Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ekim '06

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Gökyüzüne bakınca yıldızlar görünüyor burada...

Gökyüzüne bakınca yıldızlar görünüyor burada...
 

Şu anda Pazartesi’nin ilk dakikaları ve evin önünde dut ağacının altında oturmuş birşeyler yazıyorum. Karadeniz geceleri serin oluyor. Geçen yıl yine böyle bir Temmuz gecesi aynı yerde yazmaya dalıp saatlerce kalınca fena halde hastalanmış ve günlerce yatmıştım.

Etrafı evlerle sarılı bir bahçe şu anda içinde olduğum. Evlerin pencerelerinden ışıklar sızıyor dut ve üzüm yapraklarının arasından. Gökyüzüne bakınca yıldızlar görünüyor burada. Küçük kasabaların güzelliklerinden biri bu, ışıkları yıldızları saklayacak kadar çok olmuyor. Buralarda yıldızları yalnızca bulutlar saklar, onlar da pek eksik olmazlar zaten.

Günlerim bir kıyı kasabası sıradanlığında geçiyor, ama sıkıcı değil. Deniz güzel ama içimde denize gitme isteği pek yok. İki kez gittim henüz, çocuklar istemese o kadar da gitmezdim ya... Eskiden nasıl bir hevesle denize koşardım, sabah kahvaltısından sonra, güneş batana kadar. Çocukken denize gitmeyen büyükleri anlayamazdım. Yaş ilerledikçe alışkanlıklar da değişiyormuş demek ki...

Sabah uyandığımda bahçeye inip sarmaşıkların arasında kaplumbağaları aramak, sonra fotoğraflarını çekmek en hoşuma giden uğraş. Kaplumbağaları kendime benzetiyorum: Yavaş, sessiz, saklanmayı seven. Dört gündür ilk kez dün sabah iki kaplumbağayı yanyana gördüm. Sanki konuşuyorlardı. Onun dışında ikisi de kendi havasında. Biri 15 diğeri 35 yaşında iki kaplumbağa. Fotoğraflarını çekiyorum, ertesi gün yeniden çekiyorum. Değişen birşey olmadığını ben de biliyorum ve yalnızca yazdığımda kendimi sorguluyorum, gereksiz tekrarlar yapıyorum diye.

Güllerin, karanfillerin fotoğraflarını da çekiyorum, aynı güllerin, aynı karanfillerin. Geçen yıl çektiğim fotoğraflarının bir yıldır bilgisayarımda duvar kağıdı olduğunu biliyor olmalılar ki, karanfiller yine kendilerini sarkıtmışlar aşağıya doğru ve aynı pozu veriyorlar. Ama onlar değişiyor. Günden güne, hatta saatten saate bile değişiyor. Geçen ay fotoğraflarını göndermiştim, gül ailesinin. Artık solmuş, dökülmüştür onlar. Şimdi kurumuş-solmuş güllerin, kurumuş yaprakların fotoğraflarını da çekiyorum. Onlar daha gerçek görünüyor gözüme. Örümcekler ağlarını örmüşler kurumuş güllerin üstüne.

Bu akşam güneş batarken fotoğraflar çektim ve Sıla modellik yaptı. Güneş denizden batarken araya giriveren bir teknenin görüntüsü veya o kızıllığın ortasından uçuveren kuşlar o anı çok güzelleştiriyor. Bugün kuşlar gelmedi ama bir tekne o güzelliği esirgemedi benden.

Geceye doğru bir saati geçen tempolu bir yürüyüş yapıyoruz deniz kıyısındaki yolda. Bunu aksatmamaya kararlıyız ama hala göbeğimde değişen bir durum yok. Yürüyüş boyunca hep gözümün önünde duruyor, şu anda da.

Sıla bir civciv almış pazardan. Çocukların hevesi çabuk geçiyor. Birkaç gün yaşadı ve öldü. Geride o günkü fotoğrafı kaldı. Geçen yıl çirkin bir ördek yavrusu getirmişlerdi böyle. O hala yaşıyormuş ve azman bir yaratık olmuş.

Limana gitmedim geleli. Geçen yıl hemen her günüm orada geçerdi, bu kış oraya giriş yasaklandıktan sonra, oraya girmek için savaş veririm sanmıştım ama hiç hevesim kalmadığını görüyorum bugünlerde. Birgün yüksekçe bir yerdeki bir kır kahvesine gittik. Oradan limanın fotoğraflarını çektim. Fotoğrafları çekerken bir kuş sürüsü geldi ve fotoğraftaki yerini aldı, limanın üzerinde. Onlar özgür, hiç kimse kısıtlayamıyor gidecekleri yerleri.

Girişinde "Esentepe Çay Bahçesi" yazsa da, kır kahvesinin herkesin dilindeki adı "Marazın Kahvesi", salaş bir yer. Eski masaları, boyanmış tahta sandalyeleri ile 30 yıl önceki haliyle aynı. Çok yaşlı bir sahibi var. Her yıl biraz daha yorgun görüyorum. Belki bir yaz geldiğimizde görmeyeceğim. "Maraz" çelimsiz, zayıf demek buranın yerel ağzında. Maraz’ın kahvesine çıkmak yarım saatten uzun bir yürüyüşle oluyor, sürekli yokuş bir yolda. Neyse her yokuşun bir inişi oluyor...

Eskiden fotoğraf çekmek için çıkar, dolaşırdım. Bu yaz gittiğim yerlerde fotoğraf çekiyorum ama, özellikle fotoğraf çekmek için hiçbir yere gitmedim henüz. Bir rastlantı mı, yoksa bir isteksizlik mi, bilemiyorum.

Yazdıklarıma geriye doğru baktığımda, ne kadar karamsar bir yazı olduğunu görüp şaşırdım. Aslında karamsar olmak için en uygun saat ve ortam. Gecenin biri, karanlık bir bahçe, rüzgarın yapraklardaki hışırtısı, bahçenin uzak köşelerinden gelen esrarengiz sesler korkuturken, henüz uyumamış komşuların sesli konuşmaları hem rahatsız ediyor, hem de cesaret veriyor.

Saat 1 oldu ve hava daha serin şimdi. Sokaktan geçen sarhoşların sesleri geliyor. Anlaşılmayan sözcüklerle avaz avaz bağırarak konuşuyorlar. Sesler uzaklaşıyor. Çocukluk yıllarımda gecenin sessizliğini delen naralar atarlardı.Belki az sonra başka bir grup gelip geçer.

Artık yatmaya karar veriyorum ama yazmayı yarın sürdürmeye... Bu yazdıklarım aslında birer fotoğraf altı yazısı gibi... Çoğunun fotoğrafları var, kiminin yazdıktan sonra fotoğrafını buldum, kimini de fotoğrafını bulduktan sonra yazdım.

Öğle oldu, Hava çok güzel. Bugün de yağmayacak. Bizim buralarda ardarda beş gün yağmur yağmadığı zaman çok azdır.

Pencereden baktığımda Geriş tepesi görünüyor. Tepenin İnebolu’ya bakan yamacına farklı ağaçlardan oluşan kocaman bir haç işareti (+) yapılmış yüzyıl önce. Tepede bir kilise varmış o zamanlar. Oraya yakın mahallelerde Rum mahalleleriymiş. Halklar sorunsuz yaşarlarken 1921’de bir gün içinde gitmek zorunda kalmışlar. Yüzlerce metrelik haç işareti şu anda ağaçların yayılmasıyla biraz şekli değişse de hala belli oluyor. Sonsuz sayıda yeşil renk vardır. Yeşiller arasındaki fark bu şekli belirginleştiriyor.

Evin yola bakan tarafında bir kırlangıç yuva yapmış. Meraklı gözlerle beni izlediğini gördüm. Fotoğrafının çekilmesine izin verdi ve sonra uçtu gitti. O sırada pencereden pazaryerini görüyorum, pamuk şekeri, simit satıyorlar, kimileri su içiyor çeşmeden.

Kedi ailesi hep aynı yerde, yavrular neredeyse anneleri kadar oldular ama hala oradan ayrılmalarına izin yok. Onlar da annelerinin sözünden çıkmıyorlar.

Üzümlerin olmasına bir aydan daha çok zaman var. Onlar kara üzüm olacak. Kuşlar bizden daha çok sevdiği için üzümü olgunlaştığında böyle güzel görünmeyecekler.

Denizin fotoğrafını ağaçların, dalların arkasından çekmeyi seviyorum. İçinde minik bir tekne varsa daha da güzel görünüyor. Uzaklarda bir koyda, ıssız bir sahil en güzeli...

Günlerim bir kıyı kasabası sıradanlığında geçiyor. Az sonra denize gideceğiz, akşam güneş batarken tahta eve yürüyüş, sonra da gece yürüyüşü. (Tahta ev, deniz kıyısında küçük bir çay bahçesinin kapalı bölümü.)

Benim çok az fotoğrafım vardır. Dün akşam Sıla çekmişti birini. Akşam güneşi vurmuş. Yüzümdeki o renk yandığım için değil, güneşin kızıllığı, dağınık saçlar ve uzamış sakallar da boşvermişliğin izleri. Ve güneş açığa vurmuş bütün çizgileri.

Ben yazmadan duramam, kısa zamanda yazılınca özensiz oldu ama sevdim bu yazdıklarımı...

İnebolu 11-7-2005

 
Toplam blog
: 1735
: 2429
Kayıt tarihi
: 22.09.06
 
 

27 Mart 1959'da İnebolu Yeşilöz Köyünde doğdum. Yeşilöz Köyü İlkokulu, Yeniyol İlkokulu, İnebolu ..