Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Haziran '11

 
Kategori
Eğitim
 

Bitmeyen gece

Yazarı: Mitat Enç 

Gün Batarken 

Yazar, Mitat Enç İstanbul Darülfünun Hukuk Fakültesini kazanır. Ancak I. Sınıfın sonunda sınavlara hazırlanırken şiddetli baş ağrıları, gözünde sulanma, yanma gibi şikayetler belirir. Bu şikayetler üzerine Mitat Enç arkadaşı Celal ile birlikte bir doktora gider ve muayene olur. Doktor bir şeyinin olmadığını dile getirip, bir damla yazarak geçiştirir. Ancak durum günden güne kötüye gitmektedir. Şiddetli ağrıları vardır. Babası, bir akrabası olan Zennub ablayı, duruma bir bakması için Mitat Enç’in evine yollar. Kadıncağız durumu görünce bir hayli şaşırır. Çünkü Mitat kötü durumdadır. Ve ailesine durumu bildirir. Yazar için artık tedavi çabaları başlar ve ailesi tedavisi için yazarı Viyana’ya yollamaya karar verir. Gerekli hazırlıklar yapılır. 

Yeni Bir Umut Yolu 

Kısa bir süre sonra babası İstanbul’a gelir, birçok göz doktoru gezerler. Ancak iç açıcı bir durum yoktur. Yaz geldiğinde yazar Cemil ağabeyi ile birlikte Viyana yolunu bir umutla tutar. Muayene neticesinde sol gözü için çözüm olmadığı, ancak sağ göz için belli bir görme oranını yakalayabileceklerini, bunun için de ameliyat olması gerektiği sonucu ortaya çıkar. Ameliyat olur yazar, ancak sonu hüsrandır. Profesör sol gözün alınması gerektiğini söyler. Bu yazara çok ağır gelir. Çünkü bilinçaltında bir mucizenin baş göstereceğine inanmaktadır. Ancak yazar hayata tutunması gerektiğinin bilincindedir. Doktor yeni bir ameliyat için aylarca beklemek gerekebileceğini, en iyisi bir pansiyona çıkıp ayakta tedaviye devam edilmesi gerektiğini anlatır. 

Bu tavsiye üzerine bir pansiyonda oda kiralar. Ev sahibesi Fransızca da bilmektedir. Ve ev sahipliğinin ötesinde yazar için sorumluluklar üstlenir. Yazarı her gün hastaneye getirip götürmeyi kabul eder. Ev sahibesinin adı Frau Strauss’tur. Öncelikle evi yazara tanıtır. Ve her konuda yardımcı olmaya çalışır, evin köşesini bucağını ona tanıtır. 

Yazarın bu süreçte psikolojik durumu pek de iyi sayılmaz. Çünkü çeşitli halüsinasyonlar görmekte ve korkuya kapılmaktadır. Karabasanlar gördüğü için kendisinin delirmeye başladığını düşünür. Ev sahibesi günlük yaşamına renk katması için onu gezdirir, yürüyüş yaptırır, parkları ve mağaza vitrinlerini gezdirir. Ancak gördüğü halüsinasyonlar onu sürekli rahatsız etmektedir. 

Ev sahibi yazarı bir sinir doktoruna götürür. Sinir doktoru göz doktorunu arar. Sorun, kullanılan bir göz damlasının etkisinden kaynaklanmıştır. Sinir doktoru, o ilacın kesildiğinde, sorunların ortadan kalkacağını söyler. Ve ameliyat günü geldiğinde, göz tansiyonu düştüğü için ameliyat gerçekleşemez, yarıda kesilir. Yazar çaresiz, yurda dönüş hazırlığına koyulur. İlk kez tek başına yolculuk yapacaktır ve bunun telaşını yaşamaktadır. 

El Yordamı İle Yaşama 

Yazar memleketine gitmek için Semplon Ekspresine biner. Ev sahibesi, yazarın durumunu kompartımandakilere anlatır. Ancak yazar göremediğini, insanların hemen fark etmesini istemez. Bunun için çabalar. Yurda döndüğünde baba ocağına gider, ancak mutluluğu pek uzun sürmez. Ardı arkası kesilmeyen akraba ziyaretleri yazarı bunaltır. Kimi öğütte bulunur, kimi öneriler sunar. Bazıları suçu doktorun bilgisizliğine, bazıları da Tanrı’ya yükler. Bu da yazarı kızdırır. Onlara göre Mitat Enç’in durumu, ya kendisinin, ya da soyunun işlediği bir günahın cezasıdır. Bu çok insafsızca bir suçlamadır. 

Yazarı rahatsız eden başka bir konu, başkasına muhtaçmış gibi, bağımlı hale getirilmek istenmesidir. Çünkü ailesi sürekli telaş içindedir. Bir odadan ötekine geçmek ya da avluya, ayakyoluna gitmek istediği zaman hemen herkes yerinden fırlamaktadır. Bu da onu rahatsız etmekte, kendine olan güvenini kırmaktadır. Oysa Viyana’daki ev sahibesi Frau Strauss, yazara, evin köşe bucağını tanıttıktan sonra, onu kendi haline bırakmıştır. Hatta yazara birtakım görevler vererek, işe yaramasını sağlıyordu. Oysa evinde, odada bile yalnız yatmasına izin verilmiyordu. 

Kısıtlama ve bağımlılık duygusunun yarattığı tedirginlik gittikçe artar. Ailesine durumu anlatır ve onlar bu olayı gönülsüz kabullenirler. Yazar artık evde yalnız başına hareket edebilir. Okumak istediği eserleri kardeşlerine okutur. Ancak bunlar yazarı doyurmaz. O daha fazla özgürlük istemektedir. Bu sıralarda babasının işleri de düzgün gitmemektedir. Mitat Enç bir şeyler yapmak ister. İşe yaramaz bir kör olmak istemez. Bir baltaya sap olmak için bir uğraş arar. Aklına bu sıralarda bir fikir gelir. Hastanede yattığı dönemlerde dil konusunda sıkıntılar çekmiştir. Bu nedenle Almanca öğrenmeye karar verir. Ancak kentte Almanca bilen birisi yoktur. Bunun yerine yazar İngilizce öğrenmeye karar verir. 

Amerikan hastanesine gidip alım satım işlerine bakan Mr. İsely ile tanışır. Dr. İsely Halkevinde kullandığı ders kitabından dersi yüksek sesle okur. Anlamını bilmediği sözcüklerin karşılığını kardeşi not alır. Ancak yazara göre, göz ve ellerin katılmadığı, yalnız kulağa dayanan bu öğretimde, sözcükleri ve cümle dizelerini hatırda tutabilmek pek kolay olmaz. Bu dönemde işleri yolunda gitmeyen Mitat Enç’in babası Emin Mazlum Enç Bey’de de bir kıpırdanma belirir. Ambar açmayı düşünür. Oğlu da bu konuda babasına destek verir. Boş bir ambar kiralar ve işe başlarlar. Yazarı, her gün yazıhaneye gidip gelenleri karşılamak bir müddet oyalar. Bu arada babasının işleri de düzelmeye başlar. 

Yeni Bir Işık 

Amerikan misyoneri Mr. İsely bir gün elinde bir paketle Mitat Enç’in evine gelir. Koltuğunun altında körler için Braille denilen ve parmak ucu ile okunan kabartma alfabeyi getirir. Yazarın morali biraz bozulur. Sanki bunu kabullenmek, ona, körlüğü kabullenmek gibi gelir. İsely’in çabaları sayesinde ve onu kırmamak için alfabeyi öğrenmeye çalışır. İsely ise, çalışmaların nasıl gittiğini yazıhaneye sık sık gelerek sorar. Alfabenin okunuşunu ve yazılışını öğrendikten sonra, kısaltmaların da ezberlemesi gerekmektedir. Ezberlenmesi gereken 200’e yakın hece, işaret ve kısaltma vardır. Braille alfabesini öğrendikten sonra İngilizce öğrenmek, daha kolay hale gelir. 

Isely’in bir gün yazara, “Belki bu hastalığın yolu ile Tanrı sana yeni bir görev veriyor. Memlekette binlerce kör var. Yoksulluk içinde yaşıyor. Sen onlara aydınlığın yolunu gösterebilirsin, ” der. Bu söz yazarı etkilese de, o gözlerinin hala açılacağını umut etmektedir. Bu amaçla, ev sahibesinden gelen bir mektuptan sonra tedavi için Viyana’ya tekrar gider. Ameliyat olur ve başarı sağlanamaz. Artık doktorlara da fazla güvenmez. Frau Strauss‘a, buradaki Körler Okulunu ziyaret etmek istediğini söyler. 

Eğitim Bakanlığına bağlı Körler Okulunun müdürü, buranın kendisi için faydalı olmayacağı kanısındadır. Sert ve cesaret kırıcı bir tavrı vardır. Yazar, okulun program ve derslerini yakından izlemenin, memleketinde böyle bir okul açmak isterse, kendisine faydalı olacağı kanısındadır. Ancak müdür buna karşıdır. Yazar, Frau Strauss’la birlikte Bakanlığa gider ve bu konuda izin koparabilirler. 

Enç, sabahları küçüklerin okuluna giderek Almancasını geliştirir. Öğleden sonra ise kabartma matbaa ve kitaplığa kapanıp, kitap okur. Ev sahibinin bu kadar yoğunlukta, bu konuda kendine yardımcı olması, biraz sıkıntılı olacaktır. Dolaysıyla, tek çıkar yol bağımsızlığını burada da sağlamanın bir yolunu bulmasıdır. Birkaç gün yol güzergahını geçerken, dikkatle izler, önemli ayrıntıları, sokak giriş, çıkışlarını, yollardaki çukurları, kaldırımları, hafızasına kaydeder. Ve okula kendi başına gidebilmeyi başarır. Bir gün Frau Strauss yolda giderken, tesadüfen tanıştığı bir kör genç sayesinde, Mitat Enç için yüksek tahsilini yapabilme olanakları olduğunu anlayınca, hemen çareler aramaya girişir. 

Almancası yeterli olmadığı için gazete ilanı ile bulduğu iki kadın ile Almanca çalışır. Okunması gereken kitapları bu gönüllü okuyucular okur ve çok yardımcı olurlar. Daha sonra Mitat Enç Pedagoji Enstitüsüne kaydolur. Genel Ruh Bilimi, Pedagoji ve Pedagoji Tarihi gibi dersleri izleyebileceği bildirilir. Artık, Enstitüye de kendi başına gitmeyi öğrenmiştir. Ancak bu arada siyasette istenmeyen gelişmeler olur. 

Hitler, Avusturya’yı ilhak etmeyi çalışır, Nazilerin eylemleri her geçen gün artmaktadır. Memleketten gelen haberler de iyi değildir. Babasının işleri bozulduğu için dönmesi istenir. Ancak yazar eğitimine devam etmek ister. Bu sebeple de burs aramaya girişir. İlk adım başarısızlıkla sonuçlanır. Frau Strauss bu dönemlerde biraz destek çıkar. İdare etmek için birkaç kuruş da kendi emeğiyle kazanır. Türkiye’ye gidecek birine Türkçe dersi verir. Pansiyon sahibi kadının maddi ve manevi büyük desteği olur. Ve Amerikan misyoneri Mr. İsely’in çabalarıyla Amerika’da körler için burs veren Mr. ve Mrs. Mather adındaki zengin bir karı- koca, Mithat Enç’i ziyaret edip isterse, Amerika’da öğrenim görebileceğini bildirirler. Yazar bu yardımsever insanların teklifini kabul eder ve yol masraflarını halletmek için Ankara yolunu tutar. 

Çıkmaz Sokak Girişi 

Yazar, Amerikalı ailenin bakanlığa bıraktığı bursu kullanabilmek için bakanla görüşür. Bakanın yazarla ilgilenmesi, ümidini arttırır. Ancak Özel Kalem Müdürünün kayıtsızlığı, ümidini endişeye dönüştürür. Eylül ayında yazarın Amerika’da olması gerekmektedir. Ancak işlemlerin yapılması için bir süre beklemesi gerekir. Bu nedenle memlekete gidip, neticeyi beklemeye başlar. Uzun yazışmalar sonucu, Amerika’ya gidebilmesi için İzmir’deki Körler Okulunda kurs görmesi gerektiği, kararı ortaya çıkar. Bunun sonucunda yazar İzmir’e gelir. Karşıyaka’da ki okula yerleşir. Burada ilk başlarda çok zorluk çeker. Okul müdürü ne yapması gerektiği hususunda bilgi vermez. Mitat Enç, okul müdüründen, küçük çocuklara okuma yazma öğretmek için talepte bulunur ve talep kabul edilir. Bir müddet sonra okul müdürü, isterse Mitat Enç’e, asıl öğretmen olarak okula kaydını yaptırabileceğini söyler. Bu durum yazarı korkutur. Müdürün kendisini göndermek istemeyeceği ve burstan mahrum kalacağı vehmine kapılır. Bu sebeple endişelerini Mr. Mather ve Bakanlığa yazılar göndererek, bildirir. Sonuç itibariyle, Bakanlıktan beklenen cevap gelir ve yazara Amerika yolu açılır. 

İzmir Körler Okulu 

Yazarın İzmir Körler Okuluna ilişkin birtakım eleştirileri vardır. Örneğin; Sağırlar ve körler aynı sınıflarda bulunmaktadır. Bu ise öğrenciler için sıkıntı doğuracak bir durumdur. Okulda sınıflar son derece karışık 7 ile 20 yaşını aşmış olan öğrenciler aynı ortamlarda bireysel farklılıkları ve hazır bulunuşluk düzeyleri dikkate alınmadan eğitim görmektedirler. Okulda takip edilen bir program yoktur. Araç-gereçler yetersizdir. Süresini doldurana ilkokul diplomasına denk bir diploma verilip salıverilir. Okulun belli bir öğrenci kabul yaşı da yoktur. Sonradan kör olanlarla, anadan doğma kör olanlar aynı ortamda bulunmaktadır. 

Mithat Enç çocukları yaş gruplarına göre sınıflara ayırır. Ders sırasında çocukların birçok kavramı bilmediğini fark eder. Ağaç, gövde ve dallarını öğretmek için bir ders saatinde çocukları bahçeye çıkarır. Çocukların yaparak, yaşayarak, bizzat dokunarak öğrenmelerini ister ki, okul müdürü derse gölge düşürür. Müdür ‘eğitimin yeri sınıftır, ’ diyerek tepki gösterir. Ayrıca okul çevresi de eğitime elverişli değildir. Okulda ısınmak için gerekli donanım da söz konusu değildir. Öğretmenler, akşam saati nöbetçi öğretmenin mutfaktan kaçırabildiği mangal ateşinin çevresinde ısınırlar. 

Mitat Enç yine müdürle başından geçen hadiseyi şöyle anlatır: “Bir gün yalın Aritmetik soruları çözüyorduk. Ötekiler bununla uğraşırken, ben de klarnetçi Yaşar’a sayı kavramlarını öğretmeye çalışıyordum. Onun için marangoz atölyesinde küçük bölmeleri olan bir küçük kutu yaptırmıştım. Yanı başındaki şeftali çekirdeklerini ayırarak, ikişer, üçer bölmelere yerleştiriyordu. Ben de seçip koyduklarını elimle denetliyordum. İki tür çekirdeği birbirinden ayırt etmesini ve gözlere doğru sayıda yerleştirmeyi başarmaya başlamıştı. O sırada müdürün sınıfın açık duran kapısından sessizce içeri sızarak arkamıza dikildiğini sezer gibi oldum. Bir ara Yaşar bir yanlış yaptı, arkamdan: ‘Kafasız, yanlış yaptı!’ diyen müdürün dik sesi duyuldu.” Evet, Mitat Enç müdürün eğitim anlayışından son derece rahatsızdır. Ancak elinden de bir şey gelmemektedir. 

Isely’in Evi 

Yazar, Amerika’ya gitmek için hazırlık yapmak amacıyla evine gelir. Daha sonra Mitat Enç İngilizcesini geliştirmek için Isely’in evine yerleşir. İsely’in asıl görevi, savaş boyunca kapalı kalan Amerikan Kolejini öğretime başlayacak duruma getirmektir. Ve o bir misyonerdir. Amerika’da yazarın öğrendiğine göre, misyonerlik her yaştan insanlar için kariyer niteliği taşıyan bir meslekmiş. 

Bu insanların, kişisel amaçları ne olursa olsun, yazara göre hayranlık duyulacak bir yanları vardır. “Kendilerini bir amaca adamak, bunun için sıkıntı ve zorlukları göze alıp güler yüzle katlanmak.” 

İsely’in evinde, bu yeni ortamın yaşam üslubu ve bireyler arası ilişkiler yazarı şaşırtmaktadır. Mitat Enç bu duruma ilişkin bir olayı şöyle nakleder: “Bir gün ziyarete gelen babamla oturuyorduk. Babam telaşla yerinden kalktı ve endişeli bir sesle: ‘Yav, Isely’in oğlu yel tulumbasının tepesine tırmanmış, düşüp parçalanacak, ’ diye içeriye seslendi. İsely, sakin bir sesle karşılık verdi: ‘Düşmeden tırmanmış… Öyleyse düşmeden de inebilir.’ Bizde çocuk üzerinde yoğun bir baskı varken, bu evde çocuk bir birey olarak kabul edilir.” Yazar Isely’in evinde aldığı İngilizce dersinden sonra son hazırlıklar için tekrar evine döner. Ve yazarın annesi de bir hayli telaşlıdır. Çünkü hem saat farkı olduğunu, hem de kışların çok sert geçtiği bilgisini öğrenmiştir. 

Yeni Bir Yaşam Yolu 

Yazar evine döndüğünde kazanmış olduğu özgürlükten mutlu, fakat hayatına yeni bir düzen vermek zorunda olduğu için tasalıdır. Artık gözlerinin açılmasından ümidini kesmiş ve kör olarak bir hayat planı çizmeyi benimsemiştir. Yazar artık el yordamıyla işlerini halledebilmektedir. Her şeyin ancak gözle görülerek yapılışına alışanlar için kulak ve el yordamıyla yaşamanın olağanlığını kavrayabilmek zor olur. Ve bunları insanlar, yazara göre, olağan üstü yeteneklere bağlarlar. Yazar okuma yazma sorununu da çözmüştür. Daktilo ile zorluk çekmeden dilediğini yazabilmektedir. Yazara göre kulak, burun, el ve gözün müstebit güdümünden kurtararak iş görür hale getirmek biraz zaman alır. Ancak yazara göre yersiz yardımlardan kaçınarak bunun sağlanması gerekir. Bu yardımların yapılması, görmeyenleri gerçekte olduğundan daha kör bir duruma getirir. 

Yeni Dünya 

Yazar ailesiyle vedalaştıktan sonra tatile giden Isely’lerle, Amerika’ya gider. Yazar Amerika’ya ayak bastığında, New York’tan pek hoşlanmaz. Ona göre sanki burası eski dünyadan gelenlerin oluşturduğu, yamalı bir bohça gibidir. Yazara göre, bu kentin yaşamında gevşeyip dinlenmenin yeri yok gibidir. Ancak koşturup kovalayarak su yüzünde kalınabilinir. 

Yeni Dünyanın Bir Başka Yüzü 

Yazar, Ağustos sonu öğrenimine başlayacağı Boston’un yolunu tutar. Boston henüz trafiğin yoğun olmadığı sessiz bir kasabadır. Sabah çan sesleri ve kuş cıvıltıları ile uyanıyor. Harvard Üniversitesi Eğitim Fakültesine bağlı, körlerin ruhbilim ve eğitimlerine ilişkin kurslar, ilkokul kesimindeki özel bir yapıda verilir. Öğle sonları da gözlem ve uygulamalarla geçer dersler. 

Okul, bu ülkede 1830’larda gönüllü girişimlerle kurulan ilk körler okuludur. Eğitim-Öğretim ve yönetimi bir mütevelli heyeti ve onlar tarafından atanan yöneticilerle yürütülmektedir. Gerek yapı, gerek donanım açısından Avrupa’dakilerle kıyaslanamaz bile. Öğrenciler 10’ar kişilik yapı kümeleri, 3-4 bekar öğretmenle birlikte, aile ocağı benzeri küçük bahçeli evlere yerleştirilmiştir. Evin temizlik görevine öğrenci ve öğretmen herkes katılmaktadır. Yönetici Mr. Gibson, yazarın eline bir bez vererek bulaşıkçıya yardım etmesi gerektiğini söyler. Burada herkes kendi işini kendi yapmaktadır. Öğrencilere, gözleri görmüyor diye, yersiz ve gereksiz hiçbir yardım yapılmaz. 

Yazar gerek okulda, gerek üniversitede izlenen öğretim yöntemlerini garipser. Çünkü alıştığından çok farklıdır. Sömestr başında öğrencilere dersin ana konuları, incelenecek ilgili kaynaklar, hazırlanması gereken ödevleri içeren rehberler dağıtılmaktadır. Yazarın belirttiği üzere öğretmenler, sınıfta öğrencilerin bir parçası gibi dururlar. Herkes her konuda tartışabilir. Ancak kurallara da kesinlikle uyulması gerekir. Öğrenci merkezli bir eğitim söz konusudur. Saygınlık betimlemeleri ile konuşmak, görev yerine vaktinde gelmek, verilen işi baştan savmadan vaktinde yapmak gibi alışkanlıkların kurulup yerleşmesine özen gösterilir. 

İnsan ilişkilerinde yazarı etkileyen bir yön de, mevki ve kimlikleri ne olursa olsun, herkesin birbirinin dengiymiş gibi davranmasıdır. Ne hizmetçi, ne aşçı, yönetici tarafından ezilip büzülür. Müdür ve hocalar öğrencilere ve birbirlerine karşı kasılıp komutanlık etmez. 

Uyum ve gelişim sorunları olanlar için kurumda Rehberlik ve Psikolojik Danışma servisi vardır. Bedeninde aksaklık olanlar, bu kurumlarda fizyoterapiye giderler. Kimsesiz çocukların hafta sonlarını geçireceği aileler, okuyucu ihtiyacı olanlar için gönüllü okuyucular bulunur. Yazarın da ifade ettiği gibi insana değer verilir. İnsanı, iki temel sakatlığına rağmen, insan olarak yaşayabilecek, gerekli bilgi beceri ve alışkanlıklarla donatmak amacı, harcanan emek ve para, insana değer verildiğinin en önemli göstergesidir. Bu ülkede çocuklara karşı tutumlar da çok etkileyicidir. Yaşı ne olursa olsun çoğu yerlerde onlara yetişkin muamelesi yapılıp, görüş ve tercihleri sorulur. İstekleri önemsenerek dinlenir. Yazara göre, tüm bunlar çocukların düzenle kuralları öğrenip uyum sağlamalarına katkı sağlar. Yazar buradaki eğitiminin sonuna yaklaşır. Ancak niyeti bir üniversite diploması almaktır. Harvard’da bu imkan yoktur. Çabalamaları sonunda, Colombia Üniversitesinde diploma almak için bir bursla eğitimine devam eder. 

Metropolis 

Yazar buradan pek hoşlanmaz. Çünkü her yer insan kaynamaktadır. Yer altı ve hava trenleri, 70 katı boylayan ekspres asansörler, taşıt hortumları, sürekli koşturan insan yığınları ile burası insanın yarattığı bir cehennem gibidir. Burası çok savurgan bir şehirdir ve tüketim çılgınlığı diz boyudur… Bu dönemde Nazilerin yükselişi devam etmektedir. Amerika bu duruma kayıtsız kalmıştır. Ancak Avusturya, Almanya tarafından ilhak edilmiştir. İnsanlar Amerika’ya akın etmektedirler. 

Burada, özürlü çocukların ruh bilimi ve eğitimi ile ilgili derslerde sağladığı başarı yazarın kendine olan güvenini artırır. Bu şehirde görme engelliler için gönüllü kuruluşlar, dernekler, iş olanakları bulunmaktadır. En önemlisi ise normal devlet okullarında körler ve az görenler için kurulmuş olan özel sınıf ve hizmetler bulunmaktadır. Ve bu engelli çocuklar, okul programının önemli bir kısmına gören öğrencilerle katılmaktadır. Mitat Enç’e göre, bu şehirde, görme engellilerin, gören bir topluma uyum sağlaması için çaba harcanmaktadır. 

Yazar, New York’ta bulunan Colombia Üniversitesindeki eğitimini tamamlar ve lisans diplomasını alır. Bulunduğu okul ve çevresindeki insanlar yazarı içtenlikle kutlarlar. 

Yazar Harvard ve Colombia Üniversitesinden diplomalarını alır. Ve Amerika’ya dil öğrenmeye gelen kuzeni ile birlikte yurda döner. 

Yazar Ankara’da bir Körler Okulu kurmayı planlar. Ankara’ya indiğinde bu konuyu Başbakan Refik Saydam ile görüşmüş, durumu ona anlatmıştır. Başbakan kendisine güzel bir rapor hazırlanması gerektiğini bildirir. Yazar da her şeyi olmuş bitmiş sayarak memleketi Antep’e gider. 

Kördöğüşü 

Yazar, birkaç gün sonra yüz sayfalık bir rapor hazırlar ve babasıyla birlikte Ankara’ya gelir. II. Dünya Savaşının yükseldiği günlerdir. Yazar bu karışıklık içerisinde ancak birkaç gün sonra bakanla görüşebilir. Yazara, savaş koşullarında böyle bir okulun açılamayacağı, İzmir’deki Körler Okuluna tayininin yapılabileceği söylenir. Yazar İzmir’e gitmeye razı değildir. Bu sebeple o günkü Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile görüşür. 

Yazar, bakanın ilgisi sayesinde Gazi Eğitim Enstitüsünde göreve başlar. Yüksek okulda ders vermek yazarı heyecanlandırır. Yazar uzun süre nasıl bir yöntem izleyeceğini düşünür. Sınıfta 20 öğrenci vardır. Yazar, kör olduğundan suistimal edilmemek için dikkatli ve kurnaz davranır. Öğrencilere her şeyin farkında olduğunu kanıtlar. Ve zaman içerisinde dersler daha zevkli bir hale gelir, dışarıdan da derse katılmak isteyenlerin sayısı artar. İlk kez alın teri ile para kazanmak yazarı mutlu eder. Ancak bulunduğu konum pamuk ipliğine bağlıdır. Yazar, girişimleri sonucunda, kendine öz bir kadroyla hocalık statüsüne erişir. 


Minyatür Üniversite 

Gazi Eğitim başkentin en itibarlı kurumudur. Enstitüde minyatür fakülteler halinde hemen her bilim dalına ilişkin bir bölüm bulunmaktadır. Ve öğretim kurulunu ülkenin en seçkin kişileri oluşturmaktadır. Ancak yazar fakültedeki birtakım eksiklikleri fark eder. 

Gazi Eğitim Fakültesinin Önemli Eksiklikleri 

Bölümde muhteva dersleri okutulur. Resim İş, Beden Eğitimi, Müzik Bölümlerinde de sadece bu alanla ilişkin bilgi ve becerilere ağırlık verilirdi. 

Edinilen bilgi ve becerinin belirli yaş düzeyindeki öğrencilere, hangi amacı gerçekleştirmek için ve hangi yöntemlerle aktarılması gerektiği konularda ne bir öğretim ne de bir uygulama vardı. 

Bölümlerin bir haftalık sürede, 2. yılın sonunda, okullara dağılmaları mesleki uygulama sayılırdı. 

Öğretmenler kurulu toplanır ve hocalar Ruh Bilimi dersini kaldırmak isterler. Çünkü “Bilen öğretir, ” kuralını benimsemişlerdir. Oysa Mitat Enç mesleki derslerin ve uygulamanın yetersiz olduğunu belirtir, Ruh Bilimi dersinin gerekliliğinden bahseder. Ancak dikkate alınmaz. Enstitüde yazarı kendiliğinden sevindiren gelişme de olur. 

Yazarın Eğitim Bölümündeki konferanslarına yoğun ilgi duyulur. Yazar, onlara olağan kişilerle uyumsuzluk ve dengesizlik yaratan nedenleri, eğitimin temel işlevlerinden birisinin de bu durumları önlemek ve gidermek olduğunu anlatır. Günlük yaşama yansıyan uyumsuzluk belirtilerini açıklar ve ana-baba ve öğretmenlerin bunlara karşı takınması gereken tutumları anlatır. 

Eğitim Bölümünün son sınıf öğrencileri, her yıl Mayıs başlarında, iki haftalık bir uygulama gezisine çıkmaktadır. O sıralarda Milli Eğitimin en canlı hareketi Köy Enstitüleridir. 2. sınıf öğrencileri buraları ziyaret eder ve incelerler. O zamanlarda 5 yıllık zorunlu eğitim, kırsal alana pek az yayılma fırsatı bulmuştur. Zor şartlarda çalışacak öğretmen bulmak zordur. Mali kaynaklar yetersizdir. Bu nedenle askerliğini çavuş olarak bitirip İlköğretim görmüş olanlar, 3 yıllık yoğun bir eğitimden geçirilerek köy okullarına öğretmen olarak atanmışlar. Öğretmen sorununa kurtuluş olarak bu enstitüler kurulmuş, buralara köy okullarını bitiren yetenekli çocuklar seçilerek alınmıştır. 3 yıllık genel öğretim, 3 yıllık da genel mesleki öğretimden sonra, 20 yıl zorunlu hizmet ile köy okullarına atanmışlardır. Bu öğretmenlerin görevleri hem ilköğretimi yürütmek, hem de köy halkına önderlik etmektir. 

Olumsuz Yönleri: Yazara göre bu okulların birde olumsuz yönleri bulunmaktadır. Yazar köy okullarının, üretim merkezine dönüşme çabasında olduğundan, bunun akademik öğretimi de bir ölçüde etkilediğinden bahseder. Yazarın ifadesine, sınıf tam bir Matematik ve Fen Bilgisi dersinin ortasındayken, kapı açılarak krizma ve dikim için 5-10 öğrenci alınır. Öğrencilerin bir kısmı, dersi bıraktırılarak iş başı yaptırılmakta ve bütün işler öğrenci emek ve zamanı ile yürütülmektedir. Yazara göre kurum, öğretmen yetiştiren bir kaynak olduğunu unutarak, üretim merkezine dönüşme tehlikesiyle karşı karşıyadır. 

Yazar, bu ziyaret ve gözlemleri sonucunda milli eğitimdeki önemli kopukluklara dikkat çeker. Bu çabalar sonucunda, İlköğretim aşamasının gerek öğretmen yetiştirme, gerekse program ve uygulamalarına, eğitim ve öğretimin, kendine öz bilgi, beceri ve görgüleri olduğu anlayışı girer. Öğretmen Okullarının her iki türünde de Meslek Dersleri okutulup yeterli uygulamalar yapılır. İlkokul programlarına, az da olsa, çocuğun gelişim özellikleri, bireysel farklılıkları gibi dikkate alınması gereken birtakım ilkeler girer. Bilginin, bilgi olarak aktarılmasından çok, belirli birtakım eğitim amaçlarının gerçekleştirilmesinde bir araç olduğu benimsenir. Ancak lisenin aşağı doğru bir uzantısı gibi görülen ortaokul ve lise düzeyinde, tüm eğitimin amacı bilgi aktarmak olarak benimsenip, buralara öğretmen yetiştiren kurumlarda görev alacakları, bu açıdan donatmaktan öteye gerekli destekleyici bilgilerin verilmesine ihtiyaç duyulmaz. Herhangi bir yüksek öğretim görmüş olan herkesin, bu okullarda öğretmenlik yapabileceğine inanılır. Kısacası yazarın ifade ettiği gibi öğretmenlik bir meslek haline henüz gelmemiştir. 

Yazar, çevresine işe yarayacağını inandırıp, oldukça önemli ilerlemeler sağlayarak kendini meslek adamı olarak kabul ettirmeyi başarır. Ancak Özel Eğitim meselesinin geri planda durması, yazarı tedirginleştirir. Bakanlık tüm ilgilerini Köy Enstitüleri ve okullarının yaygınlaştırılmasına yönlendirmiş, Özel Eğitim ile ilgilenme konusunda pek istekli değildir. Yazara, girişimleri sonucunda verilen tepki, “Hele şu normal olanları bir okutalım da, sıra sakatlara gelsin!”şeklindedir. Böyle bir sıralamayla, Mitat Enç’in ifadesine göre, sakatlar arka plana atılır. 

Yazar pes etmez. Dergi ve gazetelerde konuya ilişkin düşüncelerini yayar ve kamuoyu oluşturmaya çalışır. Sağlık Bakanlığı ile temasa geçer ve trahom bölgesi sayılan Güneydoğu illerinde konferanslar verir. Ancak yine gerekli desteği bulamaz. 

Bu yıllarda bir siyasi seçim olur ve Enstitü müdürü milletvekili seçilir. Yerine Toplumbilim okutan Hamdi Akverdi atanır. Hamdi Akverdi göreve başlayınca, Mitat Enç’i yanına çağırarak, bölümlerden hiç değilse bazılarının programlarına, ‘Ergenlik Ruh Biliminin’ eklenmesini sağlamak istediğini belirtir. 

Ayrıca o dönemde okul programı ve yönetmeliklerin gözden geçirilmesi gibi memnun edici gelişmeler de olur. 

Yazar, çalıştığı kurumun modern anlamda öğretmen yetiştiren bir kaynak durumuna dönüşmesini ister. Öğretimin, öğrencilerin kafasına bilgi doldurmak olmadığını benimsetir. Ona göre eğitimde bilgi ve beceri kazandırmak amaç değil, bilgi ve becerinin, çocuğun kişilik, karakter ve uyumunu geliştirecek bir araç olarak görülmesi gerektiğidir. Öğretmenin ise, bu aracın işe yarayabilmesi için neyi, ne zaman, hangi yöntemle kazandırılması gerektiğini bilmesi zorunludur. 

1946 yılında muhteva derslerinin yanında meslek dersi öğretiminin yapılması kararı alınmıştı. Programı hazırlayacak komisyonda Mithat Enç’e de görev verilmişti. Böylece, ruh sağlığı, ölçme değerlendirme, gelişim ruhbilimi gibi dersler ilk kez öğretmen yetiştiren kurumlara girme yollarını bulmuştu. Çünkü bedence olduğu kadar sağlıklı ve uyumlu insan yetiştirmek son derece önemliydi. 

Özel Eğitime Giriş 

Yazar, Gazi Eğitim’de göreve başlayalı on yıl geçmiş, mesleki alanda kendini kabul ettirmiştir. Bu arada bir İngilizce öğretmeni ile evlenmiş, iki çocuk sahibi olmuştur. Yazarın asıl amacı, özürlü insanların eğitime yardımcı olmaktır. Bu sırada Bakanlık müsteşarı Reşat Tardu, yazarı yanına çağırarak, Özel Eğitim konusunda görüşmek istediğini belirtir. 

Bu buluşmadan sonra konuya Sağlık Bakanlığı sahip çıkar. O sıralarda yazarın görüşünü destekleyen bir dış gelişme de olur. Çanakkale Savaşlarında gözlerini kaybeden Yeni Zelandalı Sir Clutha Macauinsy Birleşmiş Milletlerce Kurulan Dünya Braille Komitesi’nin Başkanı olarak Ankara’ya gelir. Ziyaret amacı çeşitli dillerde kullanılan kabartma alfabeye bir düzen getirmek, alfabeyi kullanmayan ülke ve diller için de gerekli alfabeyi geliştirmektir. Ayrıca görme engelli ve diğer engellilerin eğitiminin, Milli Eğitim Bakanlığı sorumluluğunda olması gerektiğini kesin bir dille belirtir. Bakanlık yazarı, bu konuğun mihmandarlığını yapmakla görevlendirir ve birlikte İzmir’e giderler. Dilimizde kabartma yazıyla yapılmış ve yapılmakta olan hiçbir yayın bulunmamaktadır. 

Bu konuda değişiklik yapılmıştır. Tüm bu gelişmeler sonucunda Milli Eğitim Bakanlığı, kurumu devralmak için okulun sağırlara ait bölümünü İzmir’de bırakılıp, Körler Bölümü Ankara’ya alır. Kullanılmayan bir binayı okul haline getirebilmek için, yazar gerekli girişimleri yaptıktan sonra, eğitimdeki son gelişmeleri yerinde görmek için yapılan davet üzerine eşi ile birlikte Amerika’ya gider. Birleşmiş Milletler Teknik Yardım Bürosu aracılığıyla, okul için gerekli araç ve gereçleri sağlar. Birleşik Devletlerde her türlü arızalı çocuklara özgü eğitim kurumlarını gezerken, yazarı en çok etkileyen şey, durumu ne olursa olsun, insan evladı ve onun gelişimine verilen önemdir. 

Doğuştan kaza veya hastalık sonucu en önemli organlarından yoksun kalanların, geriye kalan güç ve yeteneklerini geliştirip, kullanmayı öğreterek, onları bağımsız bir yaşama hazırlayan kuruluşlar, insana verilen değer ve önemin en duygulandırıcı kanıtlarıdır. Takma kolu ile sütünü yardımsız içen; tutmayan bacaklarına rağmen tekerlekli sandalyesinde okulun her yanında cirit atabilen; dişleri arasında sıkıştırdığı fırça ile resim yapanlara, engelleri aşmak için bir yol ve yöntem bulan, sabır ve sevgiye yazar hayran olur. 

Geri zekalılara ait bir sınıfı ziyaret ederken, bir köşeye yerleştirilmiş tuvalet masası yazarın eşinin dikkatini çeker. Üstünde çeşitli kremler, allık, dudak boyaları, her türlü süs aracı vardır. Yazar süslenmeye sınıf içi öğretimde vakit ayırmaya neden ihtiyaç duyduklarını öğretmene sorduğunda, “Süslenmek onların da hakkı. Bunu yapabilmeyi ne kadar iyi öğrenebilirlerse, toplumca kabul edilmeleri o kadar kolaylaşır, ” yanıtını alır. Yazarın dikkatini çeken bir başka ilginç yanı da, bu kurumların birçoğunun hayırsever yurttaşların özel girişimleriyle kurulmuş olmasıdır. Bu yardım severler, engelli ve uyumsuzların toplumla ilişkilerini yoluna koymak, kitap okumak, evlerine hafta sonu geçirmek için davetler yapmak, çeşitli gereksinim ve hizmetlere gönülden katılmak gibi konularda yardımcı olurlar. 

Engellilerin her grubu, üretim ve hizmet alanlarına kaynaştırılmıştır. Yazarın gezdiği endüstri kurumlarında, birinde ses alma araçları yapan montaj tezgahının başında kör bir işçi çalışmaktadır. Genellikle üretim hızını bu işçi belirler. Yazar bir görevliye “Körler biraz ağır çalışır, tezgah başı olması işi ağırlaştırmıyor mu?” diye sorar. Şöyle bir cevap alır: “Aksine, tamamen dokunmaya ve parmak becerisine dayanan bir iş yaptığı ve dikkatini dağıtmadığı için daha hızlı çalışıyor.” 

İş yerlerinde çalışamayacak kadar önemli ve kapsamlı sakatları olanları da kendi hallerine terk etmemişler, onlar için de özel iş yerleri kurmuşlardır. 

Yazar dört aylık Amerika ziyaretinden sonra yurda döner. Döndüğünde körler okulunun tamamen hazır olacağını zannetmektedir. Ancak her şey bıraktığı gibidir. Yazar çabaları sayesinde okulu oluşturur. Gerekli atamalar yapılır ve yeni kayıtlarla öğrenci kadrosu da genişler. Okul tüm çabalarla yüz ağartıcı bir duruma gelir. 

Gazi Eğitim Enstitüsünde, özel eğitim alanına personel yetiştirmek için bir Özel Eğitim Bölümü kurulması kararı çıkar. Öğrenci seçim ve kabulü için gerekli ön hazırlıklar yapılır. Bu yeni atılımlar arasında yazarı en çok duygulandıran İstanbul’da başıboş kimsesiz çocuklar için kurdukları “Ağaçlı Yetiştirme Yurdu” olur. Çocukların emniyetçe bilinen yerlerden devşirilip, vak’a incelemelerinin yapılması için Mevlana Kapıdaki eski tekke, kullanılabilir duruma getirilir. Sabaha kadar 7-18 yaş civarında iki yüz civarında bataklık çiçeği toplarlar. Tarama bitince yüz kadarını otobüslere doldurup yola çıkarlar. Deniz kıyısında, onarılıp yepyeni döşenmiş yurdu, bahçeleri, oyun alanlarını görünce, bayılıp çocukların geçmişlerini unutuvereceklerini sanırlar. Ancak, daha kentin içindeki trafik ışıklarından fırlayıp kaçmaya kalkanlar olur. 

Bu bataklık kuşlarının, alışkanlık ve davranışları olan koşullar içinde yetişenlerin kolayca anlayıp, yorumlayabileceği gibi değildir. Her türlü oyunu, göz açıp kapayıncaya kadar bir kavgaya dönüştürür, yemek karavanlarını döküp saçarlar. Mutfakta yemek aşırmaya girişirler ve aşçıyı yemeklerinin etini çalmakla suçlarlar. Yazara daha ilginç gelen, bu çocukların uyku alışkanlıklarıdır. Her şeyi yepyeni yatak odaları hazırlanmıştır. Oysa onlar yerlere yatarlar. Nedenini sorduklarında, çoğunlukla sırtımız batıyor, uyku tutturamıyoruz, demişlerdir. 

Bu çocuklar kötü insanlar tarafından sömürülmekte ve kullanılmaktadır. Yazara göre insanları canavarlaşmaya iten en büyük kaynak, çevrelerinde kolayca sömürülüp kullanabilecekleri, kendilerinden güçsüz varlıkların bulunuşudur. İnsanı insan gibi davranmaya zorlamak için de, dilediği zaman, her zayıfın bileğini bükemeyeceğine inandırmaktır. Bu nedenle zayıf ve sakat olanları eğiterek güçlendirmek, sağlam olanların da uygarlaşmasını kolaylaştıracaktır. Ve sonuç itibariyle beş yıl içinde özel eğitimin ana çizgileri, çeşitli kurum ve hizmetleriyle ortaya çıkar. 

Kırkından Sonra Söz 

Yazar, kırk yaşından sonra doktora eğitimi almak üzere Özel Eğitim ve Ruh Bilim Bölümlerinde, dünya çapında ün yapmış kişiler bulunduğundan dolayı Illinois Üniversitesini seçer. Ve burada doktora eğitimini tamamlar. Bu şehirde yazarın en önemli yardımcısı ve destekçisi eşi olur. Bir yandan ev işleri ile uğraşır, diğer yandan eşinin şoförlüğünü yapar. 

Orta Doğu Teknik Üniversitesi 

Yazar, ders yılı başında Gazi Eğitim’de ilk bölüm toplantısına geldiğinde, sıcak bir karşılama umar. Ancak beklediğini bulamaz. Yazarın yazıp okuttuğu dersler dağıtılmıştır. Ve ona geriye kalan dersler verilmeye çalışılır. Yazar, çekişmeler sonucu bazı derslerini geri alır. 

Bu sıralarda sevindirici bir gelişme olur yazar açısından. Ortadoğu Teknik Üniversitesi bünyesinde Eğitim Fakültesi kurulması için toplantılar yapılır. Yazarın da önemli girişimleri ile bu fakülte kurulur ve yazar kurucu dekanlığa atanır. Ancak bakanlıkla ve yürütme kurulunda yaşanan problemlerin de etkisiyle tüm Dekanların görevlerine son verilir ve Eğitim Fakültesi kapatılarak kuruluş halindeki Temel Bilimler Fakültesine bağlanır. Böylece yazarın Ortadoğu Üniversitesindeki görevi sona erer. 

27 Mayıs 

Yazar, Amerika’da bulunduğu dönemlerde politikada fırtınalar kopar ve darbe gerçekleşir. 

Bu arada Kurucu Meclis ile birlikte danışma komisyonları lağvedilir. Ve yazara Gazi’deki hocalığına ek olarak, Talim ve Terbiye Kurulunda üyelik verilir. Kurulda da bir takım sıkıntılar vardır.“Üye sayısı son yıllarda beşten yirmiye kadar yükselen kurulda, Fen, Matematik, Tarih, Coğrafya gibi alanlarda uzun süre öğretmenlik yapanlar çoğunluktadır. Bunun dışında çeşitli dallarda uzmanlık almış kişiler bulunur. Bu nedenle, bir sorunu veya konuyu inceleyip bir sonuca bağlamak için toplanan kurullarda, saatlerce konuşulduğu ve bir sonuca bağlanmadığı olur. Çünkü yeterli inceleme ve araştırma yapılmadan, herkes meslek tecrübelerine dayanarak elini kulağına atıp, diline geleni söylemekten kendini alamamaktadır. Uğraşıp tartışılarak gerekli araştırmaların yapılabildiği konularda da sağlanan bulgular değil, çoğunlukla kişisel yaşantı ve kanıların ağır basmasının önüne geçilemez. Bu yapısal yetersizliğin dışında, kurulun işlerini zorlaştıran başka nedenler de vardır. Gelip-giden bakanların, siyasi gayelerle kurula baskı yapmaya girişmesidir. Yazar yukarıdaki ifadeleri ile kurula dair sıkıntıları dile getirir. 

Üniversitesi 

Yazar 30 yıl boyunca Bakanlığa bağlı çeşitli kuruluş ve hizmetlerde çalışır. Bakanlık örgütünde yer alan birtakım sıkıntılar yazarın dikkatini çeker. Yazar, Bakanlığın sürekli bir eğitim politikası olmadığından yakınır. Bir bakanının önemseyip, yürütmeye giriştiği bir işi, yeni gelenin devam ettirmediğini ifade eder. Yazar, öğretim dilinin de bu siyasi politikaya alet edildiğinden bahseder. “Bir parti iktidarda iken Türkçeye önem verir, derken iktidar değişir, kitaplar, yazışmalar ve dersler yeniden ağdalı Osmanlıcaya dönüştürülmeye geçilir.” Yazar bu durumdan şikayetçidir. Bununla ilgili başından bir de serüven geçer. Yazarın “Ergenlik ve Ruh Bilimi kitabını Bakanlık satın alır. Kitap matbaada dizgideyken, iktidar ve bakan da değişir. Yazarın ifadesi ile arı Türkçenin adı “Uydurma Türkçe” oluverir. Yazarın çevirisi Bakanlıktan geri döner. Dilde düzeltmeler yapması istenir ancak yapılan düzeltme yeterli görülmez. Ve telif hakkını Bakanlıktan alamayan yazarın bu eseri tozlu raflara mahkum edilir. 

Yazar daha sonra bilimsel bir ortamda çalışmanın özlemini duyar.1965’te Ankara Üniversitesinde kurulan Eğitim Fakültesinin Özel Eğitim Bölümüne ilişkin dersleri Mitat Enç’e verilir. Fakülte kurulunda yazar, sıkıntı verici bir durumla karşılaşır. Bu da Bölüm Başkanlığı sorunudur. Üniversite yasasına göre doçentlik ya da profesörlük gibi akademik unvanları olanların, Bölüm Başkanlığı yapabileceğini öğrenir, yazar. 

Mithat Enç, doktorasını yapalı on yılı geçmiştir, ancak akademik kariyere girişimde bulunmamıştır. Üniversiteye de Öğretim Görevlisi olarak atanan yazar, Bölüm Başkanlığı görevini kaybeder. 

Yazarı daha fazla üzen mesele, o yıl Özel Eğitim dalını sadece 4 öğrencinin seçmesidir. 

Yazar diğer yandan, Özel Eğitime personel yetiştirme sorununun en duyarlı yanının, aday sayısı olmadığını da öğrenir. Yazar, özürlü çocuklar ve yetişkinlerle ilgilenip, onlara herhangi bir biçimde yardımcı ve yararlı olabilmek için en önemli koşulun, gerekli duygusal olgunluğa erişmiş olmak gerektiğini belirtir. 

Ve yazar Özel Eğitim alanında, bir takım sıkıntılardan rahatsızlığını dile getirir. Özel bilgi ve beceri gerektiren bu görevlere, sınıf ve ders öğretmenlerinin hazırlıksız atanması, körlere özgün kabartma yazı ve öteki öğretim yöntemlerini bilmeyen, sesli konuşma ve konuşulanları dudaktan okuma yöntemi ile ilk kez görev başında karşılaşan, iyi niyetli bir öğretmen de olsa, yazar, bu sıkıntıların eğitimin niteliğini düşüreceği kanısındadır. 

Yazar, üniversite hayatında yine bir akademik unvan sorunu ile karşılaşır. Ve Öğretim Görevlilerinin üniversitede düz işçi sayıldığından söz eder. Mithat Enç bu sorunlar akabinde 60 yaşından sonra, Bölümü kurtarma uğruna kollarını sıvar. Üstün yetenekli çocukların gelişim, uyum ve eğitimleri konusunda bir tez hazırlığına girişir. Ve çalışmalarından sonra doçentlik cübbesini giyer. 

Dernekçilik 

Yazar, 1950’de Altınokta Körleri Eğitme ve Kalkındırma adı altında bir dernek kurar. Bu kuruluşun amaçları, körlerin çeşitli sorunlarına karşı ilgilileri aydınlatmak ve ilgilerini geliştirmektir. Yazar, özellikle Milli Eğitim Bakanlığının, bunlara özgü eğitim kurumlarının gelişmesine el atmasını ister. Yazar, bu tür çalışmalara, batı ülkelerinde gönüllü kuruluşların öncülük ettiğini ifade eder. 

Kısa sürede Gaziantep ve İstanbul’da iki şube açarak çalışmalarını genişletirler. Dernek belediyeden satış büfeleri sağlayarak iş olanakları da bulur. Ayrıca Ankara’da merkeze bağlı olarak bir atölye kurar. Bir düzine kör gence çöp sepeti, kese kâğıdı, file gibi işler yaptırarak, bu gençlere iş imkânı sağlar. Sağlık ve emeklilik sorunlarına destek olması için işçi sigortalarına da yazdırır. 

Yazar dernekçiliğin baş gösterdiği bir takım sorunlarla da karşılaşır. Dernekçiliğin giderek çıkar amaçlarına hizmet etmeye başladığından, genel kurul ve seçimlerde ortaya konan aşırı heves ve isteğin uzun ömürlü olmayışından, üretim kuruluna girip adını ajanslara duyurduktan sonra, üyelerin çalışmalara katılmamak için mazeret arama girişimlerinden ve bunun sonucunda da tüm yükün bir iki gayretlinin omzunda kalıp, hizmetin yerinde kalmasından bahseder. 

Yazar, engelli insanlara iş kurup yerleştirmenin, okul kurarak eğitilmeleri kadar önemli ve zor olduğunu, dernekçilik yaşantısı sırasında öğrenir. Oysa Mitat Enç Batının her tür sakata iş vermenin yolunu açtığını görmüştür. 

Dernek ve dernekçilikle hizmet götürmenin zorluğunu anlayan yazar, vakıf yolu ile daha iyi bir sonuç alabileceğini düşünür. Bunun sonucunda İstanbul İstinye’de Altınokta Vakfı’na ait iki rehabilitasyon merkezi kurulur. Daha sonra da Ankara’da Türkiye Körler Vakfı kurulur. 

Yazarda, dernek ve vakıflarla ilgili çalışmalarda tatsız bir kanı oluşur. Amaca uygun hizmet sağlama noktasında sıkıntılar yaşar. İnsanların dernek ya da yönetim kuruluna girmek için çaba harcadıklarından, ancak hizmete gelince ortadan kaybolduklarından bahseder. Bu insanların ilgilendikleri faaliyetlerin televizyon, radyo programlarında, yemek ve balolarda boy göstermekten ibaret olduğuna değinir. Ve yine yazar sosyal hizmet ve yardım etkinliklerinde, din kurumlarının, din görevlerinin de yakından ilgilenmesi gerektiğini belirtir. Ve hastanelerde engelli insanların çevresiyle ve ailesiyle sağlıklı ilişkiler kurabilmesi, bağımsız bir yurttaş haline gelebilmesi için gerekli rehabilitasyon hizmetlerinin verilmesi gerektiğini savunur. 

“Düşkün ve yoksula, sakat ve yalnıza sadece birkaç damla gözyaşı bağışlamak, Mitat Enç’in ifadesiyle, armağanların en ucuz ve değersizidir.” Bu insanlarla yürekten ilgilenmek gerekmektedir. 

 

Son Durakta, Son Söz 

Emeklilik yazara kendi ifadesi ile beklenmedik bir konuk gibi gelir ve yaşamına çöker. Yazar için işe yaramazlık damgası anlamına geldiği için emeklilik hali biraz buruktur. Bu burukluğa rağmen yazar, Ankara’dan bu günler için yaptırmış olduğu Yalova’da bulunan evine taşınır. Ve bu duruma alışması uzun sürmez. 

Sabahları kurgulu saat beklemeden yataktan bir yandan ötekine dönmek; ‘Aman bitecek şu işte vardı…’ tasasına kapılmadan müzik dinleyip, ilginç bir romanı okumak, çok geçmeden yazara yaşamın sonu değil, başı gibi görünmeye başlar. 

“Kişinin geleceğini düşünmesi, tasarlaması ve ona yön vermesi gerekir. Ancak bu gelecek, doğuşumuz gibi gücümüzün dışında kalan bir zaman dilimine, ne dilersek dileyelim bildiği yönde akıp gitmektedir. 

Öyleyse yapılacak en akıllı iş, elde kalan sermayeyi iyi kullanmak. “Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç!” demiş ya ozan. Son fasıl olduğu için gidişini kendi keyfine bırakmak olmaz. Onun her nefesini, baharı koklarcasına, Kevser Şarabının son damlasını yudumlarcasına içmeliyiz. Bu ömür artığı, başıboş geçmeye bırakılamaz. Umup da elde edemediklerimizi, uzanıp da tutamadıklarımızı yakalama zamanıdır.” 

Sonuç: 

Engel gözlerde değil, kalpte ve beyinde olmamalıdır. 


 

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..