Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ağustos '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bir daha asla çalınmayacak keman

Bir daha asla çalınmayacak keman
 

Gece asılı kaldığı boşluktan çıkıp geldiğinde, sokağın köşesindeki yorgun ses onun gündüzle olan imkansız aşkının şarkısını söylüyordu. Karanlık çökmeye başladığında, çoktan bildiği şarkıların yarısını tüketmişti. Şakaklarındaki yorgun çizgiler ve dilindeki kime söylendiği asla anlaşılmayan şarkılar, peşindeydi. Kaçmak, o sokağı o anda düşünmeden terketmek, ona bir anda bir başka hayatın kapısını açabilirdi, açmadı. Sokağın acımasız dilini çözebilecekmiş gibi tümgünü ve tüm geceyi orada geçirdi. Dillerinden hiçbir zaman anlamadığı insanlara, hiçbir zaman anlayamayacakları şarkılar söyleyip durdu.

Gece ayazın kucağından kendini kurtarmış, sesler susmuş, karanlık dilini çözmeye başlamıştı. Adamın başıyla omuzlarının arasına bir acıyı gizler gibi gizlediği keman, bir daha asla çalınmayacak şarkıları döküyordu içinden. Şarkılardan biri ölümü anlatmak istedi. Bitim noktasında geride kalanların ne yana, gidenlerinne yana savrulacağını bilebilme savaşıydı bu. Çünkü bizler, dünya içinde kendimizi görmektense, kendimizin içinde dünyayı görmeyi meziyet sanan varlıklardık.

Oysa ölüm bir daha asla çalınmayacak bir kemandı.

Biliyorum susmayacaktı… İçimizde fırtınalar koparıp, dışarıya suskunluğu kusturan o ses, darmadağın hayatlarımızdan hiç çıkmayacaktı. İşin acı tarafı kemancı da biliyordu bunu. Sessizliği özlüyordu. İfadesizliğin huzurunu, bir şeyler anlatmak zorunda olmamanın rahatlığınıarıyor, kemanın incecik bedeninde.

Sadece dokunsa, sadece hissetse, dünya böylece anlasa onu. Suskunluğundan, derinliğinden, kendiliğinden olmanın içtenliğinden. Ama olmuyordu. Çünkü insanlar hep konuşur, hep bir dertleri vardır, boğazlarında bir düğüm, dışarı çıkıp, bir hayatın üzerine çöreklenmeye hazır bir hamle. Anlaşılma kaygısı, ancak bu yolla birey olabilme düşüncesi… ve sonra acı… Söylenen her sözcük, her ses, her bakış, acıyı katlardı… Kendine ve dünyaya karşı susabilmek, sustuğunda huzuru bulabilmek, suskunluğunun dilini çözebilecek biriyle daha karşılaşmayı ummak, düşlerin en güzeliydi.

Yağmur başladı. Pencereden içeri ıslak ve soğuk bir huzur sindi. Her şeyin anlamsızlaştığı yere yağmur düştüğünde, içi ferahlar insanın. Sanki hayatta hiç örselenmemişiz gibi, sözcüklerimiz çizikler içinde hiç kalmamış gibidir her şey. Yağmur, şehri kirinden arındırmaya yeter mi? Kiri arınmış düşlerimize birazcık da olsa yer açılır mı yeniden? Kemancı bu soruların cevabını bilmiyordu, belki de bilmek istemiyordu. Bildikleri yetiyordu ona. Öyle çok anlamış ki bir şeyleri, hayat sürekli öğretmiş ona. Gitmeyi ve kalmayı, sürgünü ve acıyı, geceyi ve ayazı…Karanlıkta yönünü bulmayı öğrenmiş, yapayalnız olmanın diyetini ödemişti hiç çekinmeden. Geceyi sokakta, sokaklarda geçirebilen her insan, üşüdükçe içinden nükseden acıyla baş etmeyi öğrenebilecek kadar, acıya dayanıklıdır aslında. Kimsesizlik üşütür ve o buna dayanabilir, sınırlarını zorlayabilir, hayatın bambaşka bir boyutuna geçirir bu onu. Artık kimse gibi değildir o. Yüzünden tanıyamazsınız böyle insanları. Giyiminden, saçlarından, renklerinden tanıyamazsınız. Bu insanlar sadece çizgilerinden tanınır. Ellerindeki, yüzlerindeki ve boyunlarındaki çizgilerden, dünyanın yükünü sırtlamaya alışmış omuzlarındaki meşhum ağırlıktan, ancak hikayelerinden, evet hikayelerinden tanırsınız…

Birilerinin ödemeye korktuğu bedeller, gelip onların bükük boyunlarına yerleşir. Dünya adaletini kaybeder. İnsan yokluğundan utanır, sevgisinden, birinin ellerine uzanma ihtiyacından, bir şeyleri sürekli sevmekten utanır.

İşte o zaman karanlıkta bir keman çalınır. Geceyi bölen ses, tüm bunları ve bunların da ötesini haykırır. Yalnızlık gözbebeklerimiz kadar büyüktür artık. İnsanlar duymamak için pencerelerini kapatır, perdelerini örter, yağmurdan kaçar. İnsanlar korkmaktan korkar çünkü. Birileri canını yakmasın diye kendi canını acıtır.

Kemancı karanlığın nefesini içine çekmeyi biliyordu. Bütün bunları duyuyor ve görüyordu. Dünya içini bulandırıyordu. Kaybettikleri için, gidenler için, ve onların giderken yarattığı yollar için çalıyordu tüm şarkılarını. Ben hepsini duyuyordum. Ömrüm boyunca giden mi yoksa kalan mı olduğumu bir türlü anlayamayan zavallı yüreğimle ben, bir daha asla çalınmayacak şarkılar için yağmurla beraber dökülüyordum geceye. Bir su damlası kadar şeffaftı içim. Sesleri ve sessizliği, sürgünü ve ölümü biliyordum. Hiçbirinden korkmadan kapatıyordum hesapları. Susuyordum, İçimi susturuyordum dahası. Kemancının ıslak, üşümüş, ürkek tavşanbakışları içime işliyordu. Acıyı taşımanın da bir müziği vardı, biliyordum.

Sabah olana kadar tek bir kelime etmenin dahi anlamı yoktu. Biliyordum, sustum…

 
Toplam blog
: 19
: 897
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

"Neden?" sorusu kafamı kurclayıp durmakta. Yarın ne kadar sürer, hayaller nerede biter, gerçek nered..