Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Aralık '08

 
Kategori
İnançlar
 

Bugün Şeb-i Arus; Semâzenler Semâ'da dönüyorlar...

Bugün Şeb-i Arus; Semâzenler Semâ'da dönüyorlar...
 

Bundan yaklaşık on beş yirmi sene evvel o zaman Tepebaşı'ndaki TÜYAP Kitap Fuarı Milli Eğitim Bakanlığı yayınları standından satın almşıtım Mesnevi’yi. Ama ilk okuma girişimim ise 2001 yılında bir süre iş nedeniyle kaldığım Söke’de, çok sevgili bir dostumun sahip olduğu, halen ödünç olarak bende duran Kenan Rufai’nin Şerh’iyle olmuştur.


“Gönül almak ve gönülsüz kalmak bizim sırlarımızdır.
İş bizim işimizdir, çünkü O bizim sevgilimizdir.

Eski şey satanların sırası geçdi gitti.
Biz yeni şeyler satıyoruz ve bu da bizim pazarımızdır.”

Bu yazının amacı Mevlana’yı tanıtmak, anlatmak, ya da buna benzer “ukalalıklar” yapmak değil. Çünkü böylesi bir bilgi donanımım yok. Daha çok anmak, yüreğimizde hissetmek, “tecellisi” ile ilintili, manevi bir dışavurum olarak ifade edilebilir, belki?

Yıllar yıllar önce dayım getirmişti babama uzunçalar plaklarını, Dede Efendi’nin. Sema Âyininin ilk müzik notalarını dinlediğimde onu anlayacak bir ilgi yönelimim olmamıştı. Çok uzun zaman da olmadı zaten.

Söke dönüşü Beyoğlu Caddesi’nde yürürken Hammamizade Dede Efendi’nin CD’lerini almak için yüreğimi bir şeylerin sıkıştırdığını hissettim. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait Odakule’nin karşısındaki mağazaya girip, altı albüm satın aldım. Elbette bu da yetmiyordu; şimdi kısa süre içinde eve intikal etmek, dinlemek gerekiyordu.

Günlerce evde, işe gidip gelirken, sabah akşam dinledim, durdum. Hani, insan arada kaybetmiş olduğu zamanı kapatmak için soluksuzca çabalar, çalışır ya... Dinledikçe içimde, derinlerde bir yerlerde bazı şeylerin yer değiştirdiğini hissettim. Yaratım dediğimiz bu değil mi zaten? Yaratılanın, insan ruhunda bıraktığı izin derinliğiyle doğru orantılıydı, onun etkisi, gücü.

Söke’de küçük bir otel odasında, ikili nizamla (esas buna da mesnevi denilirmiş) yazılmış beyitlerin şerhlerinin ilk satırlarını okudukça, kutsal zenginlik beni daha da içine çekmişti. Özellikle “tecelli” dediğimiz, büyülü maneviyatından söz etmek istiyorum. Daha önceleri de bu kelimeyi sayısız defalar duyuyordum. Anlam vermediğimiz sayısız kelimeler, kavramlardan bir tanesiydi işte. Belki içinde bulunduğum “özel durumun” ve dönüşümün etkisiyle büyülemişti “tecelli” kavramı. Şerh’te “Tanrı’nın varlığını bir şekilde göstermesi, yüreğine düşürmesi,” olarak anlatılıyordu. Bir anda yerime çakıldığımı anımsıyorum.

Önemi olmayan, değer taşımayan bir çok olgunun, olayın, zamanı geldiğinde bizim için nasıl anlamlı hale geldiğinin en güzel açıklamalarından bir tanesiydi bu. Tecelli kavramı benim için din bilgisinden daha öte bir yerlere gitti. Kapanmış kapıları açmak bir yana, hiç bakmadığım şeyleri, görmemi sağladı.

Mevlana, Söke’deki sıcak yaz günü, küçük otel odasının içinde yüreğime düşmüştü. O günlere eşlik eden dostumla bitip tükenmek bilmeyen sohbetlerimizin tam ortasına oturmuştu, Mesnevi. Ödünç olarak aldığım o kitabı bir türlü sahibine veremedim!

Sonra, Şeb-i Arus’la tanışma.

Konya’dan canlı olarak yayınlanan Sema töreni... Televizyonumuzun tek kanallı günlerinde de buna benzer törenleri izlediğimi anımsıyorum. Fakat bu isteyerek, severek izlemekten çok, biraz sonra başlayacak bir diğer programı bekleme sabırsızlığından başka bir şey değildi. Oysa, yıllar sonra, cıvık cıvık laubaliliklerle dolu ekranın karşısına geçip, kanal ayarını Şeb-i Arus olarak seçmenin ayırdına varma farkındalığıydı benim yolculuğumu anlamlı kılan.

“Semâ, âşıkların canlarını dinlendirir, huzur verir,
O’nun canının canı olduğunu kim bilir ki?

Hele hele semâda olan o halka yok mu.
Döner dururlar ve Kabe’de ortadadır.”

Milliyet Blog serüvenime başladığım ilk yazıyı da anımsıyorum; Geçen sene UNESCO tarafından Hz. Mevlâna'nın doğumunun 800. yılı şerefine ilan edilen Mevlana yılı nedeniyle yapılan Mevlâna gösterisi sonrasında yazdığım...

800. doğum yılında; Mevlana, öldürülmek istendi!

Bugün Şeb-i Arus. Bu sene bir kere daha gidemedim Konya'daki törenlere; her sene gelmesini beklediğim geldiğinde bir sene sonraya ertelenen...

“Bu olgunluk aşkıdır, olgunluk aşkıdır, olgunluk aşkı.
Bu hayal aklıdır hayal aklıdır hayal.

Sevgilinin yüzünü görmektir, yüzünü görmektir, yüzün görmek,
nurdur, kavuşmadır, kavuşmadır, kavuşma.”

Bu akşam da televizyonun karşısına geçip, TRT1'den yayınlanmasını umduğum Sema Âyini öncesinde Ahmet Özhan'ın konserini izledikten sonra, Konya'daki Âyin'in tüm maneviyatını bozan ve bitmek bilmeyen siyasetçilerin konuşması sırasında televizyonun kanalını değiştirip, tam başladığı an tekrardan geri döneceğim.

Bu sene 735.si yapılıyor. Hz. Mevlana’nın 17 Aralık 1273’te ölümünden sonra aradan geçen süreyi ifade ediyor bu sayı.

Gazete haberlerinden bir başlık:

“Semazenler Batılıların başını döndürüyormuş.”


"Allah'a tekrar tekrar yemin ederim ki,
bu mânâ güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar
bütün dünyayı kaplayacak ve bütün ülkelere gidecektir.
Hiçbir mahfil ve meclis olmayacak ki, orada Mesnevî okunmuş olmasın;
hatta o dereceye varacak ki, mâbedlerde zevk ve sefa yerlerinde okunacak,
bütün milletler bu sözlerle süslenecek ve onlardan faydalanacaklardır."
(Hz. Mevlâna, Eflâkî, I, 470)

Yüreğinizde hissedebiliyor musunuz?

Uzay Gökerman

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..