Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Mayıs '13

 
Kategori
Kültürler
 

Biz kültürsüz müyüz kardeşim?

Biz kültürsüz müyüz kardeşim?
 

Kültür


Sözlük anlamı ve kökeni itibariyle “toprağın işlenmesi” ile ilgili olan sözcük (Osm. hars, Türkçe. ekin, kültür), antropolojinin kurucularından Edward B. Tylor’la birlikte “insanî” alanda kullanılmaya başlanmıştır. Tylor, 1871 tarihli Primitive Culture adlı eserinin ilk paragrafında kültürü şöyle tarif ediyor: “Kültür ya da geniş etnografik anlamıyla uygarlık; bilgileri, inançları, sanatı, ahlakı, hukuku, gelenek-görenekleri ve insanın, toplumun bir üyesi olarak edindiği diğer bütün yetenekleri ve alışkanlıkları içeren karmaşık bir bütündür.”

18. Yüzyıldan itibaren zihinsel, manevî ve estetik gelişime ilişkin genel bir süreci anlatan bağımsız ve soyut bir tanımlama; ister özgül, ister genel biçimde kullanılsın, gerek bir halkın, dönemin, grubun ve gerekse de genel olarak insanlığın belli bir yaşama biçimini anlatan bağımsız bir adlandırma. Buna bir de, entelektüel ve özellikle de sanatsal faaliyetleri (müzik, edebiyat, resim ve heykel, tiyatro ve sinema vb. gibi) anlatan bağımsız ve soyut bir başka isimlendirmeyi de eklemek gerekiyor. Şu andaki en yaygın kullanım belki de bu gibi duruyor.

Kültür sözcüğünün anlamlarının fazlalığına rağmen genellikle bu tanımlar üç grupta toplanabilir: “Kültür, seçkin sanatsal faaliyetlere (klasik bale, opera); bir halkın ya da grubun tüm yaşam biçimine; ya da paylaşılan sistemlere ve şablonlara gönderi yapacak şekilde kullanılabilir. Bu kategoriler sırayla estetik, etnografik ve sembolik kültür tanımları şeklinde anlaşılabilir.”

Kültür bir yaşam tasarımı ve insanların davranışlarını koordine eden ortak anlayıştır. Sosyalleşme ile kazanılan kültür, ortak anlayışları paylaşan insanların bir grup içindeki davranışlarının ne olması gerektiğini ortaya koyar. Ne düşündüğümüzü, nasıl davrandığımızı ve neye sahip olduğumuzu kapsayan bir sözcüktür. Geçmişle olan bağımız ve hem de gelecek için kılavuzumuzdur.“Kültürün ne olduğunu tamamen anlamak için, hem düşünceleri hem de nesneleri değerlendirmeliyiz. Maddi olmayan kültür, bir toplumun üyeleri tarafından geliştirilen fikirlerdir ve bu fikirler sanattan Budist Okulu Zen’e kadar farklılık gösterir. Maddi kültür ise, tam tersine bir toplumun üyeleri tarafından üretilen fiziksel şeylerdir ve bu nesneler koltuktan fermuara her şeydir.”

Kültür, yukarıda belirtildiği üzere, sadece ne yaptığımızı değil, ne düşündüğümüzü ve ne hissettiğimizi de şekillendirir. Bunlar bize son derece doğal gelir. Yapıp ettiklerimizi, yanlış da olsa, “insan doğası”nın bir gereği olarak kabul ederiz. İnsanın kendi yaşam biçimini “doğal” olarak görmesi, yabancı bir kültüre gittiklerinde yaşadıkları zorlukların kaynağıdır. Bu zorluğu kültür şoku olarak adlandırıyoruz.

Kültür sözcüğü, benzer gördüğümüz başka terimleri de çağrıştırmaktadır: Ülke ve toplum gibi. Ülke siyasi bir oluşumdur. Toplum ise, aynı ülkede ya da başka özel bir toprak parçası üzerinde yaşayan, aralarında düzenlenmiş belli ilişkilerin mevcut bulunduğu insanlar anlamına gelir. Bu anlamda Türkiye hem bir ülkedir, hem de bir toplum. Türkiye coğrafyasını aynı zamanda pek çok farklı kültüre ev sahipliği yapmış, hala da yapmakta olan bir vatan olarak da tanımlarız. Kültürün Öğeleri Kültürlerin hepsi birbirinden oldukça farklı olsalar da, hepsinin belli sembolleri, dilleri, değerleri, inançları ve normları bulunmaktadır.

Değerler; Amaçlarımızı ve davranışlarımızı belirlemede bize neyin doğru, neyin yanlış olduğunu söyleyen standartlardır.  “Değerler, insanların cazip, güzel ve iyi olanın ne olduğuna karar verirken kullandıkları kültürel olarak belirlenmiş standartlardır ve genel biçimde sosyal yaşamın ana hatlarını oluşturmaktadır.  Değerler, inançları destekleyen genel ilkelerdir.” Değer sistemi, bir toplumdaki ödül ve cezanın da temelini oluşturur. Değerler sistemi, insan birikimini yansıtırlar ve çağdaş insan deneyimi üzerinde etkide bulunurlar. Joseph Fichter, değerlerin “kavramsal olarak bilindiğini, coşkusal olarak yaşatıldığını, ortaklaşa paylaşıldıklarını, ciddiye alındıklarını ve rasyonel normlar gibi kullanıldıklarını” ifade eder. Ona göre değerler sosyal eylemin ve düşüncenin hedefi veya nesnesi değildirler. Değerler aranan şeyin kendisi değildirler, aranan şeyleri önemli kılarlar. Değerleri, hedef ve nesnelerini yolunu işaret eden normlar ve ölçütler olarak kullanırız. Fichter’e göre değerlerin belli işlevleri vardır:

a) Değerler kişilerin ve birlikteliklerin sosyal değerinin yargılanmasında hazır birer araç olarak kullanılırlar. Tabakalaşma sistemini olanaklaştırırlar. Bireyin çevresinin gözünde ‘nerede durduğunu’ bilmesine yardım ederler.

b) Değerler kişilerin dikkatini istenilir, yararlı ve önemli olarak görülen maddi kültür nesneleri üzerinde odaklaştırırlar...

c) Her toplumdaki ideal düşünme ve davranma yolları, değerler tarafından işaret edilir.

Sosyal olarak kabul edilebilir davranışın adeta şemasını çizerler. Böylece kişiler de hareket ve düşüncelerini ‘en iyi’ hangi yolda gösterebileceklerini kavrayabilirler.

d) Değerler kişilerin sosyal rollerini seçmesinde ve gerçekleştirmesinde rehberlik ederler.

e) Değerler sosyal kontrol ve baskının araçlarıdır. Kişileri törelere uymaya yöneltir, “doğru” şeyleri yapmaya yüreklendirir. Değerler ayrıca onaylanmaya davranışları engeller, yasaklanmış örüntülerin neler olduğuna işaret eder ve sosyal ihlallerden kaynaklanan utanma ve suçluluk duygularının kolaylıkla anlaşılabilmesini sağlarlar.

f) Değerler dayanışma araçları olarak da işlevde bulunurlar.

Değerler elbette toplumdan topluma, kültürden kültüre değişir. Sosyal bilimciler dünya toplumlarının değerlerini tespit etmeye yönelik olarak küresel ölçekte araştırmalar yapmaktadırlar.

İnançlar; İnançlar, gerçekliğin doğası hakkında ileri sürülen iddialar, yani dünya hakkında paylaşılan fikirlerdir. İnançlar geçmişin yorumu olabileceği gibi, bugünün açıklaması veya geleceğin tahmini de olabilirler.

Semboller ; Her kültür; bayrak, marka, amblem gibi çok sayıda sembol üretir. Sembol, belli bir durum ya da olayı anlamlandıran şeydir. En önemli semboller, kültürel kodların işaretleri olarak işlev görürler. İşaretler, birbirleri ile çelişen anlamlar taşıyan sembollerdir.

Dil; Dil, insanların iletişim için kullandıkları anlamlara sahip semboller sistemidir. Diller her biri kendine özgü bir kültürü olan toplumun üyeleri tarafından kullalınır. Konuşanın sınıfı, cinsiyeti ve statüsü gibi sosyal değişkenler, insanların dili kullanımını etkileyecektir. Verili bir sistem olarak kabul edilen dil, ilgilerimizi, inançlarımızı ve algılarımızı diğer insanlar tarafından algılanıp yorumlanabilecek sembollere dönüştürmemizi sağlar. Dil, kültürü bir kuşaktan diğerine aktaran temel kültürel yeniden üretim yoludur.

Diller, pek çok açıdan bir toplumun kültürünü yansıtır. Antropologların, başka toplumları incelerken yerel dili öğrenmenin önemine dikkat çekmelerinin nedeni de budur. 19. yüzyılda kurumlaşan ve gelişen mukayeseli filolojinin, dil ile kavim ve kavimlerin ruhu/kültürü arasında doğrudan bir ilişkinin olduğunu, hatta dil ile toplumun aynı şey olduğunu iddia eden ve bu esasa göre dünya toplumlarını tasnif etmesi de yine aynı sebepleydi. Diller, örneğin akrabalık ilişkilerini, hayvanlar âlemini, renkleri, yiyecekleri ve doğal dünyayı da içine alacak şekilde, toplumların çevrelerini nasıl tasnif ettiklerini ve değerlendirdiklerini gösterir. O nedenle kullanılan dilin dilbilimsel anlamı kadar kültürel anlamının da o dili kullanan bireyler tarafından- karşılıklı olarak anlaşılması sağlıklı bir iletişimin sağlanabilmesi için son derece önemlidir.

Toplum ile dil arasında son derece karmaşık ve doğrudan bir ilişki mevcuttur. Bu anlamda bireyler olarak, belli kültürel değerler, normlar ve kurumlarla somutlaşmış bir toplum içine doğduğumuz gibi, aynı zamanda, söz konusu değerlerin bir şekilde içine nüfuz ettiği, onun aracılığıyla doğrudan aldığımız dil içine de doğarız. Kendi kimliğimizi dilde ve dil aracılığıyla inşa ederiz. Bu çerçevede Türk toplumu olarak, Türk kültürü/kültürleri tartışılırken doğal olarak dilimizin durumu da önemli olmaktadır.

Normlar; Değerler davranışlara yol gösteren genel ilkeler iken, normlar, belli bir durumda insanların nasıl davranmaları gerektiği konusundaki beklentilerdir. Sınıfa sınıf adabına uygun olarak girmeniz, sınıfta ders adabına uygun olarak derse katılmanız beklenir. Ders esnasında bir doğum günü partisinde imiş gibi davranamazsınız. Normlar, buyurgan olma özellikleriyle kurallara ve düzenlemelere benzerler, fakat normda kuralların resmi statüsü yoktur. Doğru davranış bazen normatif diye değerlendirilen davranıştan farklı olabilir ve bu davranış eğer var olan normlara göre yargılandığında sapkın olarak değerlendirilebilir.

Kültür çeşitleri veya kültürel çeşitlilik;

Toplumsal hayatın özellikleri gereği, herhangi bir ülkede tek bir dilin, tek bir kültürün, tek bir yaşama biçiminin mevcudiyetinin olduğunu söylemek çok zordur. Bu durum, toplum içerisinde ve kültür alanı itibariyle farklı isimlerle adlandırılan bir çeşitlilik yaratmaktadır.

Bir toplumdaki insanların bir kısmı operaya, baleye gider, klasik müzik dinler. Diğer bir kısmı ‘Gülhane Konserleri’ne gider, arabesk müzik dinler. Bir kısmı Türk Sanat Müziği dinler, bir kısmı Türk Halk Müziği, bir kısmı Anadolu Rock, diğer bir kısmı hip-hop müziği dinler. Bir kısmımızın giyim kuşamı, toplumun diğer bir kısmından ya da genelinden oldukça değişik olabilir. Ve bütün bu kesimler, yaptıkları her bir davranışa belli bir anlam verebilir. Kendimizce, kimi zaman ‘ortak olduğu varsayılan kültürün normlarıyla ters düşen, çatışan ya da kimi zaman hoş görülen

bir yaşam tarzı geliştirebiliriz. Bu resim, bütünüyle hayal ürünü bir şey de değil ayrıca; zira sokağa çıktığımızda, hatta ailemizden ve sosyal çevremizden başlayarak bütün bu durumlarla karşılaşabiliyoruz.

Sosyal bilimlerde, toplumsal hayatta karşılaştığımız ve bir şekilde beğeni ya da hoşnutsuzluğumuzu ifade ettiğimiz bu durumlar için belli kavramlar, adlandırmalar geliştirilmiştir: Alt kültür, karşı kültür, popüler kültür, yüksek kültür, kitle kültürü, halk kültürü gibi... Aşağıda bu kavramlar kısaca tanımlanmaya, tanıtılmaya çalışılacaktır.

Alt kültür; Toplumun bir kısmını toplumdan ayıran kültürel yapılara verilen isimdir. En basit anlamıyla “alt-kültür” kavramı toplumdaki azınlık (veya alt) grubun değer, inanç, tutum ve yaşam tarzını ifade eder. Bu grubun kültürü, hakim grubunkiyle alakalı olsa da ondan farklılaşacaktır. Bugünlerde büyük ölçüde genç insanların kültürleriyle (1960’ların Mod tarzı giyinenleri, rock’çılar, dazlaklar, punklar) ilişkilendirilse de, aynı zamanda etnik, toplumsal cinsiyet ve cinsel grupların kapsamına alınabilirler. Bir toplumdaki kültürlerin çeşitliliğini görme imkanı verdiği için alt kültür kavramı önemlidir. Daha önceki gençlik kültürü kavramı, genç insanlar arasında tek, homojen bir kültürü varsayma eğilimi gösterirken, alt kültürel yaklaşım özellikle sınıf hatları boyunca bu kültürün parçalanışına vurgu yapar. “Karşı-kültür” kavramında olduğu gibi, “alt-kültür” de egemen kültüre belli bir direniş biçimini varsayar. ”

Karşı kültür; Karşı kültür terimi, “egemen kültürün değerlerini sorgulayan grupları ifade etmek üzere, büyük ölçüde hippiler gibi orta sınıf gençlik hareketlerinin doğuşuna bir cevap olarak 1960’larda icat edildi. Bugün genel anlamda karşı-kültür kavramı, egemen kültüre muhalefet eden fakat daha önemlisi bunu nispeten açıkça dile getirerek ve düşünerek yapan herhangi bir azınlık grubunun değerlerine, inanç ve tavırlarına teşmil edilebilir. Şu halde Hıristiyanlık dini, ilk doğuşunda hakim Yahudi ve Roma kültürlerine muhalif bir karşı-kültürdü.”

Halk/Folk Kültürü; Halk kültürü ya da folk kültürü, özellikle sanayi öncesi toplumlardaki geniş halk kesimlerinin gündelik kültürünü ifade etmek için kullanılan bir deyimdir. Görece günümüzdekilerden çok daha homojen bir topluluk içinde, çoğunlukla anonim olarak üretilen ve kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarılan kültüre karşılık gelir. Halkın yaşamını ve deneyimlerini doğrudan yansıtan türküler, örneğin, halk kültürünün tipik örnekleri olarak gösterilir. Büyük ölçüde modern öncesi toplumsal hayatla, başka bir deyişle, tarım toplumlarıyla, sosyolojik anlamda geleneksel toplumlarla ilişkili olarak görülmektedir.

Kitle Kültürü; Halk tarafından tüketilen kültürü ifade etmek için kullanılan bir tabirdir. Ancak “halk Kültürü”nden ayrıştığı nokta, kitle kültürünü halkın kendisinin üretmiyor oluşudur. Kitle kültürü, devasa bir kültür endüstrisi tarafından ticari kaygılarla üretilen ama kitlesel düzeyde tüketilen kültür ürünleri için kullanılmaktadır. Kültür endüstrisi tarafından üretilen kitle kültürü; hem daha çok tüketimi ve karı, hem de ‘kapitalist değerlerin yeniden Üretimi’ni hedefler. Halk kültürü aşağıdan üretilen bir kültür iken, kitle kültürü yukarıdan dayatılan bir kültürdür.

Yüksek kültür; Bu tanımlamayla, insan yaratıcılığının estetik mükemmellik ile özdeş olan en üst düzey örneklerine işaret eder. Çeşitli sanat biçimleri, edebiyat, klasik müzik, opera vb. yüksek kültüre örnek olarak sıralanır. Yüksek kültür tanımlaması, bir toplumun ya da medeniyetin estetik olarak en güzel ya da muhteşem ürünleri olarak kabul edilir.

Popüler kültür; Yüksek kültüre karşıt ve daha aşağıda bir kavram olarak konumlandırılır. Popüler kültür de, kitle kültürü gibi, büyük ölçüde kültür endüstrisi ürünlerinden oluşur. Bu anlamda, geniş halk kesimlerinin tüketimi için üretilen ve yaygın olarak tüketilen bir kültürdür. Gelip geçicidir. Ağzımıza çılan bir parmak bal gibidir. Yüksek kültürden bu noktada farklılaşır. Zira yüksek kültürün insanın olgunlaşmasına, manevi gelişimine katkıda bulunduğu var sayılır; oysa popüler kültür insanı uyutur, gelişimini durdurur, insanî özelliklerini, becerilerini, yeteneklerini, hayatının anlamını unutturur, kapitalist sisteme tabi birer tüketici haline getirdiği düşünülür.

Yüksek kültür ile popüler kültür, aşağı kültür ve kitle kültürü birbirlerinden hiyerarşik olarak farklılaştırılırken bu ayrımların ne kadar gerçekçi olduğu da sorgulanmaktadır. Acaba yüksek kültür olarak değerlendirdiğimiz sanat eserlerine, türlerine gerçekten “yüksek” oldukları için mi yüksek diyor ve yüceltiyoruz yoksa toplumun seçkinlerinin, egemenlerinin, para ve prestij sahiplerinin o kültüre sahip oldukları için mi değerli buluyoruz?

Türk Toplumunun Değerleri konusu başlıklı yapılan bir araştırmada elde edilen verilerin ışığında, Türk toplumunun değerleri şu şekilde sıralanmaktadır: “Riskten ve kişisel girişimden kaçınmak; yakın çevre dışındakilere güvensizlik; kadercilik; çalışmanın bir zorunluluk olarak görülmesi; çalışma süresini yoğun olmayan ve kısa tempoda tutmak; kanaatkarlık; rekabetten kaçınmak; piyasa üzerinde sıkı devlet denetimi; mükemmel ve adil olduğu kabul edilen ilahi bir düzeni sürdürmek; aile işletmeleri dışındaki işletme türlerinin benimsenmemesi; ve günlük yaşayıp geleceği planlamayı gereksiz bulmak.”

Tüm bu ifade edilenlerden sonra koca Bakanlığı olan (Kültür ve Turizm Bakanlığı) bir ülkede biz kültürsüzmüyüz?, eğer kültürlüysek hangi kültüre aitiz ve hangisinin ürünüyüz? Sorusunu sormak istiyorum.

Nizamettin BİBER

 
Toplam blog
: 887
: 2743
Kayıt tarihi
: 06.06.12
 
 

Yeni dünya düzensizliğinde insan olmaya çalışan ve okuyarak ne kadar cahil olduğunu gören, olayla..