Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ekim '13

 
Kategori
Öykü
 

Bomba

Bomba
 

- Baharatlık... Neyin var?

Telefon hala koltuk tarafından korunuyordu. Miray'ın ise ağzı açık ve gözleri doluydu. Kafasını kaldırıp Eren'e baktı ve ağzını kapatma ihtiacı duydu. Gözlerinden yanağına akan bir damla Eren için yeterli bir açıklamaydı.

Eren kollarını hayata teslim olurmuşcasına iki yana bıraktı. Derin bir nefes aldı. Onun da gözleri dolmuştu.

- Açıklayamam dedi. En azından şu an değil.

Hızla Miray 'ın yanına geldi. Miray kendini geriye çekti. Eren ellerini havaya kaldırdı.

- Sana dokunmayacağım. Yalnızca beni dinlemeni istiyorum. Şu an değil. Sana şu an hiçbir şey söylemeyeceğim. Sadece düşündüğün gibi değil. Evet, yaptım ama düşündüğün gibi değil. Sadece cezbediciydi. Senle beklediğimiz için... Yani, ihtiyaçtan... O an çok da yanlış gelmedi.

Kelimeler ağzından çıkar çıkmaz ne büyük bir salaklık yaptığını farketti. Miray da elindeki bardağı ona doğru fırlatarak bunu destekledi. Eren siper aldı. Tekrar Miray'a baktığında sanki bardak fırlatan o değilmişcesine sakin kaldığını gördü.

- Git.

- Aşkım bu konuyu konuşacağımıza söz ver.

- Git dedim.

Artık yüzüne bakmıyordu.

- Konuşacağımızı söyleyene kadar hiçbir yere gitmiyorum.

Miray bir hışımla ayağa kalktı.

- Defol git! dedi ve Eren'e doğru yavaş yavaş yürümeye başladı.

- Hala ne yüzle bana şart koyuyorsun?!

- Ben..

- Sen! Ne?! Artık iyice yaklaşmış ve Eren'i ittirmeye başlamıştı. Polisi arayacağım.

- Tamam gidiyorum. Ama lütfen Derin'i ara.

- Derin'i aramayacağım polisi arayacağım.

- Tamam. Gidiyorum. dedi. Koltuktan eşyalarını aldı. Son kez olmadığından emin bir halde Miray'a tekrar baktı. Gidişini üç hamleyle sınırlandırmak zorundaydı. Yoksa gidemezdi. Kapıyı açacak, çıkacak ve kapatacaktı; öyle de yaptı.

Artık tek başına kalan, aslında çoğu zaman tek başına olduğunu fark eden Miray tüm gözyaşlarını, üç senelik geçmişini, hayallerini, mutluluğunu, akşam yemeğini, sabah kahvaltılarını, onu seven bir adamı, geleceğini(...) tam oraya, salonun ortasına, ses tellerine taşıyabileceği tüm ağırlığı yükleyeyip akıttı.

Ne kadar sürdüğünü bilmiyordu ama ona tüm akşam orada oturmuş gibi geliyordu. Ayağa kalkıp banyoya gitti. Aynaya baktı. Artık onun bile söyleyeceği bir şey yoktu. Büyük ihtimal bir patlamadan korkuyordu. Bomba, tek bir kıvılcıma muhtaçtı. Patlamak iyi gelebilirdi aslında ama sonunu kesiremediği için ayna bile alevlendirmiyordu Miray'ı. Musluğu açıp elini yüzünü yıkadı. Kendi salaklığına gülmeye başladı. Gülmeye devam ederek, mutfağa gidip ocağın altını kapadı. Pirinçler tencereye iyice yapışmıştı. Tencereyi suyun altına tutup soğuduktan sonra direk çöpe attı. Salona geçti. Her yerde beraber çekilmiş fotografları vardı. Hepsini duvardan indirmeye başlamıştı ki bilgisayarının yanına gidip Sertap Erener'den 'yolun başı' şarkısını açtı. Artık tüm bu ayrılık sonrası zırvalıkları keyifle yapmaya başladı. Kendi bile hala neden güldüğüne ve nasıl bu kadar sakin kalabildiğine şaşırıyordu.

Tüm evi temizleyip, yapacak hiçbir şey kalmadığında Scrubs'a yeniden başlamaya karar verdi. Sanki daha bir kaç saat önce üç yıllık ilişkisini bitiren o değildi. O an sesli olarak dile getirmese de sigarayı, kahveyi ve alkolü bırakmıştı. Hiçbir düşüncenin aklına gelmesine izin vermeyerek dizisini izleyerek uyuyakaldı.

Sabah uyandığında saat yediydi. Alarmını kurmadığı halde uyanabildiği için biylojik saatine şükranlarını sundu. Dün sabahki gibi uzun uzun düşünmedi ne giyeceğini. Dizinin biraz üzerinde gri, kemerli, v yaka bir elbise mavi çanta ve yarım topuklu mavi ayakkabılarını giydi. Saçlarını topuz yapıp gündelik bir makyaj yaptı. Tam evden çıkarken dönüp evin tamamına baktı. Bazen insanın hayatına devam etmesi gerektiğini düşündü.

Güzeldi, kendini parçalamadan bunu atlatmaya başlaması. Ortada bir 'hata' olmaması her şeyi kolaylaştırıyordu. Aldatılmak onun suçu değildi ve aldattığı için Eren'i de suçlayamazdı. Düşününce zaten 'günaydın', 'iyi geceler' mesajları yoktu. Kötü anlarında yanında olamiyordu. Arkadaşlarına, Miray'dan fazla önem veriyordu. Böyle bir durumda kaybedilen ne olabilirdi? Hayaller mi?! Belki... Eninde sonunda hayal kurmaktan zaten vazgeçecekti. Hayal kurması bile ayrı bir saçmalıktı zaten.

Tüm bu düşünceler onu rahatlatsa da, herşey yolundaymış gibi gösterse de, hatta Derin'e bile kurcalatmasa da konuyu artık daha az yemek yiyor daha az uyuyordu.

- Miray, kurabiye ister misin?

- Sağol canım. Derin'in evine gitmişti. Dinlenebilecek bir plak arıyordu.

- Kaç kilo verdiğinin farkında mısın?

- Dokuz buçuk

- İyi halt ettin. Gurur duyulacak bir şey miş gibi söylüyor bir de!

- Ne bekliyorsun Derin? Olmam gerekenden daha iyi durumdayım. Bir ay oldu olacak. Bir kez kendimi parçaladığımı gördün mü? Sosyal hayatımdan vazgeçtiğimi?

- Makyaj bile yapmıyorsun kızım artık. Azıcık kendine bak ya.

- Cildimi dinlendiriyorum ben, çok konuşma.

- Tabi, çok yoruldu cildin değil mi(?)

- Di. Hah, buldum. Biraz Bob Dylan dinleyelim.

- Annenlere söyledin mi?

- Hayır.

- Uzun zaman oldu aslında gitsen mi annenlerin yanına.

Dönüp Derin'e baktı. Derin ise gözlerini ondn ayırmıyordu zaten. Her an yanlış bir şey söyleyecekmiş de azar yiyecekmiş gibi.

- Haklısın, tatlım. Süpriz yapayım annemlere. Yarın izin için konuşayım pazartesi giderim.

- Annen çok sevinecek.

- Biricik kızını bir pi..in üzmesine izin vermediğimi duyunca evet çok sevinecek.

Derin kısa bir kahkaha attı.

- Haklısın. Üzmesine izin vermedin.

- İyi ki varsın tatlım diyerek Derin'e sarıldı.

- Sen de bi'tanem, sen de...

... 

 
Toplam blog
: 58
: 402
Kayıt tarihi
: 06.04.10
 
 

Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Mezunuyum. ..