Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Temmuz '08

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Bireysel duyarlılık

Bireysel duyarlılıklar

Özdenetim ve bireysel duyarlılık refleksleri yaygınlaşmamış toplumlarda yasalar ve genel görgü kuralları sahipsizdir. Yasalar insanların sahiplenmesi ile uygulanır ve gelişir. Bireysel hak ve özgürlükler; bireylerin kendi aralarında diğerinin hakkına saygılı olabilme yetenekleri geliştikçe olgunlaşır.

Demokrasi ve onun diğer unsurları bireylerin devlet karşısında eşit muamele görmesinin tek yoludur. Cumhuriyet; halkın tümü kendine özel farklılıkları ile bir arada yaşayabilmelerinin yoludur.

Devlet; bireyi güçlü karşısında belirlenmiş bir hukuk düzeni içinde korumak, adaleti sağlamak, nimeti ve külfeti eşit dağıtmak, doğuştan ve devredilemez hakların kullanımını sağlamak için vardır.

Bu bir bütünsellik içinde, birbirini tamamlayan, biri aksarsa diğeri çözülen, hiçbir kişiye ve düşünceye göresi olmayan, evrensel hukuk normlarına dayalı toplu yaşamanın ön koşullarıdır. Dünyanın her yerinde olduğu gibi bizim halkımız da; ekonomik, sosyal, kültürel, ideolojik, dini ve yaşam kültürü açısından farklılıkları olan bir toplum yapısındadır.

Siyasi parti; halkın, devletten beklenti ve talepleri istikametinde, kanunlar çerçevesinde kitlesel olarak örgütlenmesidir.

Günümüz itibari ile genel kaide bu. Anayasada, diğer yasalarda ve üniversitelerde verilen derslerde böyle yazıyor.

Ancak ‘sokaktan bakınca’ böyle görünmüyor.

Dünyada başlayan rekabet savaşlarının bedelini yoksul halk ve emeğiyle geçinenler ödüyor. Öyle ödüyor ki; hem emeğin karşılığı budanarak, hem de çalışma hayatını düzenleyen yasalarda birçok hak geri alınarak. Her ülkenin işsizleri var ve bunları çalışanlara karşı kullanıyor ülkemizde olduğu gibi. Çalışanlar sendikasızlaştırılıyor, sendika üyesi olmak artık bir dezavantaj.

Anayasanın eşit işe eşit ücret ilkesini kimse ciddiye almıyor, alsa da serbest piyasa ekonomisinde üstelik rekabet savaşı varken kim bakar anayasanın bu maddesine.

Devlet birçok işi; sendikasız, hiçbir güvencesi olmayan, iş kanununda belirtilen işçi haklarından yararlanamayan asgari ücretlilere, taşeron aracılığı ile yaptırıyor. Çalışanların üretimden aldıkları pay yıllar itibari ile nerdeyse 25 yıldan bu yana düşme eğilimini sürdürüyor. Bu durum partiler üstü bir nitelik kazanarak devlet politikası halini almıştır. Politikacılar bu konu açıldığında, küreselleşme ve serbest piyasa ekonomisini öne sürerek, ‘Dünya ülkeleri ile rekabet etmenin başka yolu olmadığını’ belirtiyorlar. O halde elliye yakın partinin hangisi gelirse gelsin durumda pek değişiklik olmayacağı görünüyor. İşte bu yüzden muhalefetteyken bol keseden atıp iktidara gelince aynı yolu izlemlerinin sebebi bu olsa gerektir.

Yoksullaşan çalışan kesim; toplumsal öz denetim ve duyarlılıklar açısından oynaması gereken demokratik rolünün dışına savrulmuştur. Sosyolojik açıdan demokrasinin işleyişi ve dinamizm kazanabilmesi için özellikle çalışan kesim siyasetin en temel enerjisi konumunda olmak zorundadır. Ancak ağırlaşan ekonomik şartların, bireyi kendi içine sıkıştırmasından ve çevre ilgisini geri plana kaydırmasından ötürü bireysel duyarlılıklar körelme noktasındadır. Bireyin ülke sorunlarına ilgisi; kendi geçim derdinin gölgesinde tamamen kendine yönelik bir anlam kazanmıştır. Bu durum politikanın yozlaşmasına ve siyasetin kalitesinin gerilemesine sebep olmaktadır.

Bilimsel değerlerden ve bilimsel olgunluktan uzak politikacı profilinin insanı bezdiren görüntüsü, halkı siyasi partilerden uzaklaştırmaktadır.

Siyasi partiler tepeden örgütleniyor ve kendi içinde türeyen gurupçuklar tarafından yönetiliyor. Halkın kendini ifade zemini bulabileceği bir particilik anlayışı bu ülkede çok şeyi değiştirir.

 
Toplam blog
: 191
: 540
Kayıt tarihi
: 01.06.08
 
 

Yerel bir gazetede yazıyorum. Okumayı severim, şiir okumayı severim. Emekli işçi olarak sosyal ak..