Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mart '10

 
Kategori
Anılar
 

Bico, ben ve pazar macerası

Bico, ben ve pazar macerası
 

iki şaşkın bico ve ben :)


Domates, domates...

Ay pardon ya çorap, çorap demem gerekiyordu. Tabi biz öyle yapmadık. Bizim Nero'nun bana ve ablama aşılamaya çalıştığı pazar maceralarından bahsetmek istiyorum. Nero kim diyeceksiniz? Nero benim annem. Aslen ev hanımlı. Fakat kendisi, geçmiş de yani taaa çocukluğunda köyün ağasının kızı olduğu için babasından kalma esnaflık yeteneği ile pazarlı oldu. Kendi kendine, evde ufak tefek kıyafet satarak başladı bu işe. Başlangıç da emekli maaşı yetmiyor, kolay mı ev geçindirmek, üç kuruş para geçiyor işte elimize diye başladı. Sonrasın da babamı da bulaştırdı bu işe. Şimdi annem emekli evde oturuyor. Babam ise pazar da terlik satıyor.

****Çok hoş demi.

Yıllar önce, ben ve ablam henüz evlenmemiştik. Annem 'Hadi bugün, sizde benimle pazara gelin, bir köşede, çorap satarsınız' dedi. Ben, atladım hemen, severim öyle işleri. Tamam dedik, düştük pazar yollarına. Annem'in tezgahını hazırladıktan sonra, bizim tezgahı hazırlamaya başladık. Hoş tezgah, bir tek meyve kasasından ibaretti ya neyse. Çantamızı açtık ve çorapları tezgahın üstüne dizdik. Sormayın, pek hevesliyiz, satacağız tüm çorapları. Düşünsenize bunun birde zabıtaya yakalanma tarafı var. Tamam Annem'in pazarcı kartı var ama bizde yok. Başkasının yerine de tezgah açmış olabiliriz. Bir yandan korkuyorum, bir yandan da çorap satmanın derdindeyim. Annem de köşeden, ne yaptınız satamadınız mı daha der gibi bakıyor.

Korku, heyacan, stres içindeyiz.

Tezgahı açtığımız yer, öyle bir yerki kuş uçmaz, kervan geçmez. Bekle, bekle ki müşteri gelsin. Tek, tük müşteri geliyor, zaten onlarda fazla ilgiden kaçıyor. Utandığımızdan sesimiz de çıkmıyor. Bağıramıyoruz da, çoraba gel çoraba haydeeeeee çifti bilmem kaç lira. Ya birileri, bizi görürse diye utanıyoruz aslında.

Küçük ablam Bico, ailemizin neşe kaynağıdır. Her olaydan bir komiklik çıkartır. Duramaz yerinde, sürekli dalga geçer. Pazarda da sıkılmaya başlayınca; Domates, domates diye bağırmaya başladı. Ben ne alaka diye yüzüne bakıyorum. Yanlız bağırış şekli, Züğürt ağa Filmindeki Şener Şen gibi. Utangaç ve yavaş. Tekrar, tekrar, domates, domates, hayde domates. Sonra bu yetmiyormuş gibi peşine yine Şener Şen'in jilet satma taklitine başlamaz mı? Ben de bu arada gülmekten kendimi kaybetmişim yerlerde sürünüyorum tabi. Ne çorap satamamış olmanın stresi, ne korku, nede heyecan hiç birşey kalmadı. İkimizde gülmekten yoruluyoruz. Bütün günmüzü, pazarda geçirdiğimiz halde, bir çift çorap bile satamıyoruz. Annemin yüz karaları olarak da tarihe geçiyoruz.

****Hoş domates satsaydık tezgahda birşey kalmadı ama :)

Ablam bir hafta önce işten ayrıldı, aslında çıkarıldı. Çalıştığı yer, küçülüyormuş. Küçülesi, alçaklar :(

Az önce telefonda konuştum. Canı çok sıkılmış, ne yapacağım diye düşünüyordu. Pazar da geçirdiğimiz o günü hatırlattım kendisine. Keyifle başladık gülmeye, sanki hiçbir şey olmamış gibi. Durumum o kadar kötü demi dedi. Bir daha gülüştük. Bak bunu blog yazısı yapacağım dedim. Önce boşver yazma, sonra yine gülerek tamam dedi.

Bu blog, senin yüzünde keyifli bir tebessüm bıraksın ablacığım.

Sevgilerimle...

 
Toplam blog
: 164
: 4548
Kayıt tarihi
: 26.03.08
 
 

Hayatı sevmek ve düzgün yaşamak isterken bulurum kendimi. Yaşamın bana verdikleriyle yetinmeye çalış..