Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Eylül '06

 
Kategori
İstanbul
 

Bir İstanbul sabahı

Sonbahar tüm renkleriyle çökmeye başlarken güzel şehrimizin üstüne yeni bir güne daha merhaba dedim bu sabah. Her sabah olduğu gibi telaşlı bir yerlere yetişmeye çalışan insanları izledim pencereden bir süre. Hafif serinlikle biraz daha açıldı uykum. Karşımızdaki caminin önünde sabah namazından kalma üç beş kişi laflamakta biraz yüksek sesle yine. Tartıştıkları bu sabah yine değişmemiş; bu parti şunu yapar bunu yapamaz, bu futbolcu şöyle böyle. Bakkalın kepenkleri açılıyor, kaç kere söylediğim halde sabahın sessizliğini bozan büyük bir gürültüyle hem de. İçeri girip hazırlanmaya başlıyorum iş için. Birazdan bu yıl yeni ilkokula başlayan oğlum uyanıyor. Baba servise daha çok var mı? diye soruyor. Sonra sessiz çantasını hazırlamaya başlıyor.

Evden çıktığımda köşedeki gözlükçü Hüseyin Amca her zaman ki yerinde oturuyor; tablasını açmış beklemede. Beni görünce hafif toparlanıyor. "Ya ne zaman bitirecekler bu sokakları?" Bütün sokaklar altyapı çalışmaları nedeniyle alt üst olmuş durumda. "Bayrama zor biter" diyor camideki gruptan ayrılarak ordan geçen yaşlı bir amca. Sokak çok hareketli değil bugün; belki de ben biraz daha erken çıktım ondandır.

Sabahın bu saatlerini çok sevmişimdir. "Erken kalkan erken yol alır" diyenler çoktan dükkanlarını açmışlar bile. Esnaf selamlaşıyor birbiriyle, ben de tanıdığım bazılarına "hayırlı işler" diliyorum. Duraklarda bekliyor insanlar. Kadının biri söyleniyor "ya yine dolu geldi bu minibüs, işe geç kalacağım" ; bu kadını hemen hemen her sabah görüyorum. Çok söylenen çok şikayet eden tiplerden birine benziyor. Hani şu ufacık kıvılcımla çevresine ateş saçanlardan. Ama anlayışla karşılamak lazım değil mi? Kimbilir bu gerginliğinin altında onu buralara getiren ne gibi sıkıntıları var? Ben onun o gergin halini arada bir de olsa görmeye alıştım artık.

Kazı kazancı gözlerime bakıyor. Haftada bir kere de olsa iki tane alırım mutlaka ve şansımı denemek isterim hep. "Abi bu hafta pas geçtin beni hep, unutulmadık değil mi?"diyor. "Ver şurdan iki tane bakalım" diyorum , aslında yine çıkmayacağını bilerek. Az da olsa kazırken duyulan heyacanı hissetmek için belki de. Boş kağıtları uzatıyorum ; onun sabah sabah siftah etmesinin ona vermiş olduğu mutluluk beni de mutlu ediyor ve uzaklaşıyorum ordan.

Bu sabah çok değişik bir hava var. Bulutlar kapatmış her yanını gökyüzünün yağmur yağacak belki. Bankacı Ayla hanım geçiyor "günaydın" diyerek her zamanki gibi. Bu hanıma her zaman çom imrenerek bakmışımdır. Bu gün de havanın yağmurlu olacağına ihtimal vermiş belki ve şemsiyesini yanına almış. Düzgün giyimiyle, çevresine yaydığı tebessümlerle o bu bölgedeki esnafın "Ayla ablası" olmuştu zaten. Benim bugüne kadar hiç işim olmadı ama herkesin işini çok hızlı hallettiği konuşulur hep esnaflar arasında.

Ekip arabasındaki genç polis memurları biraz huzursuz gibiydiler bu gün. Kimbilir belki gece meydana gelen bir olayın sabaha sarkan gerginliğini yaşamışlardı sabah sabah şubede. Tramvaya kadar ulaşabildim nihayet ve yine istasyondaki tramvaya yetişemedim. Çok kalabalık gelecek bir sonraki yine. Günün bu saatlerinde insanlar hem söylenir hem de birbirleriyle çatışırlar. "Ya beni niye itiyorsun kardeşim", "bayan var sıkıştırmayın arkadaşlar", "ilerleyelim beyler, ortalarda boşluk var" ( bu ortalar hep boştur zaten, bir gün önünüzden bir tramvay geçerse mutlaka orta kısımlarına bir bakın, bana hak vereceksiniz). Söylentiler arasında tramvayda üstüste yolculuğumuza başlıyoruz. Durakları sayıyorum bir bir. Biraz şurda oturan adamın gazetesine sarkıyorum. Aynı sayfa açılmış diğer gazetelerde de , spor sayfası. "Sayın yolcular çanta ve cüzdanlarınıza dikkat edin" uyarısına da bir türlü alışamadım. Fakat artık çanta ve cüzdan taşımadığım için çok rahatım.

Bir genç kız mesaj çekiyor sinirli sinirli oturduğu yerden, tuşları kıracak sanki. Biraz ileride oturan genç "tamam baba yahu beş dakkaya ordayım idare etsin patron artık bizi" derken çok da kalabalığı umursamış gözükmüyordu. Yaşlı bir teyze ilişiyor gözüme. Sabahın bu saatinde yorgun duruyor ; insanların gözlerine bakıyor birileri yer verse diye ama teyzeyi farketmiyor bile kimse. Bizim gibi sabahın bu erken saatlerinde "ucuz, hızlı ve kalabalık" ulaşım aracını seçen turistler var ayrıca. Hiç de kalabalıktan rahatsız olmuşa benzemiyorlar, yüksek sesle konuşup çevreye bol kahkaha dağıtıyorlar. "İtmeyin kardeşim ya", "önce inenlere yol verelim arkadaşlar", "sayın yolcular lütfen kapı önünde beklemeyelim" sesleri arasında tramvaydan iniyorum.

İşime vaktinde gelmenin huzuru ile giriyorum işyerime. Küçük sevimli ama insanı yoran bir İstanbul sabahı daha sona ermişti böylece. Ben bu şehri seviyorum, bozuk yollarını, kalabalık tramvayını, insanlarını. Siz de sevin lütfen ; hiç değilse o zaman biraz daha saygılı yaşarız birbirimize karşı ve güzel şehrimize karşı. İnsanları çok güzelleşsin güzel İstanbul'un. Yıllar sonra bu güzel şehri ve güzel insanlarını görmek için akın akın insanlar gelsin aynen masallardaki gibi.

Herkese huzurlu güzel yaşamlar diliyorum.

 
Toplam blog
: 15
: 2441
Kayıt tarihi
: 12.09.06
 
 

1968 doğumluyum. İTÜ'den Metalurji Müh. olarak mezun oldum. Yine aynı üniversitede yüksek lisans ..