Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ekim '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bir köy bakkalı ile yaşamsal bir faiz alegorisi

Bir köyde, bir bakkal dükkânı vardı. Hani ne ararsanız olan cinsinden bir bakkal dükkânıydı bu… Sahibi çok yaşlı, kırışık yüzlü ve asık suratlıydı. Aynı köyde bir bakkal daha vardı ama nedense köylülerin çoğu bu sert bakışlı adamdan alışveriş yapmayı yeğlerlerdi.

 

Asık suratlı bakkal; kendine göre farklı bir dünyası olan, kendi doğruları olan bir adamdı. O; prensiplerinden başka hiçbir şey yaptırılamayanlardandı. Mesela hiç veresiye vermezdi! Ama diğer bakkalda on kuruş olan bir mal, onda altı kuruş olurdu. O veresiye yazmazdı ve şöyle derdi veresiye isteyenlere: “Siz aslında veresiye bir mal aldığınızda, o mala gerektiğinden çok fazla faiz de ödemiş oluyorsunuz. Bu lafımı unutmayın!

 

Asık suratlı bakkal bu sözü o kadar çok söylerdi ki köylü bunun "mecazi" bir anlamı olmalı diye düşünür ama fazla da irdelemezdi.

 

Köylü kafası derler hani o insanları küçümseyen takımından olanlar… İnsanları, insanların sosyal ve maddi durumlarını hiçbir zaman küçük görmemek, hakir görmemek gereklidir. Kimsenin iç dünyasında nasıl fırtınalar olduğu ve nasıl duygularla donanmış olduğunu aslında bilemezsiniz… 

 

O asık suratlı bakkal da işte bunlardan biriydi. Yani bir insan, bir canlı, atan bir kalp ve düşünen bir beyin.  Aslında köylüler, bakkal hakkında olumsuz düşünmezlerdi. Evet, veresiye vermeyen bir bakkal olur muydu? Bakkal dediğin veresiye defteri ile anılmaz mıydı? Ama pekâlâ veresiye vermeden de bakkal olunabiliyormuş… Bu bakkal da öyleydi işte…

 

Köylünün biri, kahvede onun için geçenlerde şu sözleri söyledi : “Yahu ağalar şu asık suratlıbakkal efendi şöyledir, böyledir ama ben onun gözlerinde hiçbir zaman kötü bir bakış görmedim. Bir başka köylü atıldı aradan ve o da şöyle seslendi kahvede oturanlara: “Evet hemşeriler! Bu adamdan, bu güne kadar bir kötülük gören olmadı değil mi?” Parası olmayan çocuklara şeker verdiğini, yiyecek aşı olmayanları ziyarete giderek çaktırmadan bir paket bıraktığını bilirlerdi bu asık suratlı bakkalın... Asık suratlı bakkal; huyuyla, suyuyla kendini olduğu gibi kabul ettirmişti anlayacağınız…

 

Köylü; zamanla asık suratlı bakkalın bazı huylarını edinmeye başladı. Ne mi? Mesela ürünlerini veresiye almak isteyen şehirli toptancılara karşı toplanarak bir karar aldılar ve hiçbir köylü ürününü veresiye vermemeye başladı. Toptancılar başta buna karşı çıktılarsa da sonra baktılar ki mal alamıyorlar, paraları peşin ödemeye onlar da alıştı. “Hep böyledir bu işler!”denir ama bakınız hep böyle değilmiş, istenen pekâlâ olabiliyormuş!

 

Sonra bazı ihtiyaçlarını vadeli olarak almaktansa paralarını biriktirip elde para ile şehre gitmeye alıştılar ve de bir baktılar ki arada çok fark var… Bakkal bu arada o asık suratı ile ama belli etmediği müstehzi bir gülümseme ile olanları izlemekle yetiniyordu…

 

Bir gün bir köylü yine kahvede şöyle dedi: “Ya arkadaşlar şaka maka peşin almaya, vermeye bakkal efendinin sayesinde alıştık. Şimdi bu kimseye ters gelmiyor. Diğer bakkal hâlâ veresiye veriyorum diyor ama veresiye alan yok... Herkes parasını peşin ödüyormuş. Bu adam bize böyle yaşamayı alıştırdı ama ben bunun sadece veresiye vermekle ilgili bir durum olmadığını sanıyorum. Ne dersiniz?

 

Bir başka köylü ise şöyle dedi: “Ben de hemşerim gibi düşünüyorum. Bunun altında bir iş var arkadaşlar. Bize aslında faiz ödüyorsunuz diye her söylediğinin ardından ‘Bu lafımı unutmayın dostlar’ da deyip duruyor. Hadi gelin bu akşam kahvede bunun ne anlama geldiğini tartışalım.” 

 

Ve akşam tartışmaya başladılar. Bir köylü dedi ki; “Asık suratlı bakkal bize kesenize göre yaşayın, ayağınızı yorgana göre uzatın demek istiyordu ve bunu bakın başardık.

 

Bir diğeri de şöyle dedi: “Para güçtür ama burada paranın gücünü değil de bizim kendi gücümüzü göstermemize vesile oldu. Bakın toptancılar da dize geldi.

 

Bir diğeri daha; “İyi ama onlar da bizimle pazarlık ederek ürünü daha ucuza almaya başladılar.

 

Bir diğeri daha; “Tamam be ağalar ama biz de cebimizdeki paramızı biliyoruz. Hem bak ben geçende bir televizyon aldım. Tüccar peşini görünce yarı yarıya verdi.

 

Bir diğeri daha ise; “Uzun lafın kısası bakkal bize elimizde olanla yaşamamızı gösterdi. Hem ben dün ondan peynir aldım o kadar da aksi değilmiş be arkadaşlar. Çaktırmadan suratına baktım  gözlerinde öfke değil, katılık hiç değil, kararlılık ve sevecenlik vardı.Uzun lafın kısası; biz köylüleri kendi aralarında tartışmaya bırakalım ve biz de kendi aramızda laflamaya başlayalım artık…

 

Önce evrende “Kaos” vardı, sonra “Düzen” geldi.

 

Yaşam; bir prensiptir, bir düzendir.

 

Yaradan; bedenimizin işlevsel prensiplerini sağlayarak şu an burada olmamızı,  yazarın bu yazıyı yazmasını, okuyanların da okumasını sağlayan işlevleri bize bahşetti.

 

Beş duyumuz sayesinde, görerek ve duyarak anlaşıyoruz, kaynaşıyoruz. Yaşamımızda bazen inişler ve çıkışlar oluyor ve bunlar da yaşamın gerçeklerinden… Yılmadan, yenilmeden devam eden bir yaşam süreci var.

 

İçten, yani ruhsal olarak arada bir sorunla karşılaşsa bile insan denen şu inanılmaz varlık, bir şekilde bununla başa çıkıyor ve yaşam devam ediyor. Çünkü devam etmek zorunda... 

 

Şu yazının yazılmasında; adına imlâ denen yazım prensipleri ile kelimelerin kabul edilmiş ya da yürürlükte olan şekliyle yazılmasını sağlayan dil kılavuzu diye tanımlanan bir prensip var. Hoş şu net denen canavar bu değerlerin/prensiplerin törpülenmesine "Negatif" anlamda neden oluyor ve olmakta ama buna, yani bu “Negatif” olguya uyma gibi bir gereklilik de yok!

 

İşte aynı bağlamda, insan ilişkilerinde de “Ortada” ya da “Sokakta” ve “Ayağa Düşmüş” durumlar da çokça olmakta…

 

Bu arada haberiniz olsun diye bilgi verelim köylüler hâlâ aralarında konuşmaya devam ediyorlarmış…

 

Onlar aslında bunun farkında olmasalar da ne kadar “Dik” bir duruma geldiklerinin huşusu içindeler…

 

Bakkal da ne demişti? “…gerektiğinden çok fazla faiz de ödemiş oluyorsunuz. Bu lafımı unutmayın!

 

Evet, yaşam döngüsünde çok zaman bilmeden ödenen faizler, zamanla “Katlanarak” ve “Ödenemez” bir duruma geliyorlar. Bu salt para ve maddiyat değil tabi ki… İnsan bazen değer yargılarından, bazen de onurundan ödün verme durumunda kalıyor!

 

Yaşamımızda prensiplerimiz mutlaka olmalı ve ileride bize büyük faizlerle ödenmek üzere geri dönecek hesaplar açılmamalı. Hele kısacık bir “An” uğruna bazen o kadar büyük bir bedel ödenir ki!

 

İşte bu da bizim kısa yaşamsal döngümüzde ödeyemeyeceğimiz bir kredi olmasın, manevi faiz ödenmesin

 

Yaşadığımız her an, soluduğumuz her nefes bizim, kendimizin…

 

Her anı belli prensiplerle sağlanan yaşam döngümüzde; kendi prensiplerimizi ortaya koyalım, kendi doğrularımızı yaratalım.

 

Elbette ki kendi doğrularımız; örf, adet, gelenek, tüzük ve yasalarla bize verilen haklar çerçevesinde ve diğer bu hak sahiplerinin kendi haklarına saygı duyarak olmalıdır.

 

Köylüler tartışmaya devam ede dursunlar. Biz bu yazıyı burada tamamlayalım ve kendi içimizde, yaşamımızla ilgili (manevi anlamda) boşa faiz ödemeden kendimize göre bu alegoriyi düşünmeye başlayalım

 

Tarih: 16 Ekim 2010 

Zaman: 00.20

 

Gün henüz devrildi…

 

Bojidar Çipof

 
 
Toplam blog
: 336
: 625
Kayıt tarihi
: 29.01.10
 
 

Araştırmacı yazar BOJİDAR ÇİPOF: 1953 yılında İstanbul'da doğdu. Ailesi; Ege Makedonyasından İsta..