Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Şubat '08

 
Kategori
Şiir
 

bir veda partisinde veda hutbesi

bir veda partisinde veda hutbesi
 

Can Yücel resmi


Sanki seni tanıyorum.
Aynı sokaktan geçmiş gibiyiz.
Bir sinema salonunda karşılaşmış gibi, göz göze gelmiş gibi, kızarıp Kızarmadığımızı anlayacak kadar bakmamış gibi…
Sanki seni tanıyorum.
Bir başka dünyada yaşayıp, bilmediğimiz olaylar sonucu birbirimizi yitirmişiz.
Ya sen...
Sen hiç bir şey anımsıyorsun, değil mi?
Sen siyah-beyaz fotoğraf, ben henüz kameraya konmuş, ama çekim yapılmamış film.
Ben de siyah-beyazım aslında.
Şu renkli dünyada kendine renk edinemeyen türden. 

Çok yalnızım sevgili dostum.
Çok yalnız…
Robenson cruseden yalnız.
O yalnızlığı yazgı sonucu benimsemek kıyınındaydı; oysa ben, topluma kendimi Dışlatarak kalabalıkta yalnızlık seçkisi yapan ben, yazgımı kendim yarattım seni tanımadan önce, bir tanrı vardı durmadan konuştuğum.
İyi bir dinleyici olan tanrı…
O tanrı …
Konuşmasını tamamlamıştı sorularım yanıtsız, konuşmalarımız bir gizdi aramızda.
Sonra sen, sen çıktın karşıma.
Karşım imgelemimi çizdi boydan boya.
Sana kızdıkça tanrıya yakarıyorum.
Tanrıya kızdıkça şiire.
Kuşkusuz seninle de aramızda bir yakınlığımız oldu.
Hatta yakınlıktan da öte…
Seni önce bayram namazı gibi düşündüm, sonra cuma namazı…
Baktım ki sen beş vakit denetliyorsun beni.
Utandım, kızardım; vaz geçtim alışkın olmadıklarımdan.
Sana koşmaya başladım.
Gözümün alabildiği her şey sen değildin.
Ama öyle olsun istiyordum.
Her gün sabahlamaya başladım seni. 

Görüyor musun, seni anlatırken sözcükler denetimden çıkıyor.
Nasıl anlatsam, kime anlatsam, niçin anlatsam...
Biliyorum ki, yolların kesiştiği kavşakları bizler yapmalıyız.
Araç- gereci birbirimizden bulup buluşturarak…
Eğer geç kalmadıksa…
Bir çay içimi zamana gereksinim var.
Ama o zaman bazen an, bazen uzun metrajlı film gibi uzayıp gidiyor sevgili bayan.
Sahi “Yeni Karamürsel”den mi giyiniyorsunuz?
Yoksa “Vakko” dan… 

Çizgi film kahramanları gibiyiz.
Ereklerimiz için yaklaşıyoruz, yaklaşıyoruz; fark edilecekken saklanıyoruz. sonra yeni baştan aynı sahneler…
Biliyoruz, an gelip yitirebiliriz…
Ama ya cesaretimiz, ya aklımız, ya paramız yok.”ne olacak sonumuz” diyoruz Ancak…
Soru işareti kullanmıyoruz. niçin mi?
Dilcilere sormalı, bilimsel veriler ortaya koyabilirler.
Aslı astarı olmasa da… 

Hani bir gün, bir zamanı tahlil etmiştin.
Ben de sıkışıp kalmıştım bedenime.
Hiç duymadığım konuyu dinler gibiydim.
Oysa sen, zamanı tahlil ederken, ben kendimi tutmaya çalışıyordum, içimdeki Depreme dayanıklılığımı kanıtlamak için.
Çayınız soğudu buyurun için.
Pardon, affedersiniz ya da özür dilerim (bırak allahını seversen) fantanız ısındı…
Böyle de söylenmez değil mi?
Olsun konuşuyorum işte.
Size fırsat tanımamak için.
Fırsat tanırsam, belki bir şey söylersiniz.
Ya sevinçten, ya üzüntüden düşüp bayılabilirim.
Sonra çaylar, yok fantalar dökülür, gününüzü berbat edebilirim.
Oysa yüzümün doğal rengiyle ayrılmak istiyorum.
İç bir şeyi berbat etmeden.
Sadece sizi umursuyorum… 

Artık sizinde söyleyeceğiniz vardır, değil mi?
Bir gün ben de sizi dinlerim.
İntiharı annesine soran çocuk merakıyla.
Hoşça kal sevgili dostum.
Gelmeyecek otobüsümü kaçırabilirim. 

 
Toplam blog
: 74
: 571
Kayıt tarihi
: 24.12.07
 
 

1965 Tortum doğumluyum. Ankara Gazi Üniv. Fen Edebiyat Fak. mezunuyum. T.D.E öğretmeniyim. İki ço..