Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ocak '09

 
Kategori
Kent Tarihi
 

Bir mahalle değişirken

Bir mahalle değişirken
 

Burunsuz Skoda o zamanın en modern belediye otobüsüydü.


O zaman "asfalt" dediğimiz yol kaplama karışımı yalnız ana caddelerde kullanılırdı. Dar ya da geniş sokaklar ya topraktı ya da taş. Bir yağmur yağdığında sokaklar çamur olurdu. Yokuş olan sokaklardan ana caddelere gürül gürül akardı yağan yağmurun suyu. Benim doğduğum sokak da böyle yokuş aşağı idi. Acıbadem ile Hasanpaşa'yı birbirine bağlayan güzel bir sokak. Yukarıda Acıbadem Caddesi, aşağıda Kurbağlıdere (Söğütlüçeşme) Caddesi. İki farklı yaşam tarzı ve iki farkı yaşam kalitesini birleştiren Ulusuluk Sokak.Hasanpaşa hep canlıdır. Kıpır kıpır. Bakkallar, fırınlar, şekerciler, yufkacılar, aktarlar, eczaneler ve ama illaki kahvehaneler... Ara sokaklara asfaltın girmediği yıllarda her yan kahvehane doluydu. Yazın kapının önüne konan ahşap sandalyelerde içilirdi sigaralar, nargileler. İçerde ise yaz kış oynan kâğıt oyunları. Ya pişti ya da ellibir. Poker ya da briç her zaman olduğu gibi o zaman da "sosyetenin" oyunu olduğundan bu mahalle kahvehanelerine girmezdi.Biz Hasanpalılar hep İlkbaliye İlkokulluyuzdur. Hadi "hep" demeyeyim de "genellikle" diyeyim. Çünkü, çevrede başka okullar da vardı. Ama, nedense tercihimiz İlkbaliye okulu idi.

O yıllar tramvaylı yıllardı. Daha sonra tramvaylar kaldırıldı ve yerine Skoda belediye otobüsleri geldi. Skoda otobüsler bir garipti. Sürücü solda tamam. Bir de sağ tarafta koltuk vardı ki ben oraya oturmayı çok severdim. İkinci sürücü gibi. Pekiyi bu iki koltuk arasında ne vardı? Otobüsün kocaman motoru işte tam buradaydı. O nedenle de yazın otobüsün ön koltukları hamam gibi olurdu. Motor arıza yaparsa, sürücü motorun kapağını açar ve tamir etmeye çalışırdı. Biz dört katlı bir apartmanın ikinci katında otururduk. Zaten başka yüksek bina da yapılmazdı. Fakat, Kurbağlıdere Caddesi'nin paralelinde ve aşağısında yer alan Kurbağlıdere'ye kıyı olan sokak çok daha sevimliydi. Dere kıyısında tek katlı ahşap evler vardı. Bu sokağa girdiğinizde Kurbağlıdere'yi görmeniz mümkün değildi. Çünkü, dere kıyısı sokak boyunca tek katlı ahşap evlerle gizlenmişti. Ancak, bu ahşap evlerden birine girip de arka bahçesine geçtiğinizde görürdünüz Kurbağlıdere'yi. Dere o zamanlar bugünki gibi pis kokmuyordu.

O ahşap evlerin sahipleri sanki Göksu Deresi kıyısı imiş gibi Kurbağlıdere'ye açılan bahçelerine masa-sandalye koyup kahvaltı keyfi, beş çayı keyfi yaparlardı dostlarıyla beraber. Bir de Gazhane'miz vardı. Hani bugünlerde ne yapalım bu binayı diye düşünenler var, işte o bina. Şimdiki gençler şaşıracaktır ama bizim evde kullandığımız ocaklara gelen gaz işte bu gazheneden gelirdi. Dökümden yapılmış her yanı açık ocaklarımızın gözleri bu gazla yanardı. Şimdiki doğalgaz gibi hemen her eve "havagazı" bağlantısı yapılmıştı. Çok pis kokan bu gazla o yıllarda intiharlar çok oluyordu. Her ay "havagazı saati"ni okumaya gelen memur faturayı bırakır ve bir zaman sonra gelip kapıdan tahsilatını yapardı. Gazhanemiz bir de sağlık işinde kullanılırdı. Ne o şaşırdınız mı? Gazhane ile sağlık hizmetinin ne ilgisi var değil mi? Oysa, boğmaca olan çocuğunu anneler buraya getrirdi. Vallahi bilmiyorum işe yarar mıydı, bir faydası var mıydı? Ama, o zamanlar öyle bir alışkanlık vardı.Bugün, kaldırılan Salı Pazarı'nın hemen karşısında bir de türbemiz vardı. O türbe hâlâ orada duruyor. Mahmut Baba türbesi. Şimdi bakımdan geçti. O zamanlar böyle değildi. Yalnızca önünde mum yakmak için bir niş vardı. Bütün Hasanpaşalıların tek dilek kapısı bu türbeydi. Zamanla bu türbe de önemini yitirdi. Yalnız şimdiki modern Söğütlüçeşme tren istasyonu yapılırken orada bulunan mezarlıkların büyük bölümü de kaldırıldı. Mahmut Baba türbesinin çevresindekiler kaldı. İşte o yıkımlar yapılırken büyük söylentiler çıkmıştı. Söylentiye göre mezarlıkların yıkımı sırasında dozerlerin kepçeleri kırılıyordu, durup dururken dozerler bozuluyordu. O nedenle hiç bir dozer operatörü o mezarlıkları kazmak istemedi. Bir başka söylenti ise açılan mezarların bir çoğunda hiç bozulmamış cesetler çıkıyordu. Hattâ bunlardan biri Osmanlı subayı idi ve resmi giysileri içinde hiç bozulmadan çıkarılmıştı. Söylentiler böyleydi. Ben bunları kulağımla kazı alanında duydum ama gözlerimle görmedim.

Şimdi Söğütlüçeşme istasyonunun altından geçenler geniş caddenin bile tıkandığını görürler. Caddenin üstünde Söğütlüçeşme tren köprüsü vardır. İşte bu modern istasyon yapılmadan önce bu köprü ancak tek arabanın geçeceği büyüklükteydi. Köprünün her iki tarafında oval ayna vardı ki bu aynalar köprünün diğer tarafındaki araçları görmek içindi. Bir de trafik işareti vardı. Ama, trafik lambası değil. Sadece "Karşıdan gelene yol ver" tabelası. Bu köprünün bir tarafı Kadıköy'e, diğer tarafı Hasanpaşa'ya açılırdı. Kadıköy tarafından gelen araç o küçücük köprüden geçer ve daha sonra Hasanpaşa tarafınde bekleyen araç köprüden geçerdi.Hasanpaşa'nın kendine özgü bir havası vardı. Acem'i, Boşnak'ı ve Türkiye'nin çeşitli şehirlerinden buralara göç etmiş insanlar Hasanpaşa'nın nüfusunu oluşturuyordu.

Tarihi Hasanpaşa Camisi tek ibadet mekânıydı. Ahşap evler bakımlı ve içinde oturulabilecek nitelikteydi. O zaman erkeklerin kadına bakış açısı sapıkça olmadığından kadınlar türban diye tesettür diye acayip giysilere bürünüp sokaklarda kendilerini erkeklerden korumak zorunda kalmazdı. Yalnız, "Boşnak" dediğimiz Yugoslav'yadan gelmiş kadınlar mevsimine göre dizkapaklarından aşağıya inmeyen pardösü giyerler ve başlarını başörtüsü ile örterlerdi. Bizim ortayaşın üzerindeki kadınlarımızdan bazıları ise yalnız başlarını örterlerdi. Giysleri için özel bir örtünme şekli yoktu. Ceket, hırka, pardösü, manto.

Değişim kaçınılmazdır. Fakat, yozlaşma bütün kültürleri yıkar. Hasanpaşa da Türkiye'nin bir parçası olarak yozlaşmadan payını aldı. Geçmişte kalan o güzelim mahalle dostlukları bir bir yıkıldı. Kapıları, rafları ahşap olan ve dost kokan bütün dükkânlar yıkıldı. "Talisman soba"da dükkanını ısıtan berberler çoktan yok olup gittiler. Yaşlı Aktar Hafız aktar dükkanını kapatıp da bu dünyadan göç edeli belki de kırk yıl oldu. Gazhane kapatıldı o bina şimdi başka amaçlarla kullanılacak. Artık Skoda otobüsler yok, Mercedes otobüsler işletiyor belediye. O küçücük geçisi olan köprü bir başka Kadıköy'e, bir başka Hasanpaşa'ya açılıyor yeni yapısıyla. Komşularımız çoktan ayrıldı bu dünyadan. Annelerimiz, babalarımız, amcalarımız bir daha dönmemek üzere ayrıldılar aramızdan. Bunlar değişimdir. Hayatın akışı içinde elbette olmasını engelleyemediğimiz değişimlerdir. Ama, ya yozlaşmaya ne demeli? Elli sene önceki Hasanpaşa'nın o modern insan yapısı artık yok. Binalar, yollar, araçlar büyük bir hıla modernleşirken insanlar büyük bir hızla geriliyor. Köyden göç eden insanlar büyük binaları dolduruyor. Tesettür dediğimiz, türban dediğimiz ve ne yazık ki estetikten ve çağdaşlıktan uzak giysili kadınlar bütün Türkiye'yi olduğu gibi Hasanpaşa'yı da sardı. Genç erkekler jöleli saçlarıyla adeta yer fırçası görünümünde dolaşıp, bedenlerinden üç ölçü daha büyük şalvar kotlarla dolaşıyor. Çember sakallar hızla her yanı kaplıyor.

Minibüs denen ve yalnız bizde ve bir-iki Arap ülkesinde bulunan araçlar ve sürücüleri etrafı kirletmekten başka bir şey yapmıyorlar. Genelde İstanbul ve özelde içinde doğup büyüdüğüm Kadıköy'ün Hasanpaşa'sı değişimin ve yozlaşmanın benim gözümde en acı verici örneğidir. Kılık-kıyafetler değişti, insani ilişkiler değişti, selamlama biçimleri değişti. Çok sevdiğim Hasanpaşa artık bana yabancı.

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..