Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Nisan '11

 
Kategori
Bebek - Çocuk
 

Bir baba, bir oğul ve boyun altına sığan oyuncaklar..

Bir baba, bir oğul ve boyun altına sığan oyuncaklar..
 

Dünyadaki tüm şekerleri sen ye!


Fotoğraftaki çocuk..  

2 yaşındaydı.. 

Sevdiği veya ilgisini çeken şeyleri gördüğünde tutturma huyu olmamıştı hiç. Örneğin, balonları görse eliyle işaret eder ve meraklı bir gülümsemeyle beraber sesi çıkabildiğince “hıııı” derdi sadece, “ille de alalım” diye tutturmazdı. Balonlar alınmazsa ağlamaz, yanından geçer giderdi. 

Alışverişteyken annesi babası ona “almayacağız oğlum” ya da “ondan evde var”, “güzel değil” “yerine bırakalım oğlum” gibi ifadeler kullandığında, raflardaki yerine bırakırdı aldığı şeyi. Tam aldığındaki gibi koyamadıysa oyuncağı yerine, ikinci bir gayretle aldığı gibi bırakma çabasına girerdi üstelik. 

Fotoğraftaki çocuk.. 

Fotoğraftaki zamanda.. Yani yaklaşık 3-3, 5 ay kadar önce.. 

Bir gün babasıyla AVM’ye gitmişti. O mağaza senin bu mağaza benim, yürüyen merdivenlerde bir yukarı bir aşağı, etrafın seyredilebildiği camlı asansörde yirmi küsur kez çık in sonrası gözüne bir oyuncakçı ilişti. Yıldırım hızıyla girdi oyuncakçıya ve süratli gözlerle taramaya başladı rafları. İçeride dolaşırken tüm oyuncakları görmek telaşı vardı hızlı adımlarında. 

Kâh plastik -kendisine göre kocaman- siyah bir arabaya biniyor, kâh inip başka bir renkte olanına biniyordu. 

O kadar süratliydi ki, arada bir eline aldığı oyuncakları yere düşürüyor, babası da bunları yerden alıp tekrar raflardaki yerine koyma yarışıyla ter içinde kalıyordu. 

Sonra.. 

Zor görünen ve aralığı çok dar olan bir raftaki küçük arabaları keşfetti. Çok sevmiş olmalıydı ki hepsini almaya çalışıyordu. Tabi iki küçük el ile bu mümkün olmadığından azami miktarda alabilmeliydi. 

Onun için maksimum miktar “boynunun altına doldurabildiği kadar”dı. 

Bu halini gören babası hemen cep telefonu ile fotoğrafını çekti “maksimum miktarın.” Babası bir yandan fotoğraflarını çekiyordu ancak bir sorun vardı. O ay babasının para durumu sıkışık olduğundan bu miktarda oyuncağı almak istemiyordu ve hem zaten evde de çok sayıda arabası vardı oynayacak. 

Çocuk, babasının oyuncakları yerine koyması önerisine sıcak bakmadı önce. Sonra babası “sadece bir tanesini alabilirsin” deyince de başını yana ve öne eğdi. Sonra ani bir hamleyle tüm oyuncakları fırlatırcasına rafa bıraktı. Bir kısmı yere düşmesine rağmen dönüp de bakmadı bile. Babasının arabalardan iki tanesini alıp kendisine vermesine rağmen eliyle itti hepsini. 

……………….. 

Bir süre sonra baba, bütün fotoğrafları bilgisayarda incelerken bu fotoğrafı da gördü, beğendi. İş yerindeki bilgisayarında “masaüstü” resmi yaptı. Ne de hoş bir fotoğraftı. 

Ancak işler beklediği gibi gitmemişti. Resim o kadar hüzünlüydü ve o kadar dokunmuştu ki babaya, ertesi günü bilgisayarındaki masaüstü resmini hemen değiştirdi. 

Arada bir açıyor ve fotoğrafa tekrar bakıyordu. Her baktığında gözleri doluyordu ve bu yüzden artık fotoğrafa hiç bakmamaya karar verdi. 

Ancak umduğu gibi olmadı ve bir daha "fotoğrafa bakmamak" sorununu çözmedi babanın. Fotoğraftaki bakışlar bazen çalışırken, bazen yürürken, bazen kitap okurken ve hatta bazen gülerken bile bir yumruk oldu oturdu boğazına yutkunamadı, burnu sızladı. Yüreği sıkıştı.. 

……………….. 

Baba.. 

Her hafta aynı gün akşamları arkadaşları ile buluşur ve halı sahada maç yapardı. İlerde oğluyla beraber de oynayacaktı. 

Bir gün.. İş yerinde çalışırken yine o fotoğraf geldi aklına, dayanamadı, açtı ve tekrar baktı. Yalnızdı o sırada ve bu kez sadece yaşlar süzülmedi gözlerinden. Sarsıldı.. İyi ki onun bu halini kimse görmemişti. 

Hemen anneyi aradı, “Akşama oğlumu hazırla, dışarı çıkacağız onunla!”.. 

Hâlbuki onun çok sevdiği akşamdı o akşam. Hiç taviz vermediği, Metin Oktay’ın Galatasaray sevdası gibi kaçırmadığı halı saha maçı vardı. İsterse bir gün sonra da gidebilirdi oğluyla. Zaten 3 ay geçmişti o günün üzerinden, çocuğun hatırlaması ya da sabırsızlanması gibi bir şey de söz konusu değildi. 

Ama bir gün daha bekleyemezdi! Sabırsızlıkla akşam olmasını bekliyor, saatler geçmek bilmiyordu. Bir an önce o oyuncakçıya, o küçük arabaların olduğu raflara gitmeliydiler. Oğlunun gözlerindeki mutluluğu “hemen” görmeliydi. 

Eve vardı, oğlunu aldı, aynı oyuncakçıya gittiler, aynı oyuncaklara baktılar, seçtiler. Bu kez de oğlunun gözlerindeki mutluluğu fotoğrafladı baba, artık kendisini daha iyi hissediyordu. 

Ama masal tadında mutluluk olmuyormuş her zaman. 

Eve dönerken baba, gözyaşlarında “mutluluk da” vardı bu kez. Ama hiçbir şey o hüznü silemeyecekti. 

Fotoğraftaki çocuk, oğlu, ona bir kez daha yeni bir şey öğretmişti. 

 
Toplam blog
: 293
: 1063
Kayıt tarihi
: 07.11.08
 
 

Sporun bir kavgadan çok; ahlak, mücadele, eğitim, zeka ve dürüstlük olduğuna inanıyorum. Doğaya, ..