Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mart '11

 
Kategori
Öykü
 

Bir ne biliyorum ki hikayesi/Que Sçais Je!

Bir ne biliyorum ki hikayesi/Que Sçais Je!
 

Kadın mevsiminden önce açmış çiçek, kadın şarttır ki üzülecek...


Kadın umutludur, kadın renkli... Çünkü bahar gelmiştir, onca kıştan sonra. Önünde yol ince uzun... Yoldan geri dönenler var başlar eğik, soluk biraz renkleri... Yolun sonunda yine aynı kırmızı telefon kulübesi; sesler içinde sıkışmış kalmış sanki. Nice sesler, o bir metre kare alanda... Telefonlar kapanmış hırsla, söylenmemiş yalanlar kalmış makinenin yuttuğu jetonda ya da tam söyleyecekken ne çok sevdiğini asılı kalmış düşen hatta. Ahizenin sırtı dönük geçmişe... 

Kulübenin önünde ceplerini yoklar kadın yine... Mont ceplerini, iç ceplerini heyecanla... İçinde umut yine, kalbine sığmıyordur hem de! Hiç sebep yokken yüze oturan gülümseme yeniden, sonra eline bakan gözünde de aynından bir tane... Avucunda bir jeton geçen kıştan kalma ya da avucunda bir telefon kartıdır artık umut içinde son bir alo'su kalan... Bakar bir mühlet umuduna, yeni doğmuş evladına bakar gibi. Usulca kapısı açılır kırmızı kulübenin, hasretle ve davetkar. Kaç zamandır dokunulmamış ahize irkilir sıcağından bu umutlu kadının. Ama kadını aniden ahizenin korkusu sarar, renkler tümüyle solar.*** 

Geçmişe gider kadın, ilk umudunu yitirdiği hikayeye dalar: 

Kadın çok daha umutludur, çok daha renkli... Bir yol önünde daha ince daha uzun sanki... Yoldan geri dönenler de var gidenlerden farklı renkleri, düşünceleri... Yolun sonunda kıpkırmızı bir telefon kulübesi, aşk buna benzemiyorsa daha ne olabilir ki!? Nice sesler kavuşmuş olmalı o bir metre kare alanda; nice merhabalar, haller, hatırlar... Telefonlar açılmış kilometrelerce uzaklara ama nice yakınlara iki göz arası kadar... Sese dönmüştür en uzun mektuplar ucu hasretle yakılan. 

Ahize düşmüş yere... 

Kadın ilk kez çekim alanına girmiştir bu kırmızı çağrının... Sanki ona insan eli gibi uzanan yere sarkmış ahizeyi alır usulca elleri arasına... Hisseder... Sanki henüz bırakmış biri bu eli, bırakmış ve kaçarak uzaklaşmış sanki... Usul usul kulağına yaklaştırır ahizeyi, küçük kalbi küçük bir kuş gibi... Ahizeden o soluk, o onulmaz ses kulağına çarpar işte! Tanınmamış ve tadılmamıştır böyle bir heyecan daha önce. 

-Alo, der tam kesilecek nefese kadın, istemsiz. Belki de çokça istekli... Bilinmezi kim bilmek istemezki ?! 

(...)Kadın aşıktır bilmediğine, özler hatta bilmeden kimi, neyi özlediğini; hasretle yanabilir bile belki!... Böyle böyle Kırmızı Kulübe Cini, her gün aynı saatte konuşur genç kadınla, her gün aynı saatte kadın inanır aşkın belki bir telefon kulübesinin kırmızı sihri ile kalbine dolduğuna... (...)Sonra günler günleri kovalamıştır, masal yazanı oyalamıştır, bir cesaretle sorular kadar cevapları da önemli olmaya başlamıştır. 

Buluşur Umutlu Kadınla, Kırmızı Kulübe Cini. Bir küçük tahta masa iki ondan da küçük taburede otururlar karşı karşıya... Solukla başlayan, sonra sese kavuşan en son cisme de nail olmuştur artık! Kadın bir bahar günündeki ilk alo'su kadar umutlu susmaktadır karşısındaki telaşlı anlatıcı karşısında kadın, dinlemek kadar, izlemek de heyecan vermiştir sanırım çokça... Ama rüzgar bir adama esiyor, ağaçlardan havalanan sarı yapraklar gibi bir adamın saçlarını alnından uçuruyordur; kadın tomur tomur tomurcuklanırken!... Adam, parmakları arasına alıp hasretle içtiği bilmem kaçıncı sigarası gibidir; dudakları ve sözleri tutuşmuş rüzgara hızla yanıp sönmelerdedir. Çaylarına ikisi de dokunmamıştır, ama kadınınki bilakis hala ılık ılık tütmededir. 

Kadın sebepsiz gülümser, adam kadının gülümsemesine gülümser ve bir sigara daha yakar. Yaktığını kadına uzatır, kadın kullanmıyorum der, fakat sonraki zamanlardan bir zamanda bunu sonlarına sebep bile sayacaktır. Her neyse ayrılır kırmızıyı seven kadın ve rüzgarın kanadındaki sese sahip adam.

(...) 

Kadın mevsiminden önce açmış çiçek, kadın şarttır ki üzülecek... 

(...) 

Arar umudunu kadın her sabah uyandığında yeniden, her gece uyuyamadığında aynı saate kurar kalbini hep. Düşer yollarına aşkının uzun, ince; katar kendini o günkü sesi duman olup havaya karışan adamın rüzgarına... O ne kadar umutluysa zaman da bir o kadar gaddar olur. Sert geçen kış gibi üşütür, yanan ateşi söndürür içindeki.

(...) ve bir sigara yakar kadın, parmakları arasına alır bakar uzun uzun... izler yanışını, dumanını... kendi yanışını izler gibi... küle dönüşünü... adam gibi hınçla bastırmak ister tablaya yanan ucunu ama kıyamaz, yapamaz... başaramaz onca umutsuz olmayı... 

İçinde bir yerlerde biliyordur çünkü, günü gelince yeniden baharda açan çiçeklere benzeyeceğini kalbinin, kışı kapıda bilse bile!..... 


***(...)Kadın umutludur, kadın renkli... Çünkü bahar gelmiştir, onca kıştan sonra. Önünde yol ince uzun... Yoldan geri dönenler var başlar eğik, soluk biraz renkleri... Yolun sonunda yine aynı kırmızı telefon kulübesi; sesler içinde sıkışmış kalmış sanki. Nice sesler, o bir metre kare alanda... Telefonlar kapanmış hırsla, söylenmemiş yalanlar kalmış makinenin yuttuğu jetonda ya da tam söyleyecekken ne çok sevdiğini asılı kalmış düşen hatta. Ahizenin sırtı dönük geçmişe... 

Kulübenin önünde ceplerini yoklar kadın yine... Mont ceplerini, iç ceplerini heyecanla... İçinde umut yine, kalbine sığmıyordur hem de! Hiç sebep yokken yüze oturan gülümseme yeniden, sonra eline bakan gözünde de aynından bir tane... Avucunda bir jeton geçen kıştan kalma ya da avucunda bir telefon kartıdır artık umut içinde son bir alo'su kalan... Bakar bir mühlet umuduna, yeni doğmuş evladına bakar gibi. Usulca kapısı açılır kırmızı kulübenin, hasretle ve davetkar. Kaç zamandır dokunulmamış ahize irkilir sıcağından bu umutlu kadının. Ama kadını aniden ahizenin korkusu sarar, renkler tümüyle solar. 

Kadın diğer elindeki jetonu/kartı yuvasından içeri atar ve umut yeniden rengini katar güne...*** 

SoN. 

***ilk sahne(paragraf) aynı zamanda son sahnedir(paragraftır). 

 
Toplam blog
: 4
: 2234
Kayıt tarihi
: 01.10.10
 
 

Bayılırım; okuyana bir de anlayana... Okursan anlarsın, anladıkça da okumaya devam edersin zaten, be..