Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Aralık '10

 
Kategori
Sosyoloji
 

Böyle de sevgi mi olur?

Böyle de sevgi mi olur?
 

SEVGİ BUDUR


Düşünce göklerinin baş konağı sevgidir sevgi;
Gençlik destanının baş yaprağı sevgidir sevgi;
Ey sevginin sırlarından habersiz yaşayanlar,
Bilin ki tüm varlığın baş kaynağı sevgidir sevgi.
(Ömer Hayyam)

Bilinen evrende insanoğluna bahşedilmiş en büyük ayrıcalık düşünebilme yeteneği. Sonra sırasıyla bir kaç aksesuar daha var. Konuşmak, gülmek ve ağlamak. Bunla da yalnız insanlara mahsus. Neden aksesuar dediğimi hemen açıklayayım.

Düşünemeyen varlık, ne konuşur, ne güler, ne de ağlar. Mesela papağanın ki, düşünmeye dayalı bir konuşma değildir. Duyduğu sesi taklit eder, sadece o kadar. Köpeğin havlamasından farklı değildir. Sevgi üretmez demek değil bu.

Aslında hayvanlar sevmeyi insanlardan daha iyi beceriyorlar.

Ancak, bütün bunların ötesinde, insanı insan yapan asıl özellik sevme yeteneğini kullanması ya da kullanmamasıdır.

Mesela arabanın dört tekerleği var. Ama yürümüyor, hep olduğu yerde duruyorsa, kime ne onuın tekerleği olduğundan. 

Yaşayan bir mevhumdur sevgi. Mesela beslenmezse ölür, beslenirse büyür, çoğalır, artar, taşar bile!

Hayvanların bazı insanlardan daha iyi sevgi ürettiğini hepimiz biliriz. Yılanın bile sevgisi vardır.Tatlı sözü sever de deliğinden çıkmaz mı? Yani yılan deyip geçmemek lazım.

Bitki deseniz zavallı, beş duyusu bile yoktur, ama bitkide de sevgi duyusu olduğunu bilirsiniz. Afrika Menekşesinin güzel sözlerden, hatta okşanmaktan hoşlanıpta coştuğunu herkes bilir.

Bakın İnsanı sona bıraktım. Hayvan ve bitki dediğimiz canlıların bile yaşadığı sevgi; İnsanoğlunun elinde paramparça ve perişan oldu artık, neredeyse adından utanıyor.

Bu günlerde, lime lime olmuş, perişan bir sevgi insanoğlunun ki. Hatta neredeyse unutulmaya yüz tuttu.

Saçmaladığımı uçuklaştığımı düşünüyorsanız. Bakın dinleyin; Sevgi, malesef iki insan arasında yaşanır. Hele ki bu iki insan eş ise şarttır. Olmazsa olmazdır.

Aksi halde sadece aynı mekanı paylaşan iki kişi olmaktan öteye değildir onların ki. Sevginin olmadığı yerde aşktan hiç söz edemezsiniz. Zaten bir gün dağılır gidersiniz.

Gelelim aşk'a;

Aşk, aşk, aşk!  dillere pelesenk olan aşk, ayaklar altında sürünen zavallı terim! Sevgi sözcüğüde öyle.

Bunlar öyle ulu orta kullanılıp eskitilip yıpratılacak sözler değil. Özenli olmak gerek. Yerinde kullanmak, hakkını vermek gerek.

Peki sevgi nasıl ortaya çıkar, sonra da "aşk" olur?

Gençlikte hormonların dürtelediği bir sevgi var. Bu pek de sevgi değilde tutkudur aslında. Gelir geçer. Pek de güzeldir, ne tatlıdır gençlik aşkları. Platonik olanları bile bir ömür hatıralarımızdan silinmez.

Sevginin fizyolojisini inceleyenler, erişkinlik ve getirdiği yorucu hayatın mutlu sürmesi için, daha derinlikli bir sevginin gerekliliğinden söz ediyorlar.

Bu dönemde eşlerin biribirine olan sevgileri yetmez, aşklarda yetmez olur. Yani iki kişilik bir dünya yoktur artık.

İşte o zaman, yukarıda söz ettiğim sevgilerin, kişinin hayatına dahil olması gerekir artık. Eskilerin deyimle "cicim ayları" bitmiştir. Yada gençlik yılları...

Bir insanı sevebilmek için hayatın kendisini bir bütün olarak sevmek gereklidir. Şarttır bu.

Artık, insanların tümüne sevgi duymak lazımdır ki, toplumla barışık olsun insan. Tabi dünya ile de.

Hatta son olarak kainat (evren) sevgisinden söz ediliyor şimdilerde. İnsanlık gelişiyor ne de olsa!

Fakat bu sırada hayat insanı sınamaya başlar. Şu ya da bu sebeple insanları kategorize etme, vasıflarından ötürü çifte standart uygulama dönemi gelir.

İnsanları fakir, zengin, güzel, çirkin diyerek ya da tahsiline göre, mevkine göre, ayırarak sevme dönemi başlar.

Hayatı mahveden de budur işte.

Artık yalnız,  fayda verenler, hoşnut edenler sevilir. Hatta daha ileri gidilir, sevgi alınıp satılan bir emtia haline gelir.

Ortalıkta bolca izlemiyor muyuz? Pırlanta almak sevgiyi besler mi sizce? Sınıfını geçen çocuğa alınan araba çocukta sevgi hissi yaratır mı, ya da bisiklet? 

Sorun o çocuğa ya da eşe, saçının okşanmasını mı, bir öpücüğü, bir kucaklayışı, güzel bir sevgi sözcüğünü mü özlemiştir. Yoksa bu objeleri mi? Sorunonlara bir kez!

Emin olun onların çoğu, pırlantayı, arabayı, bisikleti iade eder bir öpücük bir sarılış karşılığında!

Bir de sevmek ya da sevilmek meselesi var. Sevilmeye layık olmanın birinci şartı, sevmeyi bilmektir. Öyle değil mi?

Ona layık hayatlarla yetişmiş kişiler arasında mümkündür sevgi. "Davul dengi dengine vurur" sözü boşa söylenmemiş! 

Ama dünya artık bir "AVM" alış veriş merkezi oldu! Fakat vermeden almak da yaradana mahsus. Sevgiyi hangi bedelle alabiliriz? Para çok, fakat baksanıza burada işe yaramıyor. Ama yaradığını sananlarda çok.

Neyse; kuru kuruya sevmeyi becerirsen, merak etme  bir gün gelir sevilirsin. Yani "iyilik yap denize at" misali. "Sev ve bekle"  kendini sevilmeye birak, işin sırrı bu.


Sevilmek için gösterilecek birinci gayret tektir. "önce kendini sev" yoksa, hiç bir şeyi sevemezsin. Hiç karşılık beklemediklerini sev. Yaradanı sev, dağı taşı sev, yaprağı böceği çiçeği sev.

Bunlar sevilmeden, insan sevilmez ki. Olsa olsa gençlikteki hormon destekli sevginin geriye gelmesini beklemekten ibaret olur bu. Her şey zamanında güzeldir. O günler geri gelmez.

Sevginin bir kimyası olduğunu öğrendim. İnsanın kendini sevmesi için seratonin, melatonin, endorfin, adrenalin...vs, gibi kimyasallar üretiyormuş beden. Bunları tabiat ana vücudumuza monte etmiş.

Ama nihayet bir metabolizma değil miyiz? Hani bazen pır pır eder ya yürek. İşte o an beyin bunlardan bir "kokteyl" üretiyormuş.

Tavsiye ederim. Ama pek kolay bulunmuyor!

Ancak, bizim düzenekde çeşitli sebeplerle bozulabilir. Eğer, kendinde bir sevgi eksikliği hissediyorsan, bunu hemen çevrene yorma. Önce kendinde ara. Neleri sevemiyorum diye bir bak. Bazılarımız görecek ki hiç bir şeyi sevmez olmuş  artık, eyvah!

İşte o zaman en iyisi koşup aynaya bakmak!

Bazılarımız yemeği bile sevmediğini. Onunla bile kavga ettiğini görecektir. Yemek bir beslenme unsuru değil, sevgi arayışı malzemesi olmuştur artık. Hapır hupur yiyorsan bir sorun var demektir. Bir de bakarsın obez olmuşsun.

O zaman kendini gözden geçir. Durumunun farkında ol. Gereğini yap. Bilene sor. Senin sorunun sevgi değil, vücut kimyanla ilgili bir mesele olmuş.

Doktor ise, sana ancak yeniden "marş'a" basman için bir damla kimyasal verir. Psikoloğa gidersen o da sana sadece ayna tutacaktır. Nerede yanlış yaptığını gör diye.

Bak gördün mü? Çağdaş dünyada, pozitif bilimde herşeye çare var.

En önemlisi inanç. ruhuna ve bedenine olan güvendir.

Sen yeter ki iste. Kendin için.bir şeyler yap. 

Hepsi senin sevgiye yeniden kavuşmama yardım edecektir. Emin ol sonunda coşku dolu sevgine kavuşacaksın, sonra da sevgiline! 

Oku, yaz, şarkı söyle, dua et, doğayı seyret, ağacı gör, gökyüzünün mavisini görmeye çalış.

Hepsini unutmuşsun değil mi? Ya! işte görebilene çok güzel bu hayat.

İnsanı da gökyüzünü sevdiğin gibi sev. Özlediklerini anarken, kararmakta olan havanın senin içinde yarattığı tatlı hüznü yaşar gibi yaşa .

Geçmişini sev, ne olursa olsun sev geçmiş yılları. Onları hatırlamadan hangi birikim sana yol gösterebilir, önünü aydınlatabilir?

Bir büyüğüm "ekekler gözleriyle, kadınlar kulaklarıyla sever" demişti. Hiç aklımdan gitmez!

Bundan çok zaman sonra "erkekler marstan, kadınlar venüsten" diye bir kitap okudum. O büyüğümün sözünü bir kitap boyunca açmıştı yazar.

Yani, estetik önemli, kadın için de, erkek için de önemli. Önce kendini sevmek bu işte. Sonra gerisi geliyor. Yanlız fiziksel değildir estetik. Beş duyu ile algılanabilen her şey estetik olursa güzel.

Bir renk, bir koku, bir söz, bir bakış, bir dokunuş, bir tat düşünün ki size güzel gelmekte. İşte sana mis gibi sevgi!

Bir arkadaşım, akşam yemeğinde eşinin hazırladığı sofraya yardım olarak "cacık" yapmıştı. "Ne kadar güzel olmuş" dedim. "içine ruhumu kattım" dedi.

Hiç de romantik olmadığını sandığım bu sevgili dostum, aile mutluluğunun sebebini, işte güm diye masanın orta yerine koymuştu. Hep daim olsun "Seferoğlu"...

Güzellik ve sevgi ayrıntılardaydı demek ki.

Kaba saba bir insan olduğunu düşündüğüm 35 yıllık başka bir arkadaşım da, yanından ayrılırken bana sarıldı ve "seni seviyorum" dedi. Şaşırdım! düşününce anladım, 35 yılın özetiydi...

Sevgi bir tohum gibiydi. Sabır ve emek istiyordu.

Hiç vakit geçirmeden bol bol tohum ekmeliydi. En başta söyledim. Sevgi beslenerek büyür. Beslenmezse ölür. Şimdi eşinize ya da sevgilinize kaldırımın kenarından da olsa uyduruk bir çiçek koparıp verin.

Hangi yaşta olursa olsun çocuğunuzun yanağına, sacına bir öpücük kondurun.

Evde bir çiçeğiniz varsa, toprağına yarım fincan su dökün. Pencereden gökyüzüne bakın ve "seni seviyorum" deyin lütfen.

Öyle sevinecekler ki. Ondan sonra bir fincan çay koyup oturun pencerenin kenarına.

Bakın kendinizi ne kadar sevdiğinizi göreceksiniz.

Sonra derin bir nefes alın ve sevgi yağmurunu bekleyin. Acele yok YAĞACAKTIR...!


Bülent Selen

 

 
Toplam blog
: 89
: 985
Kayıt tarihi
: 09.07.10
 
 

Marmara Üniversitesinde  İşletme okudu. İstanbul Üniversitesinde yüksek lisans yaptı.  Dış Ticare..