onun da babası İstanbul a geldikleri zaman mutlaka Sarıyer e onları getirirmiş, sonra orada işte meşhur Sarıyer Böreği yenirmiş, ve ondan sonra da o ünlü Muhallebici de Tavuk Göğsüne talim edilirmiş.

Biz de babamızla gelirdik.  Börek yerdik ; ondan sonra da Keşkül-ü Fukara yerdik, nedense. Ondan sonra babam bizi alır , taa Hünkar Suyu’na götürürdü.  Orada Parklar, bahçeler vardı. Fakat sonradan ben oraların yerini unuttum. Şimdi neresi orası deseler, bilmem.!

Evet, Sarıyer e geldik. Deniz kıyısındaki  gazinoda oturduk. Tavşan kanı çayımızı içtik . Öf anam öf..  Keyfe bak be..  Sonra mutat, Sarıyer turumuzu atmak için kalktık. Orada kıyıda dosta düşmana karşı çok güzel bir Atatürk heykeli vardır. O heykeli kimler  korur bilir misiniz? Kuşlar…  Evet, önce martılar iner beklerler, sonra nöbeti güvercinler alır.  Ondan sonra da kargalar…  Ama çeşitli kuşları Atatürk’ün çevresinde cıvıl cıvıl görmek ne zevktir.. Benden tavsiye,  gidin görün onları. Ben o Atatürk’ün hiç kuşsuz olduğunu görmedim.

Sonra , kıyıdaki süslü çeşmenin önünde poz verdik; balıkçılara uğradık, balıkları kokladık.  Ara sokaklardan bizim muhallebiciye gelip, girdik. Hanım , tavuk göğsü istedi (abonedir..!) Ben ne istedim bilin bakalım? Profitrol.  Diyeceksiniz ki, Sarıyer muhallebicisinde , be adam Profitrol yenir mi ? Eeee..  Keyfimin kahyası mısınız? Keyif benim , zevk benim , 325 derece diyabetik şeker benim.. Gerisini Allah düşünsün!

Neyse, Sarıyer  görevimiz bitti..(Muhallebimizi yedik , kuşların resimlerini çektik, daha…) Sonra otobüs geldi, Beşiktaş’a…  Ben de dedim ki, kıyıdan kıyıdan, siya siya Boğaziçi’nden gideriz. Gemileri, denizi filan seyrederiz. Öyle değilmiş: Tarabya’dan sonra, galiba İstinye’den bir yerlerden içeri saptık ; ondan sonra yüksek yüksek binaların önünden geçtik aşağıya, Beşiktaş’a indik. Beşiktaş Çarşı’sında biraz eğlendik.  Kara Kartal’ın heykelinin altında  Sarı-Kırmızılı formamızı göstermeden resim çektirdik.  Bir otobüsle, Kabataş’a, sonra Finüküler’le Taksim’e .   Biraz oyalandık oralarda…  Tramvay’la tünelin önüne.  Oradan  aşağıya.  Çok klasik bir tur oldu değil mi? Şimdi bilin bakalım nereye? İmkan yok tahmin edemezsiniz. Tünelin önünden bir taksiyle  Kasımpaşa- Hasköy deki   “Rahmi Koç Bilim Müzesi” ne gittik.

Ben ilginç olacağını biliyordum ama eşim, bayıldı...bayıldı.  Gerçekten çok güzel düzenlenmiş bir Müze. Gördük ki okullar, öğretmenler, sıra sıra burasını ziyaret ediyorlardı.  En çok da Padişah Sultan Aziz’in vagonu çok hoşuma gitti , resim üzerine resim çektirdim.

Tam adıyla  “Rahmi M. Koç Müzesi” ni doya doya gezdikten sonra (Ama aslında bir günde gezip bitirilecek gibi değil) dışarıya çıktık. Durakta otobüs bekliyoruz. Şimdi İstanbul otobüs duraklarında ilginç bir yenilik var. Otobüs Duraklarının duvarındaki bir levhada, Durağa gelecek olan ilk otobüsün kaç dakika sonra Durakta olacağını görebiliyorsunuz. Ve o belirlenen dakikada otobüs mutlaka geliyor! Ne ilginç değil mi? Vay anası,  şu teknolojiden neler sadır oluyor görüyor musunuz? Ne derdi garip anam :  “Yaşa yaşa..gör temaşa”   Yani, bu günkü dile tercüme edecek olursak :   “İnsan yaşadıkça, daha neler neler görecek.”   Evet, dünya gelişiyor; teknoloji acaip şeylere gebe ama…  Yine de :

Durakta , adamın biri karşıdan seyreden taksiye el etti , taksi hop döneyim dedi. Hızla kaldırıma yanaşıp vurmasıyla , havalanması bir oldu.  Havada yarı uçtu ve yere düştü.  Bereket versin, sıkı fren sesleri , bir iki araba sıyrığı filan, ciddi bir şey olmadı ama, durakta herkesin yüreği ağzına geldi. İşte bunlar teknolojinin olumsuz sonuçları. Şimdi bu olaydan sonra , “şu taksileri kaldırsalar ne iyi mi olacak,”mı  dememiz  gerekir.  Bundan bu sonucu çıkaranlar var mıdır? Belki.

Eve  yorgun bitkin döndük . Fakat akşama bizi sürpriz bekliyormuş. Çocuklar bize bir balık ziyafeti vermeyi uygun görmüşler.  Yorgunuz, filan diyemedik. Hop bir taksi.. Nereye gideceğimiz  takside damat tarafından açıklandı. Rumeli Kavağına Balık Restoranlarına.  Boğaziçi boyunca uzun bir taksi yolculuğundan sonra geldik ; lokantalardan uygun birine girdik , envai türlü balıklar ısmarlandı. Ortaya koca bir salata…  Ben  “Soğan piyaz isterim..”   dedim. Balığı dünyada, soğansız yiyemem.  Ne yapayım huyum kötü.  Hepsi geldi .Tabii yanında da bir şişe palamut !? Yer misin içer misin; güler misin… Güldük Allah güldük (Bu içki beni tuhaf yapar.. Elalem içince ağlar; bense, gül Allah gül, gülerim.. )

Damat , ağzımızı yoklamak için  “Baba daha önce buraya gelmiş miydiniz?”  diye sordu . Eee ben de ne diyecem? 
“Daha yukarda bir telli Baba var  Oraya , komşumuzun evde kalan kızını baş göz etmek için, tel bağlamak için gelmiştik…”   diyebildim . Yoksa , geçmişten söz etsek; ooo Evliya Çelebi gibi  İstanbul maceralarımızı  sıralamak gerekir ki.. Gereksizdir.

Çıkınca biraz  Sarhoş  takliti yaptım.  Koptular. Sonra da bağıra çağıra bir uzun hava asıldım. Civar lokantalardan ,   Adam mı boğazlıyorlar…   diye bir takım insanların dışarıya çıktığını gördüğümden.. Sustum.

Dönüş için kimsenin parası kalmadığından, otobüsle dönmeye karar verdik. Otobüs durağında biraz titredik.  Eee , ne de olsa orası Karadeniz’e çok yakın.

Otobüs zamanında gelecek mi, gelmeyecek mi ? İddiasını ben kaybettim. Bereket versin otobüs  zamanında geldi. Zamanında gelmeseydi, soğuktan donacaktık; zamanında geldiği için ben iddiayı kaybettim, kontürleri bastırdım.

Otobüste , şoförün arkasında bir bilmece vardı:
“Bir otobüste 7 tane çocuk var, Her çocuğun 7 tane sırt çantası var, Her sırt çantasında 7 büyük kedi var, Her büyük kedinin 7 küçük kedisi var, Her kedinin 4 ayağı var.SORU : Otobüste kaç ayak bulunmaktadır?

Hadi, kendi aramızda büyük bir tartışma çıktı. Doğru cevabı her zaman benim hanım verir. Onun için ben hesap bile yapmam. Böyle hesapları hemen ona devrederim, böylece ay başını daha kolay buluruz…  Sizin bu soruya cevabınız  acaba ne olabilir? 

Geceleyin, rakının etkisiyle bir güzel yattım ama , gece yarısı ayağımda bir gıdıklanma ile uyandım. Ulan bu ne iştir! Evin küçük kedisi, Üzüm,  çok muzip bir kedi, bana şaka yapayım, demiş. İşte o kadar . Sonra yine Horrr…

 

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..