Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ağustos '09

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Bir Rüya Gördüm

Bir Rüya Gördüm
 

Yorgunluktan mıdır nedir, dün gece acayip rüyalar gördüm.

Dim Çayı Köprüsünden DİM HES Barajınaa kadar olan doğal hayatın sürdüğü çay yatağı sağlı sollu turistik işletmelerle dolmuş. Ortalıkta jetskiler, paraşütle gezenler, banana turları yapanlar, oltası sallayanlar, beton duvarlara havlusunu serip güneşlenenler, çekirdek çıtlatıp karşı kıyıyı seyre dalanlar, elele tutuşmuş gezen sevgililer, oyun parklarından gelen neşeli çocuk sesleri…

Akşamları bir başka güzellik. Renk cümbüşü lokantalarda oturacak yer kalmamış. Tabak-bardak sesleri, şuh kahkahalar… Çay boyu turist gezdiren küçük kayıkların küreklerinin suya batıp çıkmasından doğan şlap şalp sesleri ile bir zamanlar İstanbul’un meşhur Göksu Deresinde gezinen küçük fasıl kayıkları gibi gezen biraz daha büyükçe iki çifte kayıklar...

Bir genç bağırıyor, “ Nerede buradaki karabataklar, kaşıkçılar, balıklar, kurbağalar, sazlar- kamışlar? “ Sivil polisler hemen üzerine atılıyor gencin, yatırıyorlar yere, biri de ağzını kapatmaya çalışıyor. Yattığım yerde şöyle bir dönüyorum. Genci yaka paça ekip otosuna götürürlerken , “Ulan burada parayı çuvalla götürüyorlar, sen kurbağanın derdindesin” diyor biri.

Kan ter içinde doğruluyorum yataktan, sanki beni derdest etmişler gibi “ Valla ben demedim, billa ben demedim, yanlış adamı götürüyorsunuz memur bey “ , “ Ben niye karşı çıkayım, zaten Çay’ın kenarına kadar binaları dikmişler, yukarıdaki lokantaların foseptiği olduğu gibi Çay’a veriliyordu, geç bile kalındı bu tesisleri yapmaya, iyi ki yapmışlar “ diyorum.

Kalktım, bir bardak soğuk su aldım. Balkona çıktım. Balkonun ucundan görünen Dim Vadisinden gelen diskonun gemici ışığı gibi göğe vuran ışığına baktım. Tekrar yattım.

Yatmamla birlikte kendimi karlar içinde buldum. Akdağ Kayak Merkezi’ndeyim. Oteller dolmuş. Elli kişilik teleferiklerin biri iniyor biri çıkıyor. Bekleme istasyonlarında uzun kuyruklar. Ha keza, dağın zirvesine birbiri ardına turist taşıyan telesiyejler. Dağın yamaçlarından kuğu gibi süzüle süzüle kayan kayakçılar.. Yamaçlardaki ormanın içinden gelen kurt sesleri… Akdağ yamaçlarından konvoylar halinde gelen - giden turist otobüsleri. Otellerin önündeki verandanın korkuluğuna yaslanıp kara gözlükleri ile pırıl pırıl ve tertemiz gök yüzüne bakıp “Aman Allahım ne güzel bir yer” diye iç çekenler…

Ve bir sessizlik anı.

Bir ihtiyar yanındaki akranına dert yanıyor, “ Buraya bu tesisleri yapanlar hiç mi haber dinlemiyor a bilader, küresel ısınma Akdeniz’de büyük tehlike, burada kar mı kalır? “ diyor.

Vay sen misin bunu diyen, adamın yaşına başına bakmadan garsonlar girişiyorlar adama, “Ekmeğimizden mi edeceksin sen bizi?” diye. “

Uyanıyorum kan ter içinde.

Dalıyorum yeniden.

Sokaklar genç dolu. Birine yaklaşıp soruyorum, Hangi okuldansın genç? “Keykubat Üniversitesi’ndenim” diyor. Yanındakine soruyorum. “ Hamdullah Paşa Üniversitesi’ndenim” diyor. Aklıma yoldan geçen turistleri zorla işyerine sokmaya çalışan, mal almayan turistin arkasından söven, kaldırımlarda tavla atan esnaflar geliyor. Sokağa bir daha bakıyorum, hiç ortalıkta esnaf yok, hepsi içerde mal pazarlığında. “Ne güzel, ne güzel” diye diye iskeleye doğru yürüyorum. “On bin gençte doyuramazsa bu Alanya’yı daha hiç doymaz” diyorum kendi kendime.

Hanım dürtüklüyor, uyanıyorum. “ Ne konuşuyorsun kendi kendine? “ diyor.” Ya bunlar üniversitede çocuk okutmanın zorluğunu hiç bilmiyorlar, birbirimizle ticaret yaparak gayri safi milli hasılayı arttıracağız sanıyorlar “ diyorum. “Hanım, ” Sen önce kendini kurtar” diyor. Dalıyorum.


Pazar yerinde geziyorum. Derdim, çoktan beri yiyemediğim Amasya Elmasını bulmak. Nasıl canım çekti, şöyle kütür kütür elma yemek… Her zaman alışveriş yaptığım Manav Hasan Abi, “Ancak büyük halde bulursun “ diyor. Rüya bu ya, atlıyorum arabaya Alanya çevresindeki bütün sebze-meyve hal’lerin birleşmesiyle ortaya çıkan büyük- modern ve çok amaçlı hale gidiyorum. Gerçekten ne ararsan var. Fiyatlar ucuz. Mallar kaliteli ve hijyen nitelikleri yüksek. Üretici memnun, aracı memnun, satan memnun, tüketici memnun…

Bir o tarafa bir bu tarafa dönerken gülüyormuşum. Oğlanın dürtüklemesi ile bir yanıma dönerken, “ Baba zaten sıcaktan uyunmuyor, gülüp durma yaaa!..” diye seslenişini duyar gibi oluyorum.

Aslında ben sık rüya görmem. Görmeye başlayınca da hepsi toptan mı gelir bilmiyorum ki… Biri bitiyor biri başlıyor.

Güzelbağ’dayım. Belediye başkanı defne ekip duruyor her yere. “Defne ile Güzelbağ’ın kaderini değiştireceğim” diye konuşuyor. Şimdilerde bin dönüm arazi üzerine Organize Sanayi Bölgesi ve golf sahaları yapacaklarmış. Güzelbağ’ın ekonomik-sosyal

kader yönü defneden, OSB gibi entegre bir yapıya yükselmiş bir anda. Güneş enerjisine dayalı, çevre dostu örnek bir tesis olacakmış.

Sevinç içerisindeyim. Başkanla çay içiyoruz. “Başkanım; hakikaten enerjisiyle, atığıyla, suyuyla, havasıyla, üretimi ile çevreci mi olacak bu OSB?” diyorum. “Elbette, Ergene Havzasındaki sanayi tesisleri gibi doğaya hiçbir aşamada zarar vermeyecek şekilde olacak” diyor.

Uyanıyorum.

Kahvaltıda hanıma, “Bir sürü rüya gördüm” diyorum. Gülüyor, “Hepside hayırlı olsun “ diyor.

 
Toplam blog
: 272
: 734
Kayıt tarihi
: 13.10.07
 
 

1959 Sinop Bektaşağa Köyü doğumluyum. Yaşamda, anlaşılacak bir şeyi olanlara ve bunu öğreti yapan..