Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mayıs '16

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Büyük Hun İmparatoru Atilla ‘Ben ve milletim Tanrı'nın kırbacıyız."

Büyük Hun İmparatoru Atilla  ‘Ben ve milletim Tanrı'nın kırbacıyız."
 

AYASOFYA7DA GECE BULUŞMASI-NAZAN ŞARA ŞATANA- BÜYÜK HUN İMPARATORU ATİLLA


‘Ben ve milletim Tanrı'nın Kırbacıyız.

Tanrı yoldan çıkan milletleri cezalandırmak için bizi gönderir!’

AYASOFYA’DA GECE BULUŞMASI

KİTABIMDAN

Yaşanmışlıklar gözlerinin önünden gittiğinde, büyük otağdan Atilla’nın çıktığını gördü.

Gözlerine inanamadı. Yaşanmışlığını hatırlamıştı, oysa şimdi bir gördüğü tüm düşündüklerini yok etti. ‘puf’ uçup gittiler. Ne Asu ile Cenk’in anlattıkları aklında kalmıştı, ne rüyası ne Asrın’ın onu tesellisi ne de Atilla hakkında okuduğu tüm bilgileri. Yoktu. Başının içi boşalmıştı sanki…

Onu görüyordu.

Bozkır kültürü içinde, Büyük Hun İmparatoru Atilla karşısındaydı.

Elini beline koymuştu genç adam etrafına bakıyordu. Birini arıyor gibi bakıyordu. Bizanslı tarihçi onu gerçekten görmüş olmalıydı. Onun tarif ettiği gibiydi. Kısa boyluydu, omuzları genişti. Burnu yassıydı. Sakalı vardı. Teni bronz rengindeydi.

Diğerlerinden farklı değildi üstündekiler. Bunun farkı gözleriydi. Şahin gibi bakıyordu. Ürküten bir bakışı vardı. Onun tarihe imza atmış sözlerini hatırladı.


‘Ben ve milletim Tanrı'nın Kırbacıyız. Tanrı yoldan çıkan milletleri cezalandırmak için bizi gönderir!’


Gözlerine inanamıyordu. Bu adam Tuna kıyılarından Çin seddine kadar uzanan bir İmparatorluğun başındaki adamdı. Onun 750 bin kişilik ordusu varmış diye yazar tarihçiler. Yine derler ki; O kadar çok şehri aldı ki, Kuzey İtalya'yı ezip geçti.

Tüm Avrupa ondan korktu. Hem ne korkmak! Nerede ise tüm dünyaya hâkim olacaktı. O Roma’yı iyi bilenlerdendi. O Roma’da gençliğini geçirmişti. Bir çeşit barış rehini olmuştu o zamanlar. Onun içindir ki onları çok iyi tanırdı. Latince bilirdi. Onun hedefi Doğu Roma’ydı. Bizans üstüne yürüdü ve vergiye bağladı. Bir süre sonra vergi ödenmeyince onları bu hareketlerinden dolayı perişan etti.

Bu adam, bu büyük imparator karşısındaydı. Hatta döndü, sanki onu gördü. Ona doğru gelmeye başladı.

‘Gelmesin ne olur gelmesin’ diyordu ama nafile! Geliyordu. Huriye hiç kıpırdamadı. Adam yaklaşıyordu.

‘Beni görmeyecek nasıl olsa?’ diyordu. Atilla yaklaştı, yaklaştı. Önünde durdu. Ona bakıyordu. Gözlerini gözlerine dikmiş ona bakıyordu. Oda hareket etmiyordu. Sonra Huriye’ye elini uzattı.

‘Güzel hatun burada oturmayın, benimle otağıma gelin.’

Huriye, Atilla’nın elini tuttu. Ayağa kalktı. Ne garipti! Bu adam onun yanında çok kısa kalması gerekirken kısa değildi. Bu adamın korkunç biri olması gerekirken korkunçta değildi.  Üstelik ondan korkmuyordu.

Büyük çadırdan içeri girdiklerinde, ortada yanan büyük ateşin etrafındaki minderleri işaret etti.

“Buyurun, oturun.”

Huriye hemen bir mindere oturdu. O da karşısına oturdu.

“Uzaklardan gelmişsen belli…”

Huriye, cevap veremedi, sadece baktı.

“Korkma bizde kadın önemlidir. Korkma bizler kadınlara saygı duyarız. Bizim hatunlarımız başımızın tacıdır. Biz devleti bile yönetirken hatunlarımız varsa yanımıza alırız. Biz hatunun önemini biliriz ve deriz ki, cengâverleri hatunlar doğurur, biz biliriz ki hatunlar akıllıdır, fikirlidir. Erkekleri severler ve yön verirler. Onlar tanrının bizlere hediyeleridir. Sen korkma. Sana at sütü ikram edeceğim.”

Huriye başı ile ‘olur’ işareti yaptı.

Atilla hemen yanındaki sürahiden iki bardağa at sütü koydu, Huriye’ye uzattı. Huriye süt sevmezdi. İtiraz etmedi, içti. Çok lezzetliydi, çok lezizdi. Hiç ara vermeden bütün sütü içti. Sonra Huriye’nin gözlerinin içine bakarak konuştu.

“Sen neden geldin?”

“Ben yazarım, Ayasofya’yı yazıyorum. Oradaydım, dışarı çıktım şimdi Ayasofya yok oldu.”

“Burada o dediğinden yok. Burası benim yerim. Benim çadırlarım bunlar.”

“Hatırladım zaten, Ayasofya’nın arazisinde ilk önceler siz varmışsınız.”

Atilla ona dikkatli bakıyordu.

“Sen nerelisin?”

“Benim babam Dağıstanlı. Biz Kafkasyalıyız.”

“Maşallah. Belli, kan çekti.”

Huriye ne olursa olsun aklındakini soracaktı.

‘Diğerleri göremedi beni ama siz beni gördünüz.”

“Bizler görürüz. Bizler neleri görürüz bir bilsen! Biz ondan büyüğüz, biz onan seçilmişiz! Benim babam Muncuk Handır. Ben Büyük Hun İmparatoru Mete’nin 19. Kuşaktan torunuyum. Onlarda seçilmişlerdendi…”

“Vay maşallah.”

“Ne güzel söyledin.”

“Sağ olun. Size tanrının Kırbacı, Tanrının kılıcı demişler.”

“Desinler. Ben kötülerin karşısındayım. Günahları o kadar çok ki! ”

“Sizin söylediğiniz bir şey var ki, çok etkilendim.”

“Nedir o?”

“Ben ve milletim Tanrı'nın Kırbacıyız. Tanrı yoldan çıkan milletleri cezalandırmak için bizi gönderir!”

“Ben söyledim ve doğrudur.”

“Siz tarihte bir efsanesiniz. Siz insanları korkutmuşsunuz ama size hayranlık da duyulmuş. Sizin zekânız hep tartışılmış. Siz etrafınıza dehşet saçmışsınız ama aynı zamanda bilime ve sanata çok önem vermişsiniz. Siz aynı Fatih Sultan Mehmet Han gibisiniz.”

Atilla hiç yorum yapmadı. Dinlemeye devam etti. Huriye’nin şaşırdığı bir şey oldu. Atilla, Fatih Sultan Mehmet Han ‘kim’ diye sormadı.

Sadece dinledi. Huriye devam etti.

“Sanatçılar sizden ilham aldı. Ressamlar resimlerinizi yaptı, yazarlar sizinle ilgili romanlar yazdı. Tarihçilerin en çok üstünde durduğu devlet adamlarındansınız. Sizin için ünlü müzisyen Verdi bile ‘Atilla’ adlı opera besteledi. Sizinle ilgili o kadar çok film yapıldı ki.”

 

Atilla hiç konuşmadan onu dinliyordu. Huriye onun gözlerine bakmakta zorlanıyordu. Hatırladığı bir şey vardı. Onun gözlerine oğulları bile bakamazken o nasıl bakacaktı ki? O bütün Avrupa’yı titretmiş biriydi. Şimdi karşısındaki minderde oturmuş bu adam için ‘İlahi, tanrısal bir güce sahipti’ denilmişti. Dünya tarihin en büyük ordu komutanı olmakla kalmamış en büyük devlet kurucusu da olmuştu. Onun olağan üstü güçlü olduğunu yazıyordu tarihçiler. Hunlar ona bir çeşit aşkla bağlıydılar. Onu bir tanrı gibi görüyorlardı. O çevresindekilere çok önem veren biriydi. Özellikle okumuş insanlara hayranlık duyar onlardan yararlanır, önemli mevkilere getirirdi. Oda feth ettiği şehirlerdeki sanat eserlerine elletmezmiş. Avlanmayı severmiş.

“İstanbul’a kadar geldiniz, işte buradasınız. Biraz ileride Bizans var Neden Bizans’ı almadınız, almıyorsunuz?”

“Almamam gerekliymiş.”

Almamasının da bir nedeni vardır diye düşündü. Bir yerde okumuştu. Atilla falcılara çok inanırdı. Acaba falcılar mı ona alma demişlerdi. O ilk posta teşkilatını da kurmuştu. Sonra aklına kadınlar geldi. Atilla biraz önce ‘hatunlar bizim için önemlidir demişti.’ Soracaktı.

“Sizin büyük aşkınız Arıkan’mıydı?”

“Sen benim hakkımda çok şey biliyorsun.”

“Sadece ben değil dünya biliyor.”

Sonra sorduğu soru kendini rahatsız etti. Çünkü Atilla son evlendiği kızın yanında gerdek gecesinde ölmüştü.

 

NAZAN ŞARA ŞATANA

 

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....