Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mayıs '09

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Bir günün öyküsü...

Şarkılarla, türkülerle bir günün öyküsü

Sabah kahvaltısından sonra evden çıkıyorum. Daha çok şehir içinde yürüyorum. (Uzun ince bir yoldayım, Yürüyorum gündüz gece). Her gün yürüdüğüm yollara, yitirdiği parasını arayan bir çocuk gibi dikkatlice bakıyorum ki ”Aşınmış.” Hani “Yollar yürümekle aşınmaz” dı.

(Küçükken yolda bir yirmi beş kuruş buldum. Aradım taradım sahibini bulamadım. Cebimden ucu tokalı peşkirimi çıkarıp köşesine bu parayı çıkıladım. Ertesi gün bakkala gidip uzun naneli şeker alacak arkadaşlarımla birlikte yiyeceğiz. Sabah kalkıp cebime baktım, bırakın yirmi beş kuruşu peşkirim bile ortadan kaybolmuş. (Sen misin kayıp parayı alan)

Bazen, önüne incir ağacı dikilmemiş sağlık ocağına uğrayıp tansiyon ve kolesterol ilaçlarımı alıyorum. (Gençlik gitmiş gördün mü, Pilin bitmiş gördün mü, Rengin solmuş gördün mü, Belin dönmüş gördün mü) Ocağa, ”Baba ocağına” girer gibi giriyorum. Kayıt kuyruğunda en öndeki sırada duran birisi ”Hocam buyurun lütfen, size sıramı veriyorum” diyor. Hani yaşlıya saygı, emekliye hürmet var ya belki o fasıldan bir iltifat. Ben “Olmaz” dedikçe o ısrar ediyor. Baktı olmayacak kolumdan tutup ön sıraya alıyor beni. (Gordün mü, gordün mü)

“Tahakkuk” taki güler yüzlü güzel hemşire, tahakkuk kağıdını karnemin içine koyup nazikane bir şekilde bana uzatırken “Geçmiş olsun efendim” diyor, o güzel Türkçe’si ve gülen gözleriyle. (Gülünce gözlerinin içi gülüyor)

Doktorun kapısındaki sırama geçiyorum. En ön sıradaki bayanın yaramaz bir çocuğu var yanında.”Dur oğlum, gel oğlum” derken beni görüyor. Sırasını bırakıp bana geliyor. “Bak oğlum bu dede öğretmen, büyüyünce seni o okutacak” diyor.(Hem okudum hem de yazdım, Yalan dünya senden bezdim.)

Doktorun güler yüzü , tutum ve davranışları o kadar güzel ki doktora niçin geldiğimi bile unutuyorum. Ne kolesterolüm kalıyor ne de tansiyonum. Doktorum ilk ilacımı da böylece yazmış oluyordu bana. “Doktor civanım...”

Sonra algı-vergi işi için yarıçaplı yere gidiyorum. Kuyruk yok. Hani kuyruk olmayınca da ortalığın hiç tadı-tuzu bile olmuyor. Görevli, yanında oturan ve çayını içen birisiyle sohbet ediyor. Sohbet o kadar güzel ki anlatamam. Çaydan bir yudum alıp, içtiği sigaranın dumanını havaya öyle üfleyişi var ki.(Sigaramın dumanı, Yoktur yarin imanı, Altından köşk yaptırdım, Gümüşten merdivanı.)

İnsanları böyle mutlu görmek beni her zaman mutlu etmiştir. Sahi, ben buraya niye gelmiştim.

Uzun süre sonra sohbet sırası bana geliyor. Görevli ”Amca sen deminden beri bekliyon, ne istiyon, söyle bakalım” diyor. Çok geç bile olsa bana öyle güzel “Amca” deyişi var ki. Bu ne güzel bir gün, bu ne güzellik Allah’ım. (Güzelliğin on paretmez, Şu bendeki aşk olmasa, Eğlenecek yer bulamam, Gönlümdeki köşk olmasa)

Sonra posta evine gidiyorum. Bakıyorum ki ”Telgrafın tellerine kuşlar konmuş” da bizim haberimiz bile olmamış.

Bankadaki işimse tatlı iş, para işi. Oradan alacağım para karşılığında üç gün değil üç ay bile beklerim (Sanki beklemiyorum da). Hem bankadaki kuyruk sohbetleri hiçbir sohbete benzemiyor. Kuyrukta olmak, kuyruklu olmak ne güzel şeyler bunlar (Paraları basmayı gördün mü).

Biraz arkamdaki bayan bu kuyruklardan şikayet etti. Ben de yanımdaki arkadaşıma “Ne var bunda” dedim. Az önümdeki bayan, benim “Ne var”ı, ”No War” anlamış olacak ki yanındaki arkadaşına ”Bu amca da savaşa karşı olanlardan, baksana o da “No War” diyor, dedi.

“Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin, söyle canım ne dersin”. Üç koyup bir alan pastanenin önünden geçerken, küçükler ”Ortada kuyu var yandan geç” diyordu. Büyükler de bunu ”Kuzu kuzu” dinliyordu.

Bu güzel bahar gününde bunca yürüme, görme ve duymanın sonunda yorulmuştum. (Bana ne yazdan bahardan, Bana ne borandan kardan), (Yorgunum dostlarım yorgunum yorgun)

Üstelik yağmur da başlamıştı. (Yağmur üstüme üstüme varsın yağsın küçük hanım, Ben yağmurdan yaştan değil aşkından sırılsıklamım)

Önünden geçtiğim kahvedeki koca televizyon Irak-Amerika savaşını veriyordu. Bakalım hesap doğru mu yanlış mı.İnşallah yanlıştır da Bağdat’tan döner. Yanındaki bakkalın radyosu ”Ekin ektim çöllere Yoldurmadım ellere” türküsünü çalıyordu. Oysa “Samca” (Sam amcanın kısaltılmışı)’nın conileri, lortların çekirgeleri, ellerindeki son model aygıtlarla Irak çöllerindeki tazecik ekinlere öylesine acımasız dalıyorlar ki. “Hoplayıver çekirge, zıplayıver çekirge”

Peki ne arıyorum ben sabahtan beri. Hani aradığımı bir de “Yakalarsam”. Tut ki yakaladım. Çulu bozup heybe yapacak halim yok ya.

Sonra ne mi oldu.

Sonra...Akşam oldu. ”Akşam oldu hüzünlendim ben yine, hasret kaldım gözlerinin rengine”

Ertesi sabah gene yollardayım.

Şarkılar dinliyorum gene dünkü gibi.

“Kıl oldum abi..”

 
Toplam blog
: 165
: 646
Kayıt tarihi
: 16.02.09
 
 

Recai Şahin: 1941 yılında Fethiye- İncirköy'de doğdum. İlkokul köyümde, ortaokulu Fethiye'de okud..