Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ekim '16

 
Kategori
Öykü
 

Bir yalnızlıktır deniz...

Bir yalnızlıktır deniz...
 

Deniz, uysal bir kedi gibi küçük mırıltılarla gelip gelip teknenin bordasını yalar gibiydi. Kımıltısızdı; sakin. Güneş batı bulutlarının eteklerini vişne moruna tutuşturmuş, renklerini suya düşürmüştü. Ebruli bir yaşmak gibi uzanıyordu sular. Akşam çöktü. Karadan esen hafif, belli belirsiz bir Mistral uzakta ipil ipil göz kırpan kasaba ışıkları arasından ezan sesini önüne kattı, aldı geldi. Ses yaklaştı suyun üzerinde, büyüdü, geçip gitti yitti ilerde. Çoban Yıldızı parladı, ışığı asıldı göğün karanlığında. Geldi denizin karanlığına düştü; uzadı, titrek. Hafiften oynadı tekne. İlerde karanlığın içinde adalara işleyen arabalı vapur ışıklarını suya dökerek geçti gitti. Çift uskurunun sesi yankılandı arkasında. Kalp atışı gibi; güm, güm, güm... Uzaklaştı. Sigaradan son bir nefes çekti. İyice küçülmüş izmariti fırlattı attı. Bir ateş böceği gibi karanlıkta parladı, suya düştü, söndü.

Kalktı, livarı açtı. Gündüzden hazırladığı sulinalardan iki tane aldı. Alışkın, usta parmak hareketleriyle Karagöz takımının kısa kollu çelik iğnelerine geçirdi. Takımın misinasını düzgün halkalarla başüstüne açtı. Döndü fırdöndü hizasından kurşunu eline alıp suya bıraktı. Kurşun ağırlığıyla arkasında misinayı suyun içinde yakamozdan bir iz bırakarak hızla çekti, aktı. Oturup yanladı denize. Akan misinayı nasırlı işaret parmağının üstüne aldı, baktı arkasından karanlık suya. Elli altmış kulaç akan misina kurşunun taşa vurmasıyla durdu. Boşluğunu aldı, gerginleştirdi. Kafasını kaldırıp artık görünmez olan dağın tepesine, başını çevirip sağında kalan adanın ucuna baktı. Ezbere biliyordu, taşın üzerindeydi, kerteriz tamamdı. İki kulaç yukarı aldı oltayı, beklemeye başladı.

İlerlerledi gece, koyuldu karanlık. Yukarıda başının üsünde uzak, yakın göz kırpan sayısız yıldız yanıp sönüyordu. Batı ufkunda bir yıldız kaydı; uzun, upuzun ışıktan bir yol çizerek kayboldu. Onu daha bir çoğu izledi. Yukarıda şenlik var bu gece diye geçirdi içinden. Ulan bizimki de iş mi diye düşündü. Gece boyu bekle başka işin yokmuş gibi, tutarsan iki balık ne ala, boş dönmekte var anasını satayım. Küfretti. Sonra kızdı kendine. Bizim işimiz de bu, nasip; ekmek teknemiz. Küsmek olmaz, nankörlük hiç olmaz. Sırtı ağrıdı. Değiştirdi oturuşunu. Olta elinde, sağ kolu aynı durumdaydı hala. Alışkın; sol eliyle bir sigara çıkardı, yaktı. Çakmağın ışığı gözlerinin ışığındaki sabırda şöyle bir yansıdı; anlık. Sonra döndü kendi içine, daldı, kıvrıldı. Bir yalnızlıktır deniz oğlum dedi, öğrenemedin gitti. İçinden kendisiyle konuşuyordu, sessiz. Ama durmaksızın... Ulan diyordu, deryanın ortasında bu yalnızlık var ya, bu tek başınalık, bu gece var ya; işte böyle deli eder adamı anasını satayım. Konuşur durursun kendinle. Dalarsın bodoslama, gölgen düşer kendi içine. İyidir be oğlum diyordu, konuşmasan hepten sararsın motoru. İşin ne, konuş dur. Yapacak başka iş mi var. Gene geceye karıştın bak. Geceye karıştı, ağırlaştı gözkapakları. Düşer gibi oldu başı. Seslendi içi. Uyuma oğlum, şunun şurasında ne kaldı ki sabaha. Sabaha mı ne kaldı? Bu gidişle bizim sabahımıza daha çok var oğlum, dayan ha dayan...

Bu karagözlerde alem balıklardır ha. Nazlı mı, nazlı. Haspam. Kurban olayım lüfere, balık dediğin efe olacak onun gibi. Olta molta dinlemez, gelir şimşek gibi dalar yeme. Öyle nazlanma yok, oynama yok, şimşek gibi. Aldın aldın, yoksa avucunu yalarsın; bakarsın yem gitmiş. Karagöz ise nazlıdır, ikirciklidir. Kokuyu alır, çıkar taşın altından, gelir şöyle bir dolaşır yemin etrafında. Döner, uzaklaşır, gelir sonra tekrar. Sivri burnuya dokunur şöyle bir. Sonra dudaklarıyla bir yoklar. Ha dudakları vardır karagözün baya. Sonra tutar göğüs yüzgeçlerini tornistan döndüre döndüre sürükler yemi arkaya. Bırakır, usanmaz.. Ustaysan, bu hareketlerin hepsini iletir misina işaret parmağına, anlarsın. Ama ustaysan. Aslında bu deryada her şey sana bir şeyler anlatır. Bu uçsuz bucaksız gökyüzü, bu göz kırpan sayısız yıldızlar, hepsi. Anlamak için fazla usta olmaya da gerek yok. Bir damla bile olmadığını, bir bok olmadığını anlamak için...

Uzandı, sol eliyle su şişesini aldı. Açtı kapağını dişleriyle, dikti başına. Bir yudum almıştı ki, titredi işaret parmağı. Fırlattı attı şişeyi, döndü. Dikkat kesildi tepeden tırnağa, konuşma kesildi. Balık yemi aldı, döndü. İri kuyruk yüzgecini vurarak hızla terse atıldı. Yandı parmağı, hızla asıldı tüm gücüyle. Gerildi misina suyun içinde, ıslık çaldı. Yanlamasına, başını aşağıya çevirmesine fırsat vermeden çekmek lazım, yoksa gidiş o gidiş diye konuştu. Balığın yan dönmesine, tartıp misinayı koparmasına fırsat vermeden kah hızla çekerek, kah boşaltarak asıldı. Ayağa kalktı. Aydınlanmaya başlayan suların koyu lacivertinde balık aşağıda gümüş bir tepsi gibi aydınlandı.

Kapıdağ'ın üstünde doğu ufku ağardı. Yıldızlar söndü bir bir. Deniz açıldı ince bir tül gibi sabah buğusunun içinde, maviye kesti. Yukarıdan sabah kuşları geçiyordu...

 

 Akın Yazıcı

27 Ekim 1916/İzmit

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..