Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Şubat '16

 
Kategori
Deneme
 

Bunak mı Bilge mi?

Bunak mı Bilge mi?
 

Yaşlı, aksakallı, ak saçlı iki ihtiyar yoğun geçen bir günün akşamındatatlı tatlı çalıştıkları iş hanının çay ocağında oturmuş, sohbet ediyorlardı. Belli ki, bunca yaşlarına rağmen miskin ihtiyarlardan değillerdi. Takriben altmış beş yetmiş yaşları civarında olan ve güngörmüş iki ihtiyarın muhabbeti baldan tatlı ve doyurucuydu.

Tavşankanı çayını yudumlayan iki ihtiyardan birincisi; “Bazen geriye baktığım zaman, güzel bir gelecek bırakamadık torunlarımıza diye üzülüyorum, daha güzel bir gelecek bırakabilirdik. Ama görgümüz bilgimiz bu kadardı. Keşke demek kötü bir şey lakin keşke daha güzel bir ülke ve eğitim sistemi bırakabilseydik.”

2. Yaşlı cevap verdi: “Eğitimi biz nesil olarak, pekiyi anlamadık. Eğitimi din eğitimi zannettik. Dini öğrendik zannettik, ezberledik. İçeriğini esas mesajları kavrayamadık. Allah’ın yarattığı kulları ile tercümanlar vasıtasıyla anlaşmaya ihtiyacı olmadığını kavrayamadık. Doğal olarak da gerçek mesajları tavsiyeleri anlayamadık. Heba oldu bir ömür vesselam.”

1.Yaşlı:“Yalan girer, iman çıkar dedi dinimiz. Biz önce kendimizi sonra esnaflık yapacağız diye başkalarını sözde kandırmaya çalıştık. Ömür gitti. Takke düştü, kel göründü. Yalanı kısacık ömrüne ilke edinenlerin arkasından gittik. Yalan bize daha bir hoş geldiğinden daha cazip geldi herhalde. Hoş belli yaştan sonra insan yalan söyleme yaşını geçmiş oluyor. Yalan söylesen de gerçek güneş gibi parlıyor. Yalan sönüyor. Yalan günü geçirme aracı sadece.”

2.Yaşlı: “Düşünüyorum da bir toplumu yok eden en kötü huy yalanın adet edinilmesi. Yalan söylemeden hiçbir suçun işlenebilme ihtimali var mı? Kesinlikle yok. İşin kötü tarafı yalan söylemeden siyaset yapmanın ne derece zor olduğu. Özellikle bu ülkede.”

1.Yaşlı: “Yani dükkânını bir yalancıya teslim edebilir misin? Ya da yalan söylediğini bildiğin halde ticaret yaptığın adama saygı duyabilir misin? Önemli bir prensiptir; İlk kez beni kandırıyorsan sen suçlusun ancak beni ikinci kez kandırıyorsan artık, suç sende değil bendedir. Ticarette kandırılıyorsan bu işi yapamazsın. Yapamadığın işi yapmayacaksın. Ders alacaksın. Yaşadığın her olay, bir tecrübe aynı zamanda bir derstir de aynı zamanda”

2.Yaşlı: “Çok doğru söyledin, azizim. Bir baba, ata, çocuğunun helak olmasını ister mi, hiç? Bu konuda bir hikâye vardır. Anlatırlar; Bir gün bir adamdan düşmanları yapamayacağı bir şey istiyorlar. İki binanın arasına balkonları arasında bir urgan bağlıyorlar. Diyorlar ki, kurtuluşunun tek bir çaresi var karşı balkona kadar ip üzerinde yürüyeceksin. Bir adamın ip cambazı olsa dahi zorlanacağı şartları görünce adam kendi kendine düşünüyor ve “tereddütsüz; öyle olsa öleceğim böyle beni vurun daha iyi“ diyor. Bunun üzerine adamın on yaşındaki oğlunu getirip, “karşıya geç, yoksa oğlun ölür” Adam kıyamıyor yavrusuna ve soruyor derhal; “bina kaç katlı” Yani kendisi için almak istemediği riski evladı için almak için tereddüt etmiyor. Buna rağmen nasıl oluyor da biz insanlar, çocuklarının gelecekte helak olmasına neden olacak her şeye evet diyebiliyor, anlamak mümkün değil.”

1. Yaşlı: “Her şeyin başı eğitim kardeşim. Ama nasıl bir eğitim? Farz-ı misal bir öğrenci, ilkokula gitti. Sonra ortaokula, sonra da liseye. Liseyi bitirmiş bir öğrenci varsayalım ki, trafik dersi aldı. Trafik kurallarını öğrenmiş olmalıdır.”

2.Yaşlı:“Kuralları biliyor olmak, kurallara uymuyorsa bir anlam ifade etmez. Aksi takdirde sadece kitaplardaki bilgiler bir süreliğine çocuğun hafızasına yerleştiriliyor, sonra ise bilgilerin herhangi bir kalıcılığı olmaksızın derhal geri siliniyor. Bu durumda, öğretmene ödenen maaş, öğrencinin zamanı boşa geçirilmiş oluyor. Trafik dersini alan bir kişiden göstermesi gereken davranışların gerçek hayatta ne kadarını gösterdiğini kimse sorgulamıyor. Hâlbuki basit bir trafik kazasını ele alalım. Birincisi, kazadan dolayı yitirilen zaman var. İki araba birbirine hafif çarpsa ve de içinde sadece birer şoför olsa tutanak tutulacak, kişiler arasında anlaşma sağlanamazsa trafik polisi çağrılacak. Eğer bu kazayı yapan kişiler herhangi bir işyerinde çalışıyorlarsa, işten güçten kayıp olacak. Trafik kazası sonucunda ortaya çıkan masraflar sigortadan dahi ödenmiş olsa bile neticede hiç uğruna heba olan emek var. Bu kazada kaybedilen her emek ve para aslında kesinlikle kayıptır. Bu kayıp ise aslında “israftır.” İsraf ise her dinde onaylanacak bir şey değildir. İslam dinine göre ise, bu fiil kesinlikle haramdır. En büyük israf ise ömürden yapılan israftır. Konuşmak dahi iyi bir amaca hizmet etmezse kullanılan kelimeler dahi giden ömürdendir. Ne derler; dil konuştukça ya iyi kelam söylemeli, ya da susmalıdır. Kötüyü defalarca söylemenin, söyletmenin haykırmanın kime, neye faydası var? Gerçi nice güzel mesajları, ayetlerden okuyoruz. Lakin genellikle ne anlam ifade ettiğinden bihaberiz. Bu da gerçek mesajları özümsememize engel oluyor.”

1.Yaşlı: “Çok güzel söyledin, lakin bu dahi bir hasbihal oldu. Eleştiri olarak kabul etmeyin ama senin söylediğin tavsiyelerin çok güzel. Ancak ben harfiyen aynı şekilde düşünüyorum. Keşke yanımızda nasihat edebileceğimiz genç insanlar olsaydı. Bu dolu bardağın dolu bardağı doldurması gibi oldu. Ama biz de böyle bir milletiz. İki kişi bir araya gelince önce vatan, kurtarıyor “ben olsaydım” diye başlıyoruz. Bazen de bilen ve inanan insanlara anlatıp ikna olmuş insanları ikna etmeye çalışıyoruz. Adam Cuma günü zaten camiye gidiyor. Cuma namazına giden insana İslam dinini anlatmaktan kolay ne var? Zaten insanlar, sus-pus olmuşalar huşu içinde Allah’ın huzuruna gelmişler. Saygıda kusur etmiyor, huşu içinde dinliyorlar. İtiraz ya da fikir beyan etmiyorlar. Kimisi bildiği şeyi defalarca tekrar dinlemiş oluyor, kayıp –kazanç açısından değerlendirildiğinde Allah’ın emirlerini ayetlerini tekrar dinlemek çok güzel. Ancak ilaç hastaya verilir, yemek aç olana verilir. Aşı yapılırken anaç ağaca yapılır. Aşılı ağaca aşı tercih edilmez. Hiç bahçede elma armut ağacına tekrar aşı yapan kimse gördünüz mü?  Aşı öncelikle aşılanmamış ağaçlara yapılır. Din dahi kuralları bilmeyenleri, kurallara uymayanları, aydınlatsa daha güzel olmaz mı? Söz gelimi zina yapan birine zinanın haram olduğunu, ilerde topluma kişilerin kendilerine, geleceğine, çocuklarına zarar verme kapasitesi dini ve kurallarına hâkim uzmanlarca verilmesi uygun olmaz mı? Hırsızlık keza aynı şekilde. Adam hayatında bir kez dahi hırsızlık yapmamış, ancak ellinci defa hırsızlığın haram olduğunu dinliyorsa, doğal olarak sıkılacaktır. Hâlbuki tam da aynı zamanda camiye gelen müminin ya evi soyuluyor, ya da ayakkabısı ayakkabılıktan çalınıyor. Bu durumda mesaj kime ne şekilde etki etti? Bu dahi bir kayıp değil midir?”

2. Yaşlı: “Pek doğru güzel söylüyorsun azizim. Bu durumda ben de bir ders çıkarmam gerek. İhtiyaç sahibine ihsanda bulunmak güzeldir. Yapılan her iş; amacına ulaşmışsa güzel olur. Hedefe atılan ok hedefi vurmazsa hedefe atılmamış gibidir. Şayet ok atmanın amacı eğitim veya korkutmak değilse. Ya da bir deney. Öyle ya bir buluşu gerçekleştirmek için onlarca veya yüzlerce belki de binlerce deney gerekir. Tabi bunları aynı şekilde değerlendiremeyiz”

Konuyu tekrar eğitime getirirsek, eğitim ister dini, isterse milli türü ne olursa olsun. Birincisi gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaşmak önemlidir. İnsanın yeteneklerini geliştirecek gerçek uzmanları tespit etmek önemlidir. Yakın ve uzak hedefleri net olarak ortaya koymak önemlidir. Yerellik dahi önemlidir. Bilirsiniz, her ülkenin insanları farklı farklı olur. Hatta iklimleri dahi farklı olur. İnsanı, insanla insanı doğayla barıştırmak önemlidir. Doğa yasalarına karşı gelen nice uluslar, kavimler en nihayetinde doğaya teslim olmadılar mı? Doğanın yasalarına karşı gelmek, insanın hem doğasına hem kendisine hem de insan geleceğine yapılacak en büyük ihanet olsa gerektir”

1. Yaşlı: “Bilgi, kule yapmaya benzer. Bizim mesleğe ilk başladığımız zamanları hatırla, ne çok şey öğrendik. Her gün de öğreniyoruz. Öğrendiklerimizi üst üste koysak, ileride belki de faydalanılacak bir eser dahi meydana getirebiliriz. Bilgi uluslararasıdır. Değerli bilgi ise daima millidir. Sırdır. Sırlara ulaşmak ise hakikaten zordur. Çömlekçi hikâyesi vardır: Bir zamanlar bir çömlekçi varmış. Çömlek yapar, kıt kanaat geçinir gidermiş. Bir gün dükkânına bir kadıncağız gelmiş. Kadın: Beyim bu benim oğlum, babası yıllar önce vefat etti. Ben de kıt kanaat büyütmeye çalıştım oğlumu. Lakin şimdi büyüdü. Elinin bir iş tutması bir zanaat öğrenmesi gerek.  Oğlum size çıraklık ediversin de bir meslek sahibi oluversin. Çömlekçi olur dedi, ne de olsa bir yetimi hem himaye ederek sevaba girecek hem de yardımcıya da ihtiyacı vardı. Çocuğa atölyeyi tanıttı. Ona iş kıyafetleri temin ederek, yapması gereken işleri anlatarak “hadi hayırlı olsun” diyerek işinin başına döndü. Çocuk düzenli olarak işe gelip gidiyordu. İkinci hafta olmuştu ki, çocuk gelmemeye başladı. Çömlekçi ustası ilk gün belki hastadır ondan gelmemiştir diye düşündü. İkinci ve üçüncü gün de gelmeyince, usta kalktı, çocuğun evine gitti. Belki bir yardıma ihtiyaçları vardır. Kapıyı çaldı. Kapıyı çocuğun annesi açtı. “Oğlunuz işe gelmiyor, üç gündür. Bir rahatsızlığı mı vardı?”  Kadın : “yoo” dedi. Çömlekçi ustası: “E o zaman bir hatamı yapmışım ki? Bilmeyerek bir hata mı yapmışım. “ “Yok” dedi, kadın. Benim oğlum artık işi öğrendi, bundan sonra sana çalışmayacak. Kendi çömlekçi dükkânını açacak.” Usta şaşırdı. “Nasıl olur” dedi. Kadın: “sizin yaptığınız işte ne var ki? Çamuru alıyorsunuz, kalıba yerleştiriyorsunuz. Çeviriyorsunuz, sonra kalıbın şeklini alan hamuru fırında pişiriyorsunuz”  Adam şaşırdı: “ Vay çakal, kendi öğrendiği yetmezmiş gibi, annesine de öğretmiş”Bilgi, hop diye gökten zembille düşmez. Bilgi için çok çalışmak gerek. Ne der dinimiz: “İlim Çin’de de olsa alınız.”  Dolayısıyla bilgi, yereldir. Millidir. Çoğu zaman da sırdır. Orta Çağ ve öncesindeki mason hareketi de bina yapıcılarının bilgilerini, sır olarak saklamalarından doğmamış mıydı?” Sözümüz güzel, muhabbet de hoş. Ancak evdekiler bekler azizim. Allah ömür verir yine sohbet ederiz.”

2. Yaşlı: “Haklısın azizim, evdekilerin de üzerimizde hakları var. Arkadaş hakkı, hanım hakkı, Han-ım hakkı. Üzerimizde onların da emekleri var”

Çaylarını bitiren iki ihtiyar, evde kendilerini bekleyen ev halkını fazla da bekletmemek için bir yandan sabırsızlanıyorlar, diğer taraftan da biraz daha sohbet etmeyi istiyorlardı. Neticede ihtiyarlık, güngörmüş insanlar açısından daldan düşen sarı yapraklar gibidir. Daldan ne zaman düşeceğine ya şiddetli bir yağmur, ya da bir rüzgâr o da olmazsa ağacı kimi zaman sallayacak afacan bir çocuk yaramaz bir “çelik” kanatlı kuşun kanat rüzgârlarından etkilenen imi zaman yemyeşil, kimi zaman da zaten gözü toprakta olan sarı yaprakları gitmesi gereken yere bir an önce ulaştırıyor, daldan düşürüyor hayattan koparıyordu, birer ikişer. Bu bilinçle ihtiyarlar yavaş hareketlerle yerlerinden kalkarak helalleşip evlerinin yolunu tuttular.

 

 

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..