Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Eylül '16

 
Kategori
Eğitim
 

Bu ne güzel bir yarışma!

Bu ne güzel bir yarışma!
 

“her şey bitti”

diye dövünen cüce

biten hiçbir şey yok

yeni bir şafağa

gebe her gece.

(H. E.)

Hasanoğlan’da uzun yıllar görev yapan öğretmen, ressam ve yazar Mehmet Erbil’i tanımak kısmet olmadı bana. Bu değerli ressam ve eğitimciyi, “Eğitim Onurumuz Köy Enstitüleri ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü” (*) adlı eseriyle tanıdım.

Her kitabı okurken yaptığım gibi, bu kitabı okurken de kalemle pek çok satırın altını çizdim. Bal alıp beynime ve yüreğime akıttığım o satırları sizlerle de paylaşmak isterim.

Ekmeği, aşı, sevinci, neşeyi, umudu ve güzellikleri paylaşmak ne denli güzelse, bilgiyi paylaşmak da güzeldir. Ya da bana öyle geliyor.

Yazar, Köy Enstitülerinin kurulduğu yerlerin nasıl seçildiğini araştırdıktan sonra, şu sonuca varıyor:

“1940’lı yıllarda, Köy Enstitülerini kurmaya karar verenler (…) “tarımaelverişli olmayan” alanları seçip okullar kurdular.

“Hasanoğlan Köy Enstitüsü de böyle bir yerde kurulmuştur. Okulun kurulduğu yer “Keklik Kırı”diye bilinen bir yerdir. Özellikle seçilmiştir. Bomboş, çıplak bir toprak parçası olan bu alanın ancak bazı yerlerinde ekim yapılabiliyordu.”

Yalnızca Hasanoğlan mı böyleydi?

Hayır… Kepirtepe, Gönen, Akçadağ, Dicle ve bunlarla birlikte 21 Köy Enstitüsünün hepsinin de seçildiği yerler -üç aşağı beş yukarı- hep aynı özellikteydi.

Sözgelişi, Antalya – Aksu Köy Enstitüsü’nün kurulduğu yerin eski adı “Karanlık Sokak”tı. Halk niçin “Karanlık Sokak” demiş, biliyor musunuz? Orası bir bataklıkmış çünkü. Çalılar çırpılar, akrepler, yılanlar… Ve sürüyle sivrisinek, karasinek, eşekarısı…

İşte böyle bir yeri, cennetten bir köşe haline getirmişler kısa sürede. Ve “Aksu”olmuş, Karanlık Sokak…

S. Eyüboğlu ne güzel yorumlamış bu gerçeği: “Çorak bir yeri yemyeşil etmek, bir bataklığı kurutmak, susuz yere su getirmek, Köy Enstitülerinde ahlak eğitiminin ta kendisi oluyor. Vatan sevgisi, insan sevgisi, bilim sevgisi bu işler içinde kendiliğinden kazanılıyordu.”

Saffet Arıkan, Millî Eğitim Bakanı iken sık sık Anadolu köylerine geziler yapar; köylüyle  dertleşir, onları ve sorunlarını dinler. Yine bu tür bir gezide arabayı durdurup iner; uzayıp giden çıplak bozkıra uzun uzun baktıktan sonra Tonguç’a dönüp: “Bak şu stepi görüyor musun? Köylü onu yendiği gün, ters talihini de yenmiş olacak.” der.

Tonguç’un da inancı budur. Tamam da, köylü nasıl yenecek bu ters talihini? Günler ve gecelerce bu soruyu düşünüp durur Tonguç. Arıkan’la el ele verip “Eğitmen Kursları”nı bunun için açar işte.

Arıkan’ın yerine Hasan – Âli Yücel gelince, o da inançla destek verir bu girişime. Bakarlar ki, iyi gidiyor, “Gel şunu kurumlaştıralım” derler. İnönü’yü de ikna edip “Köy Enstitüleri Kanunu”nu çıkarırlar.

15. Köy Enstitüsü’nün Ankara’ya 34 Km uzaklıktaki Hasanoğlan köyü yakınlarında kurulmasına karar verilir. (ilk 14’ü Ankara’dan uzak yerlerdedir hep.) Yerleşim için bir proje yarışması düzenlenir. Yarışmaya katılan 14 projeden Yük. Mim. Kemal Ahmet Arun, Orhan Safa veAhmet Kuruyağız’ın ortak hazırladıkları proje birinci seçilir.

“Proje oldukça kapsamlı düşünülmüş, geniş ve çağdaş bir köy yerleşimi gibi oluşturulmuştu. İş atölyeleri, derslikler, yatakhaneler, spor alanları, yüzme havuzu, hamam ve çamaşırlık, fırın, öğretmen konutları, garaj ve depolar, ahır ve kümes gibi uygulama alanları vardı. Uygulama okulu ve bunlara ek olarak bir hastane yapısı da düşünülmüştü. Uygulamalı ziraat alanları olarak; bağ, sebze ve meyve bahçeleri ile geniş tahıl ekim alanlarına da yer verilmişti. Çiçek ve süs bitkileri üretimi de düşünülmüş, sera oluşturulmuştu. Açıkhava Tiyatrosu, daha sonra yapılan müzik dersliği inceden inceye planlanmış, öğrenciler kendi peteğini oluşturan arılar gibi ve de karıncalar gibi çalışarak malzemeleri omuzlarında, sırtlarında, raylar üzerinde taşıyarak bu yapıları heyecan ve coşku ile yaptılar.”

Görüldüğü gibi, bu okul değil, bir köy… Bugün okul deyince bizim aklımıza iki-üç katlı, bilemedin dört-beş katlı bir bina gelir. Ve tabiî bu binayı devlet müteahhide vererek yaptırır. Bir yıl mı, iki yıl mı, üç yıl mı sürer yapımı; Allah bilir!

Köy Enstitülü köy çocuklarının yaptıkları binalar kaç yılda biter acaba?

Bu sorunun cevabı da var, bu kitapta:

“Bu öğrenciler yardımlaşma yöntemi ile 6 ayda 18 yapı, 1942 yılı iş mevsiminde 15 yapı ve 1944 yılında da toplam 51 yapı yapılmış oldu. 1946 yılına gelindiğinde 63 yapı tamamlanmıştı.”

Cümle biraz çarpık olsa da, önemli olan verdiği bilgi: “6 ayda 18 yapı…” Ve üstelik:

“Bu yapılar usta öğreticilerin gözetiminde, salt öğrencilerin çalıştığı, dışarıdan hiçbir usta ve işçi eli değmeden oluşturulduğu yapılardı.”

Yapanlar kim miydi?

Başta Kepirtepe Köy Enstitüsü olmak üzere, 14 Köy Enstitüsünden gelmiş öğrenciler...

Niçin, “Başta Kepirtepe Köy Enstitüsü?” dediğim merak edilirse, onu da söyleyeyim:

Çünkü 1942’de, İkinci Dünya Savaşı dolayısıyla Kepirtepe Köy Enstitüsü’nün Anadolu’ya taşınması düşünülmüştü. (Almanlar sınırımıza dayanmışlardı. Trakya’nın işgal edilme olasılığı vardı.)

Yine de Hasanoğlan’a ilk kazmayı 10 Temmuz 1941’de Pazarören(Kayseri) ekibi vurur.

Öyle güzel bir yarış vardır ki, bu 14 Köy Enstitüsünden gelmiş öğrenciler arasında! Hangi ekip binasını daha önce bitirecek?

Kars – Cılavuz mu, Isparta Gönen mi, Kastamonu Gölköy mü? Eskişehir – Çifteler mi, İzmir Kızılçullu mu? Kepirtepeliler mi, Pazarörenliler mi yoksa?

Ah mümkün olsa da bu güzel yarışın öyküsünü, Kepirtepe ekibinde yer alan Rüştü Güvenç’ten bir dinleyebilseniz! Birkaç satır okuyalım hiç değilse:

“Bel küreği ve kazma ile kazılan temeller yapılırken, Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsünden gelen öğrenci arkadaşlarımız, bizi geçmişlerdi. Bu durum karşısında ne yapalım diye düşünürken, bir gece 12 arkadaş camiden kalkıp 1 Km yürüyerek okulun yapıldığı alana gittik. Orada duran bekçi, ne yapmaya geldiğimizi sorunca:

-Bize kazma kürek ver, biz temel kazmak istiyoruz; dedik.

Bekçiden kazma kürek alıp akşam saat 21.00’den sabah ezanı okununcaya kadar çalışıp tekrar camiye döndük.”

Keşke ben de böyle güzel bir yarışa katılabilseydim!

Neden, ‘Camiden kalktık, camiye döndük” diyor; Rüştü Güvenç? Cami ile ne ilgisi var?” diye merak edenler olabilir. Söyleyelim: Kepir’den gelenler, konaklayacak yer bulunmadığı için, köy camisinde kalmaktadırlar çünkü.

Pekiyi, işi ilk bitiren ekibe bir ödül veriliyor muydu acaba? Bu sorunun da cevabı var:

“İşi bitiren ilk ekip, 10 Ağustos 1941’de Hasanoğlan’dan ayrıldı. Armağanları bakanlıkça onlara verilen bir yurt gezisiydi. Bunlar ülkenin ilk mimarları, mühendisleri, ülkenin ilk yaratıcı ve üretken eğitimcileriydi.”

Binalar yapılmış ama binalar arasındaki yollar henüz yapılmamıştır. Temellerden çıkan topraklar öbek öbek durmaktadır. Kış mevsimi gelince, yağmur ve kar yağınca, enstitü alanı diz boyu çamur olmaktadır. Yemekhaneden dersliklere, dersliklerden mutfağa, yatakhaneye, işliklere gidip gelme büyük bir sorundur. Ne yapmak gerekirdi bu durumda? Kaymakama mı, valiye mi bildirmek gerekirdi?

Hayır, hayır!.. Bir sorunla karşılaşınca, başkasından medet umma gibi bir alışkanlıkları yoktu onların. Koşullar ne denli zor olursa olsun, kendi zekâları, kendi emekleriyle aşacaklar tüm engelleri.

Bir toplantı yapıp enine boyuna tartıştıktan sonra konuyu, havalar imkân verdiği zaman, hemen yol işine başlamaya karar verirler.

Ne yani! Kendi dersliğini, yemekhanesini, yatakhanesini, hamamın kendi yapan insanlar, yollarını mı yapamayacaklardı!

Hemen taş, kum, malzeme hazırlamaya başlanır. “Yapacağım” diyen insan yapar. Çamurdan kurtulma savaşı da el birliğiyle, yine coşkulu bir çalışma ve güzel bir yarışma sonucu kazanılır.

Sorunları kendi güçleri, kendi emekleri ile çözmenin mutluluğunu yaşarlar bir kez daha.

Karşılıklı sevgi ve saygı anlayışı içinde birbirleriyle yarışırcasına çalışmayı beceren insanlar, birlikte eğlenmeyi de iyi bilirler.

Gündüzleri zevkle çalışan gençler, akşamları da oyunlar oynayıp gösteriler yapar. Kendi şiirlerini okuyup kendi yazdıkları oyunları sahneye koyarlar.

“Güzel söylersin kardeşim de, o yıllarda elektrik nerde? Karanlık basınca neyle aydınlanıyorlar?” mı dediniz…

İlk zamanlar, elbette el fenerleri ile… Kısa bir süre sonra bu sorunu da çözüp kendi elektriklerini kendileri üretirler.

Aksu’da okumuş; Dicle ve Hasanoğlan’da çalışmış bir insan olarak kalıbımı basarım ki, hiçbir abartma yok; bu söylenip yazılanlarda.

Gerçekten de, eğitimci yazar ve ressam Mehmet Erbil’in dediği gibi “Eğitim Onurumuz”dur; Köy Enstitülerimiz bizim!

Hüseyin Erkan

                                                                                        huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------

(*) Eğitim Onurumuz Köy Enstitüler ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü (Yazan: Mehmet Erbil, Hasanoğlan Mezunlar Derneği yayını, Ankara 2016)

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..