Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Eylül '19

 
Kategori
Eğitim
 

Bir Mektup

(Okumayı sevmeyenlere ithaf olunur.)

Lise hazırlık sınıfındaydım. Konu; “Boş zamanlarınızda neler yaparsınız? Ne yapmayı seversiniz? Ne yapmayı sevmezsiniz?” idi.

Ben, “Ne yapmayı sevmezsiniz?” kısmına, “Kitap okumayı sevmem,” diye yazdım. Bu durum, Öğretmenimizin dikkatini çekti ve tüm arkadaşların dikkatleri de üzerimde yoğunlaştı. Öğretmenimiz bana, “Nasıl kitap okumayı sevmezsin?” dercesine bakıyordu. Ben de Ona, “Niye sevecekmişim?” dercesine bakıyordum.

Hoca bana, “Teneffüste yanıma gel!” dedi. Bir an içimden, “Sen yanıma gel, okuduğunuz romanların ne kadar boş bir şey olduğunu size öğreteyim!” diyesim geldi ama diyemedim. Teneffüste de yanına gitmedim. Niye gidecektim ki? Kitap okumak, roman okumak, demekti. Roman okumaksa, boş bir iş demekti, benim için.

Gitmedim. Öğretmenim de bu konuyu bir daha açmadı. Bu konu, hayatımda ÖSS'ye kadar bir daha açılmadı. ÖSS'ye girmeye iki hafta kala, elime bir Hadis kitabı geçti. Kitap, tercüme bir kitaptı. Bir solukta okudum kitabı. Kitap bitirmenin güzelliğini ilk kez o zaman yaşadım. Böyle bir güzelliği yaşamanın ne demek olduğunu, o zaman anladım ilk kez.

Buna rağmen, hala benim için “roman okumak” lüzumsuz bir işti. Sırf roman okumamak için ÖSS’de Eşit Ağırlık Bölümünü seçmemiştim. Çünkü o Bölümde, sürekli roman okutuyorlardı. Bense, sevmediğim bir işi sırf sınıf geçmek için yapmak istemiyordum.

Bu nedenle, Sayısal Bölümü seçtim. Böylece roman okumaktan kurtulmuştum ama tercüme kitaplar okumaya devam ediyordum. Bu kitaplar güzeldi. Ancak çeviri kitap olmaları sebebiyle Türkçelerinde biraz anlatım bozuklukları oluyordu. Haliyle bu durum, -yani Türkçe anlatım bozuklukları- benim dilime yansıdı ve zamanla akıcı olmayan bir dil konuşmaya başladım. Çünkü sadece ‘dini çeviri’ kitaplar okuyordum. Üstelik Türk İlahiyatçılara güvenmiyordum. “Sadece dini kitaplar okuyordum,” diyorum. Çünkü diğer kitaplar –zaten önceden dediğim gibi- benim içim gereksiz kitaplardı.

ÖSS sonucunda Matematik Bölümüne yerleştim. Orada kimse bana roman okutmadı. Okutacak olsalardı zaten okumazdım. Matematik Bölümünde de çeviri kitap okumaya devam ettim. Türkçe'mi bozmasına rağmen, okumak güzeldi.

Matematik Bölümünde aradığımı bulamadım ve Matematiği bırakmaya karar verdim. Tekrar sınava girip Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği Bölümünü kazandım. Bölümde, Eğitim Bilimleri dersine girinceye kadar her şey iyi gidiyordu. Eğitim Bilimleri öğretmeni bizden, hiç hoşlanmadığım bir şeyi yapmamızı, üstelik de Eğitim ile ilgili iki roman okumamızı istiyordu.

Dünyada sevmediğim bir şey varsa, o da bir roman okumaktı. Ondan daha çok sevmediğim bir şey varsa, o da iki roman okumaktı. Ondan daha da çok sevmediğim bir şey varsa, bir kişinin belirlediği iki romanı okumaktı. Bir de bu romanlardan 20 ya da 30 puanlık soru soracakmış Bey Efendi! Çattık yahu! Okumak zorunda mıyım ben senin belirlediğin romanları?

Neyse, okumam, olur biter ya da internetten özetini indiririm. Evet, çözüm buydu. Özetini indiririm, olur biter. Ancak işler istediğim gibi gitmedi. Eğitim Bilimleri Öğretmeni, özet okuyanla, okumayanı ayırt edecek sorular soruyordu. Ben yine romanları okumadım.

İkinci sınıfta da aynı Öğretmenin dersi var ve yine roman okutuyor. Bense, yine okumuyorum. Haliyle bu derslerden aldığım puanlar düşük oluyordu. Ben yine okumuyordum. Roman okumamın, bana açıkça bir faydası olmalıydı. Bana fayda sağlamayan bir işi neden yapayım ki? Üçüncü sınıfa kadar Eğitim Bilimleri Öğretmeni, her dersi için iki roman okuttu ama ben yine okumadım. Üçüncü sınıfa gelince, herkesin bu roman sorularını yapıp, benim yapamamam, bende biraz geri zekalılık hissi uyandırmaya başladı.

Birdenbire hiç faydası olmadığını düşündüğüm bu romanları, okumayı düşünmeye başladım. Okusam mı acaba? Acaba yeniliyor muyum? Bu Hoca beni yeniyor galiba. Ama yok. Ben romanları, bendeki geri zekalılık hissini yok etmek için okuyacaktım, değil mi? Evet, evet... Bunun için okuyacaktım.

Kitapları aldım. Bu kitaplar bir üçlemeydi. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları zamanındaki bir insanın anılarını anlatıyordu. Savaşın insanlar üzerindeki etkisinden bahsediyordu. İnsanların yaşadıkları açlık, sıkıntı her şey gözler önüne seriliyordu. Okurken, yer yer gözlerim yaşarıyordu. Sanki romanın kahramanı Süleyman değil de bendim. Onun yaşadığı sevinç, sanki benim sevincim, üzüntüsü de benim üzüntüm oluyordu. Bir sonraki bölümde ne olacak diye kitabı elimden bırakamıyordum. Hatta çarşıda midye satarken, müşteri gelmediği zaman hemen kitabı açıp okuyordum. Gelen geçen, eli kitaplı midyeciye şaşmadan edemiyordu. Bazı öğrenciler ne okuduğumu soruyordu.

Roman okumanın hayatıma böyle renk katacağını hiç tahmin etmemiştim. Bir gün kendimi okumaya o kadar kaptırmışım ki, önümde duran taksicinin dürtmesiyle kendime geldim. ''Kardeş, ne bu okuduğun? Benim de okuyasım geldi,” dedi. Adam dürtünce fark ettim ki, çevredeki esnafların da dikkatini çekmişti bu eli kitaplı midyeci...

Daha ilk kitabın sonlarına doğru şunu fark etmiştim: Türkçe'm gittikçe düzeliyordu. İşte bu fayda bile benim için roman okumaya yeterdi. Sonunda ne mi oldu? Bunca çabaya rağmen Hoca beni yenememiş, ben kendime yenilmiştim.

Kitapları okuyup bitirince, kitaplığıma koydum ve “Hoş geldiniz yeni dostlarım, hoş geldiniz yeni arkadaşlarım” dedim.
Dostlarım, hoş gelmelerinin yanında, bir de yeni renkler getirmişlerdi yaşamıma...

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..