Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ekim '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bir dolu, bir boş

Bir dolu, bir boş
 

Fazla ciddiye alasım yok bugün hayatı, bu aralar onunda beni fazla ciddiye almadığını düşünüyorum. Fazla birbirimize bulaşmadan kabulleniyoruz birlikteliğimizi. Sonuçta bu 24 yıllık bir nikahtır, hem de mezara kadar süreceği tek garanti olan. 

'' Ölene kadar seninleyim hayat, sana verebileceğim tek garanti bu. Fakat ben kendimden şüpheli bir insan olarak başka bir garanti veremeyeceğim. Sen beni karşılıksız sev, ben de seni öyle seviyorum zaten. Bazen işte nereden geldiğini bilemediğim bir gülümseme gibi yapışıyorsun suratıma, kendimi budala aşıklar gibi hissediyorum, sanki sen nereye ben oraya... Budala olmayı da seviyorum lakin budala yüzümü ara sıra saklıyorum. İşte o zamanlar genelde düşünüyor oluyorum. Sinsileşiyorum sonra. Gözlerimde keskin bakışlar, aklımdan planlar geçiyor. Ama biliyorum seni kandırmaya çalışmak nafile. O zamanlar diyorum, bak düşledim düşündüm hatta karıştım biraz ben, hadi çöz beni, hadi kır ya da hadi gerçekle. İpler hep senin elinde canım hayat, ama ben teslim olmanın keyfini de bilirim. Bir nevi sarhoşluktur, kadeh biter kadeh gelir. Bazen tersyüz ediyorsun beni, bana bunu da mı yapacaktın diyorum, acıyorum kendime, ama hep bir bildiğin olduğunu biliyorum hayat, ve en zevklisi de, senin ne bildiğini bir gün bana da gösterecek olmanın bazen endişeyle bazen neşeyle yüreği kıpır kıpır etmesi. Ama sözüm ola hayat, endişe yerini meraka bırakacak bir gün. O zaman gün be gün neşeyle ve merakla yaşayacağım seni. Sözde bugün sana bulaşmayacaktım, ama sıcaklığımla sokuldum sana, rahatsız etmemişimdir umarım. 

Seni izlemek çok güzel ama. Şöyle arkama bir yaslanıp sana bakmak. Bazen kahveyle çok güzel gidiyorsun hayat, yanına da bir sigara. Umarım dumanımdan rahatsız olmuyorsundur. Seni hiç giyindirmeyi istemiyorum, hep çıplak kalsan, ben hep güzelliğine utanmadan baksam. Yıllar geçiyor, biliyorum, zaman zaman sen de yoruluyorsundur ama her halinde ayrı sadece sende olan sadece senden olan bir güzelliğin var. Işıltın hiç gitmiyor senin, işleyen demir ışıldar di mi hayat... Şakacısın da hani, küçük bir çocuğa kızamaz da kızması gerektiğinden kızar gibi kızıyor ve kafa sallıyorum sana. Çocuklaşıyorsun bazen, ama seviyorum da kendini koyuvermeni. Offf bak dinle ne diyeceğim sana, geçen ayında ne gördüm biliyor musun, eldivenle kumdan kale yapan bir anne ile çocuk. Evet, ben de fark ediyorum, bazen seni hiç anlamıyorlar. Üzülmüş gibi duruyorsun, aklına daha niceleri geldi değil mi hem de nice acılıları. Çocuklar ölüyor değil mi açlıktan savaştan hastalıktan ve hala değil mi, of hayat, bak içime dokundun şimdi. Sana hakkını hiç veremiyoruz, ah senin ne kadar acın var hiç bilmez miyim. Ciddileşiverdik birden, bir şey söyleyeyim mi hayat, sen de analar gibi geniş yürek var, bak şerefine koyuyorum bu kadehimi, ah hayat ah... Kaç sabır taşı çatlatmışsındır sen, ama hala düşlerin var di mi senin, hala bir gün evet bir gün diyorsun değil mi... Kaç bir gün geçti haybeye, hiç sorma, ben de üzülüyorum. Ya olmazsa ne yapacağız söyle hadi. Kolay da değil ya, yine de boş ver diyeceğim. Sen güzel kal, senin güzelliği gören anlar. Hem sen hep böyle güzel kaldıkça o sayı artar artar artar... Bir bakarız, hep bir güzellik olmuş. Olur mu ha dersin, içini kaplayan dışını da kaplar mı bir gün acaba... Ah hayat, bak en başta ciddiyetsizdim derken nasıl da ciddileştim. Bir daha demeyeceğim ben şöyleyim ben böyleyim diye, gene beni tersyüz ettin. İyi ettin.'' 


Bu aralar kendime çok şaşırır oldum. Aklımdan geçenler beni çok şaşırtıyor. Hele aklımdan geçenler geçtikleri gibi başıma gelirlerse... Hiç şaşırmayacağım, aklımdan geçmiş olacaklar diye bir de canım sıkılıyor. Ondan sıkılıyorum bu aralar, her yer küçük her şey az geliyor. 

"Daha ortada fol yok yumurta yok şu yaptığıma bak. Düşündüklerimin başıma gelme ihtimali canımı sıkıyor. Şimdi bu nasıl iştir hayat, gel beni kurtar: İhtimallerin hiç biri canımı sıkmaz iken ihtimallerin ihtimalliğini bilmek canımı sıkıyor. O yüzden diyorum ya sana, bana öyle bir şey yaşat ki hiç aklımdan geçmemiş olsun. Hah işte sana böyle diyorum ya hemen acaba aklıma gelemeyecek şey ne olabilir diye düşünmeye başlıyorum. Hem beni bilirsin, düşünmekten kaçındığım pek bir şey de yoktur. O zaman da ihtimaller çoğalıyor, şaşırma ihtimalim azalırken sıkılma ihtimalim artıyor. Dur hayat, kendimde bir şey buldum, hep derim ya ben düşünmekten kaçındığım bir şey yok diye, hakikatten yok mu acaba? Tamam düşünmekten ve düşlemekten haz etmediğim ve haz ettiğim şeyler var ama ya kaçındığım... Bak güvenemedim şimdi kendime, ben biraz şu düşünmekten kaçındığım şeylerin ne olabileceği üzerine düşüneyim. Bak bir şey daha geldi aklıma, acaba ne yaşayacağını az çok bilivermek mümkün olabilir mi, hadi ne yaşayacağını bilmek mümkün olsun diyelim. Nasıl yaşayacağını bilmek mümkün değil de hikmeti orda mı dersin. Ne diye düşününce pek yanılsamıyorda sanki nasıl diye düşününce yanılsıyor olmayayım. Olabilir. Olmayabilir de. Bilemiyorum. Bilmediğimle kalayım o zaman" 

Geçenlerde kendimde bir özellik mi desem bir sorun mu desem bir şey keşfettim. Adını da hemen koyuverdim. Bende sıfatlandırma eksikliği var. Bazen birilerine soruyorum, kendini nasıl tarif edersin, diye. Herkes üç beş cümle üç beş sıfat üç beş isim bulabiliyor. Sonra bana soruyorlar, peki ya sen? Ben mi diyorum kalakalıyorum, ne desem ki, kendimi nasıl tarif etsem ki... Ben, bilemiyorum. Benle yaşamanın ne demek olduğunu biliyorum da beni bilemiyorum. Ah keşke sadece kendimi olsa, ben insanları da bilemiyorum. Bak düşüneyim dostlarımı ya da ne bileyim aile eşrafımı, nasıl diyin tarif edemem, ama sanki zerre zerre bilirim onları. 

"Sana bir şey diyeyim mi hayat, bak ne ürkütüyor beni, bu ağzından çıkan kelimeler hep sana geri dönerler ya sanki. Mesela geçen birine ben çapkınım, dedim. Başka bir zaman beni çapkın diye tarif etti. Ben de onun yanında çapkın olur oldum. Ee şimdi ben bilemiyorum ki ben çapkın mıyım nasıl çapkınım ne diye çapkınım kime göre çapkınım. Bilemiyorum ki. Ne desem, dediğim kişinin gözünde o olacağım diye bir şey diyemez oldum. Çünkü bazen demek için diyoruz bazı şeyleri ya da vesile ya da neden olsunlar diye ama hakikat diye bir şey de var işte hayat. İşte onu biliyor muyum bilemiyor muyum bilemiyorum ama ben güzel olan her şeyi severim, o halde bana çapkın diyebiliriz de hayat. Peki şimdi nasıl bir sevgi diye sorarsak güzelden güzele değişir işte o da derim. Ne oldu şimdi hayat bak ben gene anlamadım. Ama sıkıldım gene böyle düşünmekten, çok sıkıldım. Bırakalım gitsin, her kimsek oyuz işte. Yok hayat, ben yalanla yaşayamam, bak kendime geldim şimdi. Yalan söyledim ben. Ben aslında kendimi pek de güzel tarif ederim, herkesi de pek de güzel tarif ederim. Saolasın bana sezgi de vermişsin, biraz yerinde de ederim. Ama istemiyorum hayat, yanılırım yanılsatırım dediğime inanılır inanıldığı için öyle varsayılır diye ürküyorum. Hep geliyor yanında şu cümle, ‘ya öyle değilse.’ Ben çok şüpheciyim hayat, gene tersyüz ettin beni be hayat, bak kendimi tarif ettim. Ama orada biraz dur hayat, şüphecilikte şüpheciliğe göre değişir değil mi yani. Bu şüphecilik kulağa pek hoş gelmiyor da, sanki ben her şeye gözlerini kısarak kaşlarını çatarak bakan biriymişim gibi oldum. Bu ya öyle değilseleri böyle de olabilir şöyle de olabilir diye ama bak yargısızca düşünürsek ihtimalci oluruz. İşin aslını da sen göster artık, ben sıkıldım düşünmekten. Amma da sıkılıyorum ha" 

Uzun bir zamandır gözlerimi inceliyorum. Nasıl bakıyorlar diye. Çeşit çeşit bakışları var, düşünen, sersem, akıllı, serseri, çapkın, utangaç, iddialı, vurdumduymaz, kızgın, kırgın, öfkeli, neşeli, sevimli, sevmisiz, aşık (ki aşık bakışları da bin çeşit kendi içinde, hiçbir aşk da birbirine benzemiyor zaten)... Sonra bakışları inceleye inceleye bakışlarıma bakan bakışım hep baki kalır oldu. Yani bunca bakışın arasında bakışlarına bakan bakış bakışım oldu. Deliriyor muyum acaba. Yok, ben kendi kendime bu oyunu zevkle oynuyorum lakin hayat bir gün başkasının dilinden beni gerçekledi. Bir arkadaşımla oturuyoruz. Can sıkıntısı biraz da sarhoşluk var. Ya da dürüst olalım, bolca sarhoşluk ve çokça saçmalama istediği var. Aldık fotoğraf makinesini karşımıza, poz verdik. Şimdi kızgın bakıyoruz şimdi üzgün şimdi eğlenceli... Ben her fotoğrafta aynı çıktım. Arkadaşım da beni tespit etti. Sende mimik sorunu var, senden tiyatrocu olmaz, dedi. Sıfatlandırma eksikliğimin üzerine bir de mimik sorunu eklendi, iyi mi dersin! Sorunlarım büyüdükçe büyüyor. 

"Ama olmuyor hayat şöyle bak böyle dur denildiğinde olmuyor. Halbuki eski fotoğraflarıma baktım, hepsinde ayrı bir ruh halim var, ayrı bir gülüş ayrı bir bakış, ayrı bir duruşum var. Yok işte, pozlandırmaya çalışınca kendimi, olmuyor. Hayat, bak ne diyeceğim, poz atamıyorum ben sana. Tamam tamam kötü espriydi geri alıyorum, ha diyince olmuyor diyelim, her şeyin bir zamanı var. Di mi hayat, yürü be hayat, heyt be hayat, canım hayat..." 

Velhasıl, ne desem boş işte. İçimi koskoca bir boşluk kapladı şimdi. Hayırdır inşallah. 

 
Toplam blog
: 16
: 2070
Kayıt tarihi
: 31.08.06
 
 

Yazmazsam ölmem ama yazarsam hiç ölmem gibi... Yazmazsam kendime ihanet ederim gibi... Yazmayarak ke..