Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Kasım '14

 
Kategori
Edebiyat
 

Bir Han Duvarları şairi ''Faruk Nafiz Çamlıbel"

Bir Han Duvarları şairi ''Faruk Nafiz Çamlıbel"
 

Ömrünü Geçirsede Güllerle Bahçıvanlar; Bir Gül’ü Yeryüzünde, Gülden Daha İyi Kim Anlar?


HAYAT

Ağzında şarkılıktan çıkmış iniltilerle
Dağ, taş deme, arkadaş, gün batmadan ilerle!

Yara açsın kayalar ayaklarında, varsın,
Varsın omuz başların kamçılardan kızarsın,
Bu ağrılar duyurmaz sana yalnızlığını.
Kızıl dudaklarından bırakma ıslığını,
Ağzında şarkılıktan çıkmış iniltilerle
Dağ, taş deme, arkadaş, gün batmadan ilerle!

Sırtında bir tüy gibi taşı taştan yükünü,
Görmesinler belinin, sakın, büküldüğünü...
Başında şakladıkça, atlıların kırbacı
Anla ki her gün sana hız veriyor bir acı!
Yara açsın kayalar ayaklarında varsın,
Varsın, omuz başların kamçılardan kızarsın,
Hayda, sarıl yollara... Ardına bakma, hayda!
Sen yük altında haykır, yatsın eller sarayda.

İnce bir iz bırakır yere sızdıkça kanlar,
Seni bulur izinden ıslığını duyanlar...
Bu ağrılar duyurmaz sana yalnızlığını,
Kızıl dudaklarından bırakma ıslığını,
Fırtına, yağmur, soğuk... Ne varsa üstüne çek!
Bu çetin yolculuğun sonunda, gün gelecek,
Sırma saçlar saracak her kan akan yerini,
Gül dudaklar öpecek o kırbaç izlerini...

Ağzında şarkılıktan çıkmış iniltilerle
Dağ, taş deme, arkadaş, gün batmadan ilerle!

 

Şair, oyun yazarı, gazeteci, siyaset adamı; Milli edebiyata dönüş sürecinden etkilenerek, divan edebiyatı yazım kalıbı olan aruz veznini terk eden, bu dönüşüme destek vermek amacıyla: Hecenin 5 şairinden, 5 hececilerden olan. Yazım çalışmaları şiir ‘den ibaret kalmayan, sanattan yoksun bırakılmış halk’a yönelik oyunlar kaleme alan ve eserlerinde gerçekçi bir lirizm ortaya koymuş olan… Yeni lisan anlayışıyla gelişim sürecinde olan Türkçenin bilhassa Anadolu yöresinde yaygınlaşması için çalışan. Bir milli mücadele dönemi şairi olarak: Cumhuriyetin 10. kuruluş yıldönümü için: Behçet Kemal ile birlikte ‘’10.Yıl Marşını‘’ mısralara döken ve yüce Türk milletine armağan eden bir şairi… Kendisiyle orta 2’de Han Duvarları şiiri ile Türkçe kitabımda karşılaştığım ve ilçe merkezinde kaldığım yurttan, köyüme minibüsle giderken o destansı şirinin havasını yakalamak adına, her sonbaharda fısıldarken o şiiri yollarda, adını saygıyla andığım: Faruk Nafiz Çamlıbel’i tanıyacağız, hayatını anlatıp şiirlerini okuyacağız, bu sayfada…  A. Ümit Yıldız olarak, Merhaba!

Faruk Nafiz Çamlıbel: 18 Mayıs 1898 tarihinde, Orman ve Maden Nezareti memuru Süleyman Nazif’in oğlu olarak İstanbul’da doğdu. İlk ve Ortaöğrenimini Bakırköy rüştiyesinde bitirdi. Hadika-i Meşveret İdadi'sine gönderildi. Daha sonra Tıp Fakültesi'ne girmiş, ancak tamamlamadan ayrılmıştır.

Henüz liseyıllarındayken şiirler kaleme almaya başlayan Çamlıbel'in "Eserlerimin Ruhu" adıyla yayımlanan ilk şiiri, 1913 yılındaPeyam gazetesinin edebiyat ekinde yer aldı. Ertesi yıl, "Saat" adlı manzumesi ‘’Çocuk Dünyası’’ dergisinde yayımlandı.

Yüksek öğrenimine İstanbul Darülfünun'u Tıp Fakültesinde devam ederken, 1917 yılında aldığı bir teklif üzerine eğitimini yarıda keserek, Ati gazetesinin yazı işleri bölümünde çalışmaya başladı. Cenap Şahabettin ve özellikle de Yahya Kemal Beyatlı’dan ve dolayısıyla Servet-i Fünun akımından oldukça fazla etkilenen Çamlıbel, ilk şiirlerini aruz vezniyle kaleme aldı. Ancak sonraları, Milli Mücadele döneminin aydınlara verdiği yenilikçi ilhamdan yola çıkarak, Türkçenin yalınlaşması, yabancı kelimelerden ve kalıplardan uzaklaşılması düşüncesini benimseyerek hece vezniyle yazmaya başladı.

ÇOBAN ÇEŞMESİ

Derinden derine ırmaklar ağlar,    
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,    
Ey suyun sesinden anlıyan bağlar,    
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.    
        
"Göynünü Şirin'in aşkı sarınca    
Yol almış hayatın ufuklarınca,    
O hızla dağları Ferhat yarınca    
Başlamış akmağa çoban çeşmesi..."    
        
O zaman başından aşkındı derdi,    
Mermeri oyardı, taşı delerdi.    
Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi.    
Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi.    
        
Vefasız Aslı'ya yol gösteren bu,    
Kerem'in sazına cevap veren bu,    
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu...    
Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.    
        
Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda,    
Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,        
Ateşten kızaran bir gül arar da,
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,    
        
Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,    
Tarihe karıştı eski sevdalar.    
Beyhude seslenir, beyhude çağlar,    
Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi...    

Milli edebiyatın oluşabilmesi, geliştirilebilmesini görev edindi ve Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri OzansoyYusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi Orhon gibi Yeni Lisan'cılarla birlikte, Türk edebiyat tarihinde "Beş Hececiler" adıyla anılır oldu. 1918 yılında yayımlanan, "Şarkın Sultanları" adlı ilk şiir kitabıyla, edebiyat camiasında tanınır hale geldi.

1919 yılında ise, ikinci kitabı "Dinle Neyden"i çıkardı ve adını geniş kitlelere duyurma fırsatı yakaladı. Oldukça verimli bir şair olan Çamlıbel, aynı yıl "Gönülden Gönüle"yi yayımladı. Aynı zamanda, Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının gelişmesinde büyük rolü olan çeşitli dergi ve gazetelerde çalıştı.

SEN NERDESİN?
Caddeden sokaklara doğru sesler elendi,
Pencereler kapandı, kapılar sürmelendi.
Bir kömür dumanıyla tütsülendi akşamlar,
Gurbete düşmüşlerin başına çöktü damlar...


Son yolcunun gömüldü yolda son adımları,
Bekçi sert bir vuruşla kırdı kaldırımları.
Mezarda ölü gibi yalnız kaldım odamda:
Yanan alnım duvarda, sönen gözlerim camda,


Yuvamı çiçekledim, sen bir meleksin diye,
Yollarını bekledim görüneceksin diye.
Senin için kandiller tutuştu kendisinden,
Resmine sürme çektim kandillerin isinden.


Saksıda incelendi yapraklar senin için,
Söylendi gelmez diye uzaklar senin için...
Saatler saatleri vurdu çelik sesiyle,
Saatler son gecemin geçti cenazesiyle,

Nihayet ben ağlarken toprağın yüzü güldü,
Sokaklardan caddeye doğru sesler döküldü..

 

1921 yılında Kurtuluş Savaşı'nın melankolik sosyal havasından etkilenerek, bir aydın olarak, ancak halkın eğitilmesi ve bilinçlendirilmesine yardım etmek suretiyle mücadeleye en faydalı şekilde destek verebileceğini düşünerek, öğretmenlik yapmak istedi. İlk görev yeri, Kayseri'ydi. Bu sayede Çamlıbel, Anadolu'da cereyan eden gerçek savaşın içine girmiş oldu ve soluduğu bu yerel havayı ileriki eserlerinde işledi. Ünlü şiiri "Han Duvarları"nı ve daha pek çok eserini bu duygu yoğunluğu içerisinde kaleme aldı. Anadolu köylüsünün savaş, eğitimsizlik, yoksulluk sebebiyle yüz yüze geldiği acıların ilk defa tiyatro sahnesinde gözler önüne serildiği "Canavar" (1924-26) adlı lirik tiyatro oyunu da, şairin realist bakış açısıyla aynı yıllarda satırlara döktüğü, önemli eserleri arasındaydı.

   HAN DUVARLARI

    Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,

    Bir dakika araba yerinde durakladı.

    Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,    

    Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...    

    Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,    

    Ulukışla yolundan, Orta Anadolu'ya…   

    İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!    

    Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,    

    Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...    

    Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,    

    Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,    

    Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...    

      

    Ellerim takılırken rüzgârların saçına

    Asıldı arabamız bir dağın yamacına.    

    Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,    

    Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!

    Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,

    Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar

    Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.    

    Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.    

    Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.

    Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince    

    Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.

    Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.    

    Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.

    Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.    

    Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,    

    Sonunda âdemdir diyor insana yolun hali,    

    Ara sıra geçiyor bir atlı, iki yayan.

    Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan    

    Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,    

    Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...    

    Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine    

    Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.

 

    Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;    

    Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.

    Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,    

    Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:

    Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,    

    Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.    

    Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri    

    Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.

    Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya    

    Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.    

    Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,

    Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.

    Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,    

    Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.

    Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı    

    Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.

    Gitgide birer ayet gibi derinleştiler    

    Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler...    

    Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,    

    Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;    

    Fani bir iz bırakmış burada yatmışsa kimler,    

    Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...    

    Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,     

    Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken    

    Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;    

    Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.

    Ben garip çizgilere uğraşırken baş başa    

    Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa;    

     "On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan    

      Baba ocağından yar kucağından    

      Bir çiçek dermeden sevgi bağından    

      Huduttan hududa atılmışım ben"    

 

    Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi...

    Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.    

    Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!

    Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;    

    Araya gitti diye içlenme baharına,    

    Huduttan götürdüğün şan yetişir yarına!

 

    Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,

    Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.

    Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri    

    Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.

    Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,    

    Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...    

    Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,    

    Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.

    Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,    

    İki dağ ortasında, boğulan bir geçide…

    Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden    

    Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:

    Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,    

    Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.

    Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,

    Burada son fırtına son dalı kırıyordu...

    Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,

    Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.

    Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;    

    Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...    

    Gönlümde can verirken köye varmak emeli    

    Arabacı haykırdı "İşte Araplıbeli!"    

    Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana    

    Biz menzile vararak atları çektik hana.    

 

    Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş    

    Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.

    Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,

    Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...

    Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,

    Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.

    Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,

    Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;

      "Gönlümü çekse de yârin hayali     

      Aşmaya kudretim yetmez cibali    

      Yolcuyum bir kuru yaprak misali    

      Rüzgârın önüne katılmışım ben"    

 

    Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,

    Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...

    Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde    

    Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.

    Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,

    Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.

    Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,

    Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!

      "Garibim namıma Kerem diyorlar    

      Aslı'mı el almış haram diyorlar    

      Hastayım derdime verem diyorlar    

      Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben"    

   

     Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,

     Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.

     Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!

     Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!

     Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,

     Post verenler yabanın hayduduna kurduna!

     Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:

     "Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"

     Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,

    -Dedi:    

    "Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"

    Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,

    Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...    

    Gönlümü Maraşlının yaktı kara haberi.    

 

    Aradan yıllar geçti işte o günden beri    

    Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,    

    Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.

    Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,

    Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!

    Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,

    Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları…   

Yeni devletin yapılandırılması için yoğun şekilde faaliyet gösteren siyaset çevrelerine yakınlaşması nedeniyle, bu alana ilgi duymaya başladı. Başkentte geçirdiği yıllar boyunca, sevilen şiirlerini "Çoban Çeşmesi", "Suda Halkalar"  gibi kitaplarda toplayarak yayımladı. 1932'den sonra görevine İstanbul'da devam eden ünlü şair, Vefa Lisesi, Kabataş Erkek Lisesi ve ardından Amerikan Koleji'nde bulundu. Bu dönemde, "Akın ve Özyurt"  gibi tanınmış tiyatro oyunun yanı sıra, "Onuncu Yıl Marşı"nı (Behçet Kemal'le birlikte - 1933), "Bir Ömür Böyle Geçti"  derleme şiir kitabını ve Atatürk'ü konu alan "Kahraman" adlı oyununu yazdı. Ertesi yıl, sevdiği şiirlerini bir araya getirdiği "Elimle Seçtiklerim" adlı derleme kitabını yayımladı. Çamlıbel, sanatçı kimliğini terk etmeksizin, siyasette aktif rol almaya karar verdi.

Cennet ve Cehennem

Bu akşam bilmediğim bir âlem içindeyim,
Ya rüyada bir seyyah, ya semavi Çin'deyim,
Bir orman yangınıyla kızardı karşı dağlar,
Taraf taraf tutuştu meşaleler, çırağlar,
Bir renge girdi eşya günün altın tasında,
Bu kızıl kâinatın gezerken ortasında.
Birden alev alıyor düşünceler, duygular,
Ateştir burada hatta ateşe düşman sular...
Burada her göz ateştir, her gönül ateşperest,
Ateş vermiş çizdiği esere bir çire dest!

Duyuyorum bu akşam, din gibi, sevda gibi,
Ne duyarsa içinden bir Mecusi rahibi:
Andırıyor hisarlar birer tütsü kabını,
Leylekler ezberliyor Zerdüşt'ün kitabını,
Benziyor bir mermere alnını koyan dere
Bu ateş mabedinde bir ateşten ejdere.

Parlıyor bir damla kan çamların sorgucunda
Birer kâğıt fenerdir meyveler dal ucunda,
Gördüm, sihirbaz gibi geçtiğini üç kızın,
Bu ateş âleminin içinden yanmaksızın.
Sandım, ömrüm bitecek, bitmeyecek bu yanma!

1946 seçimlerine, Demokrat Parti'den katıldı ve İstanbul ilinden milletvekili olarak 1960 tarihindeki ihtilala kadar görevini aralıksız sürdüren Çamlıbel, darbe sonrasında diğer birçok DP milletvekiliyle birlikte suçlu bulunarak tutuklandı ve Yassıada'daki cezaevine gönderildi. 15 ay tutuklu kalmasının ardından, aleyhine açılan davalardan beraat ederek serbest bırakıldı. Sonrasında, Arnavutköy'deki evinde inzivaya çekilen şair, Yassıada'da geçirdiği zaman içerisinde yazdığı "Zindan Duvarları"nı 1967 yılında, "Han Duvarları"nı ise 1969 yılında yayımladı.

ALLAHA ISMARLADIK

Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın,
Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git…
Bir yarın göçtüğünü, çöktüğünü bir dağın
Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git!

Yavrusunun yoluna dalan bir dul bakışı
Andırıyor ışıksız evinde pencereler.
Biraz yeşermek için beklesin artık kışı
Çağlayansız yamaçlar, suyu dinmiş dereler.

Bir sarı yaprak gibi düştü gönlüm yoluna,
Buğulu gözlerimden geçmediğin gün olmaz:
Benim kadar titremez hiç bir yiğit oğluna,
Hiç bir ana kızına bu kadar düşkün olmaz.

Bin fersahtan duyarım kimle gülüştüğünü,
Alnından öz kardeşim öpse ben irkilirim.
Değil yalnız ardına kimlerin düştüğünü,
Kimlerin rüyasına girdiğini bilirim.

Gözlerimi gün gibi kamaştıran yüzünü
Daha candan görürüm senden uzaklaşınca.
Sararırsın dönüşte görünce öksüzünü:
Bir gelinlik kız olur aşkım senin yaşınca.

Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın,
Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git.
Bir yarın göçtüğünü, çöktüğünü bir dağın
Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git!

Şair, 8 Kasım 1973 tarihinde çıktığı yurt gezisinde, Akdeniz sularında seyreden Samsun vapurunda hayatını kaybetti. "Çamdeviren", "Deli Ozan" gibi mahlaslarla mizah şiirleri de kaleme almış olan Çamlıbel, Anayurt adlı bir de dergi çıkarmıştır. Milli edebiyatımızın kaydettiği ilerlemeyi Anadolu'ya yansıtmaya çalıştığı gibi, Anadolu'nun sıkıntılarını da edebiyatla dile getirmeye çalışmıştır. Her ne kadar eski bir İstanbul beyefendisi olsa da, ülkenin geri kalmış yörelerini görmezden gelmemiş; ince bir sanatçı hassasiyetiyle bu sorunların temeline inmiştir. Şiir ve manzum oyunların yanı sıra, çocuk piyesleri de yazmıştır.

Sona Doğru, Duygularda Sel Gibi Akarken:  Hüzünlü, anlamlı, duygulu güzel bir şiir okuyacağız: Uyum var, derinlik var, umut var dizelerde: 'En şanslı' canlılar, 'kelebekler mi' dersiniz? Bakarsanız; Şair, 'onları' bile kıskanıyor! Beklediğine kavuşmadan, beklediğini öpüp okşayamadan, dokunamadan göçüp giden nice yiğit canlara selam olsun, bir anıt olsun: Şair'in ''Son Beklediğim'' şiiri!

SON BEKLEDİĞİM

Ufkumda bulutlar kümelerken kara bahtım,
Ben her gönül ufkunda doğan sabahtım.
Devran herkese taslarla zehir sundu da birden
Ben herkese bir neşe yarattım o zehirden.

Bir köprü kurup, zulmetin ardında, seherle,
Bildim gülüp eğlenmeyi ömrümce kederle.
Alnımdaki her çizgi beyaz bir gece saklar,
Bir başka şafaktır saçımın gördüğü aklar.

Farkım ne, emel kaynağı bir körpe çocuktan,
Mademki henüz gelmedi son yolcum ufuktan?

Ömrümce neden yılları zincir gibi çektim,
Mademki bir aşk uğruna can vermeyecektim?

Bir müjde taşır her gün uzaktan bana rüzgâr;
Elbet gelecek, gelmedi, bir beklediğim var!
Son beklediğim gelmeden, ölsem de yüzünde,
Devran bulacak yar ile ağyarı hüzünde.

İsmim gezecek pembe dudaklarda elemle,
Gözler dolacak bir çocuk ölmüş gibi nemle,
Bir günde doğup can veren altın kelebekler,
Bizden daha genç bir şair öldü diyecekler!

Bir şair, romancı, oyun yazarı, siyasetçi;  Edebiyat tarihimiz'e ''Han Duvarları'' adlı destansı şiiriyle ismini altın harflerle yazdıran,10. yıl marşının ortak şairi:  Rahmetle, saygıyla andığımız Faruk Nafiz Çamlıbel’i tanıdık ve hayatını anlatıp şiirlerini okuduk. Sürçü lisan ettikse affola!

En Derin Saygı ve Sevgilerimle!

Çorum'un Bir Köyü

Kasım 2014

2020'ye Doğru...

A.Ümit Yıldız

 
Toplam blog
: 67
: 4037
Kayıt tarihi
: 24.04.07
 
 

17 Şubat 1986'da: Soğuk karlı bir Şubat gecesi Koca Karı olan ebenin ellerine ''bilim otoritelerinc..