Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Kasım '10

 
Kategori
Güncel
 

Boyacıdaki umut

Boyacıdaki umut
 

Boyacıdaki Umut


Blog’ta yazmaya yeni başladığım günlerdi. Daha gerçekten okunduğumdan bile emin değilken, birer ikişer eleştiriler gelmeye başlamıştı. Çok mutlu olmuştum. Ancak bu konuya değinme nedenim bu mutluluğum değil, o eleştirilerden biridir.

Eski bir arkadaşım yazdıklarımı görmüş. Üşenmemiş, birkaçını da okumuş… Bana bir eleştirmenin neleri yazmakla yükümlü olduğunu falan sordu? Bu konuya ilişkin fikirlerimden bahsettim. Açıkçası amacını tam anlamamıştım. Çok geçmeden, yazılarımda hep olumsuz şeylere değindiğimi, ülkemizin bu zor günlerinde değinecek güzel şeylerin de var olduğunu, eleştirmenin sadece kötü olanı söylemekle yükümlü olmadığını, iyinin de hakkını vermem gerektiğini söyledi. Gelgelelim benim ele aldığım konulardaki iyiler o kadar azdı ki onlardan bahsetmem ele aldığım konuların çözümüne bir katkı sağlamıyordu. Dahası bu, bizi tuhaf bir iyimserlikten bir adım öteye götürmüyordu. Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek tamam da sorun Brütüs’teydi… Ancak bu iyi bir yazar olmaya çalışan birinin ve dâhi eleştirmenlerin, ülkesi için hiç umudu kalmadığını göstermez. Şahsen, gerçekten hiç umudum kalmasaydı, okunmasını bekleyeceğim yazılar yazıp, okur duasına çıkmaya muhtaç olmazdım!

Değil bu ülkeden, bu ülkenin tek bir insanından umudumu kesmedim. Sadece umutsuzluğa düşmemize neden olacak şeyler biraz daha fazla. Ve çözüm için onların üstüne gitmemiz gerekiyor. Ancak bu gün umudumuzun hiç bitmemesi gereken bir olaydan bahsedeceğim…

Dün 10 Kasım’dı. Atatürk anıldı. Anma etkinlikleri hafta boyunca devam edecek… Ben de birkaç gün evvel konuya ilişkin bir yazı yazmış, Atatürk’ün ve yaptıklarının yeterince tanıtılmadığını; onu yüceltmenin yolunun onu tanrılaştırmaktan geçmediğini, gerçek Atatürk sevgisini insanların yüreğine inşa etmeyi onu hatalarıyla birlikte anlatırsak başarabileceğimizi söyledim. Bütün bunları Atatürk düşmanlığını körükleyen kesimleri, Atatürk felsefesini anlamayan sözde aydınları, yükselmek için birilerini indirmeye gerek duyanları düşünerek yazdım. Ancak tam bu konuda öte tarafa da değinmem gerektiğini düşündürecek bir şey oldu.

Dün akşam hem yemek yiyor hem haberleri izliyordum. Daha çok yemeğe yoğunlaştığım bir dakikada ekranın son derece sessizleştiğini hissettim. Ülkemizde haber kanallarının bangır bangır olmadığı anlara yabancı olduğumuzdan bu sessizliği hayra yoramadım. Derken ekrana odaklandım. Çok geçmeden arkadan gelen siren sesini ve sokak ortasında saygı duruşuna geçen insanları görünce anladım ki 10 Kasım için yapılanlar haber yapılmış. Sıradan bir haber olduğunu düşünmeye başlamıştım ki spiker uyardı: “Boyacı çocuğa dikkat!” Günün ilk müşterisinin ayakkabısını boyayan çocuk, sireni duyunca her şeyi bırakıp ayağa kalkıyor ve siren bitene kadar müşterisiyle beraber saygı duruşunda bekliyordu.

Gözlerime inanamadım. Bir insanın, bir insana tamamıyla kendi isteğiyle hem de 90 sene sonra böyle saygı duyması müthiş bir vefaydı… Şoven duygulara uzağım aslında. Ama Atatürk’e bir boyacının böyle saygı duyması saygı duyulacak, gururlanacak bir şey bence… Bu demek oluyordu ki asık suratlı heykellerine, onu tanrılaştırarak Allah’la yarıştıran kitaplara, her fırsatta onu karalayan insanlara, gencecik çocuklara Nutuk mu Kur’an mı diye soranlara hatta ve hatta ona “bu adam” denmesine izin vermeyen sisteme rağmen; okuyamayan, yeterince kültürnemeyen insanlarımız bile değerden anlıyor. Öyle ya altın çamura düşünce değer mi yitirir? Boyacının o kıymet bilir davranışı şu sloganı sahiplenebileceğimiz anlamına geliyor: “Nefes alıyorsak umut var demektir!”

Boyacı çocuk ve onun gösterdiği saygı bizim bütün umudumuzun toplandığı noktadır. Bir şeyler için hâlâ geç olmadığını hatta bir şeyler yapmak isteyenler için geç kelimesinin bir anlam taşımadığını o boyacı çocuğa bakarak ve umutlanarak anladım…

 
Toplam blog
: 103
: 409
Kayıt tarihi
: 10.09.10
 
 

Kısaca kendimi tanıtacak olursam "Evlat, eş, baba, öğretmen, yönetici, yazar ve tabii ki okur." y..