Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Haziran '18

 
Kategori
Öykü
 

Büyükler İçin Öyküler; 'Çirkin Ördek Yavrusu'

Büyükler İçin Öyküler; 'Çirkin Ördek Yavrusu'
 

'Kıştan sonra her zaman ilkbahar gelir.'
Genç ruhun kesilmesi, biçilmesi, doğranması zamana ve yere ait bir konu değildir. Kaybolmuş ve ihmal edilmiş çocukların, erişkinlerin ve yaşlıların ruh ve tinlerinin kötüye kullanılması, romantik idealleştirmelerle küçümsenecek bir konu değildir. Küçük çocukların ıstırabı, ruhsal benliğin ıstırabı söz konusu olduğunda öyküler, masallar, mitler ve arketipler insanların birbirlerine bilerek verdikleri zararla ilgili gerçeklerin açığa çıkarılmasında psikoloji biliminden önce gelir.
 
ÇİRKİN ÖRDEK YAVRUSU
'Hasat zamanı yaklaşmıştı. Yaşlı kadınlar ekin demetlerinden yeşil oyuncak bebekler yapıyorlardı. Yaşlı erkekler yorganları onarıyordu. Kız çocukları, beyaz elbiselerini kan kırmızı çiçeklerle süslüyorlardı. Oğlan çocukları, altın renkli samanları savururken şarkılar söylüyorlardı. Kadınlar, gelen kış için kalın kazaklar örüyorlardı. Erkekler, tarlaların verdiği ürünlerin kazılıp sürülmesine, kesilip çapalanmasına yardım ediyorlardı. Rüzgar, yaprakları her gün biraz daha gevşetmeye yeni yeni başlıyordu. Ve nehrin aşağısında bir anne ördek, yumurtalarla dolu yuvasının üstünde kuluçkaya yatmıştı. 
 
Her şey, bu anne ördek için olması gerektiği gibi gidiyordu ve sonunda yumurtaları birer birer titreyip sarsılmaya başladı, kabukları çatladı ve bütün yeni yavruları sendeleyerek dışarı çıktı. Ama bir yumurta kırılmadan kalmıştı Bu çok büyük bir yumurtaydı. Orada, öylece bir taş gibi duruyordu. Yaşlı bir ördek oradan geçiyordu. ''Bu bir hindi yumurtası'' dedi, yaşlı ördek. ''Hiç de uygun bir yumurta türü değil, biliyorsun. Bir hindiyi suya sokamazsın.'' O biliyordu, çünkü denemişti. Nihayetinde büyük yumurta da sallanmaya başladı, sonunda kırıldı ve kocaman, cildi kıvrımlı kırmızı ve mavi çizgili damarlarla dolu, ayağı soluk mor renkli, gözleri açık pembe bir yavru çıktı içinden.
 
Anne ördek, başını kaldırıp boynunu uzattı ve dikkatle ona baktı. Yapabileceği bir şey yoktu, çirkin olduğu belliydi. ''Belki gerçekten de bir hindidir'' diye endişesini dile getirdi. Ama çirkin ördek yavrusu, diğer yavrularla birlikte suya indiğinde anne ördek, doğru düzgün yüzdüğünü gördü. ''Evet, çok tuhaf görünse de o da benimkilerden biri. Üstelik ışıkta bakıldığında yakışıklı bile sayılabilir'' dedi. Böylece, onu çiftliğin avlusundaki diğer yaratıklara tanıttı ama onunla henüz tanışmamış olan başka bir ördek, avluyu koşarak geçti ve çirkin ördek yavrusunu tam ensesinden ısırdı. Anne ördek bağırdı. Ama zorba hızlı hızlı konuştu; ''tamam da çok tuhaf ve çirkin görünüyor. Biraz itilip kakılması gerek '' Ve bacağında kırmızı bir çaput olan kraliçe ördek, ''Çok çirkin bir şey, kesinlikle bir hata olmalı'' dedi. ''O, bir hata değil, yakında güçlü olacak, sadece yumurtada uzun kaldı, buna rağmen biçimsiz değil. Öyle olsa bile düzelecek, göreceksiniz'' dedi. Çirkin ördek yavrusunun tüylerini yalayarak düzeltti. Ama diğerleri çirkin ördek yavrusunun canını sıkmak için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Üstüne pike yaptılar, ısırdılar, tısladılar, bağırıp çağırdılar. Zaman geçtikçe ona verdikleri eziyet iyice arttı. Saklandı, kaçtı ama kurtulamadı. Ördek yavrusu, bu duruma düşen her yaratık gibi perişan bir haldeydi.
 
Önceleri annesi onu savunuyordu ama sonra o bile yorgun düştü ve kızgınlıkla bağırdı; ''keşke hemen defolup gitsen.'' Böylece çirkin ördek yavrusu kaçarak uzaklaştı. Tüylerinin çoğu yolunmuş, son derece bakımsız bir görünümde bir bataklığa ulaşana kadar koştu, koştu, koştu. Orada boynunu uzatarak suyun kıyısına yattı, üzgündü. Ve ara sıra sudan küçük yudumlar içti. Sazların arkasında iki erkek kaz onu izliyordu. Gençtiler ve son derece gürbüz görünüyorlardı. ''Hey, sen çirkin ördek'' diye kıs kıs güldüler. Ansızın silah sesleri çınladı, erkek kazlar bir patlama sesiyle yere kapaklandılar ve bataklık suyu onların kanlarıyla kırmızıya boyandı. Çirkin ördek yavrusu saklanmak için suya daldı. Her taraf silah sesleri, duman ve köpek havlamalarıyla doldu.
 
Sonunda bataklık sakinleşti ve ördek yavrusu koşarak kaçabildiği kadar uzaklara kaçtı. Gece inerken berbat bir mezbeleye geldi. Kapı, bir iple tutturulmuştu ve duvar gediklerle kaplıydı. Burada kedisi ve şaşı tavuğuyla birlikte yaşlı ve pasaklı bir kadın yaşıyordu. Yaşlı kadın, bir ördek bulduğu için kendini şanslı hissetti. ‘Belki, yumurtlar’ diye düşündü. Eğer yumurtlamazsa onu öldürüp yiyebilirdi. Böylece, ördek oraya yerleşti ama bu kez de ona '' yumurtlayamıyorsan ve bir şey yakalayamıyorsan sen ne işe yararsın?'' diye soran kedi ve tavuğun eziyetlerine maruz kaldı. Sonunda ördek yavrusu, orada huzur bulamayacağını anladı ve başka bir yer bulmak üzere oradan ayrıldı.
 
Giderken bir gölcüğe rastladı. Yüzerken hava gitgide soğudu. Başının üzerinde bir sürü uçuyordu. Bunlar bu güne kadar gördüğü en güzel yaratıklardı. Aşağı bakıp ona seslendiler. Onların sesini duymak yüreğini parçaladı. Daha önce hiç çıkarmadığı bir ses çıkararak yanıtladı. Kendini hiç bu kadar terk edilmiş hissetmemişti! Görüş alanından çıkana kadar onları izlemek için suyun içinde döndü durdu, sonra gölün dibine daldı ve oraya büzülüp kaldı. Kendisini kaybetmişti, çünkü bu büyük beyaz kuşlara umutsuz bir sevgi duymuştu, anlam veremediği bir sevgi.
 
Daha soğuk bir rüzgar esmeye başladı, giderek sertleşti, kar yağdı, her yer buz kesti. Yaşlı adamlar, süt kovalarındaki buzu kırdılar ve yaşlı kadınlar, geceye uzun uzun yün eğirerek girdiler. Anneler, mum ışığında çocuklarını doyurdular, erkekler, gece yarısı beyaz göklerin altında koyun aradılar. Genç erkekler, süt sağmaya gitmek için bellerine kadar kara gömüldüler ve kızlar, yemek pişirirlerken ateşin alevlerinde yakışıklı genç erkeklerin yüzlerini gördüklerini hayal ettiler. Ve aşağılarda, yakındaki bir gölcükte ördek yavrusunun buzda kendine bir yer açmak için daireler şeklinde giderek daha hızlı yüzmesi gerekti. Bir sabah ördek yavrusu, kendini buzun üstünde kaskatı kesilmiş halde buldu. O zaman öleceğini düşündü. İki yaban ördeği uçarak aşağı indi. Ördeği uzun uzun incelediler. ''Çirkinsin'' diye gürlediler. Ve uçarak uzaklaştılar.
 
Şans eseri oradan bir çiftçi geçiyordu. Buzu sopasıyla kırarak ördek yavrusunu kurtardı. Onu kucağına aldı ve ceketinin altına sokarak eve götürdü. Çiftçinin evinde çocuklar, ördeğe doğru uzandılar ama o korkmuştu. Yukarıya, çatı kirişlerine doğru uçtu ve bütün tozları tereyağının üstüne düşürdü. Oradan, süt kabının içine daldı, tamamen ıslanmış ve sersemlemiş bir halde dışarı çıkmaya uğraşırken un fıçısına yuvarlandı. Çiftçinin karısı süpürgesiyle onu kovalarken çocuklar da kahkahalarla çığlık attılar. 
Ördek yavrusu, kanat çırparak kedinin kapısından geçti ve sonra da dışarı çıktı. Yarı baygın bir halde karların üstüne uzandı. Oradan başka gölcüğe, sonra bir başka eve, bir başka gölcüğe, bir başka eve kadar çırpınıp durdu. Bütün kış böyle geçti, hayatla ölüm arasında gidip geldi. Neyse ki ilkbaharın nazik soluğu geri geldi. Yaşlı kadınlar, kuş tüyü yatakları dışarı çıkarıp çırptılar. Yaşlı erkekler, uzun iç çamaşırlarını çıkardılar. Babalar, yıldızlı gökyüzü altında avlularında volta atarken, geceye yeni bebekler geldi. Gündüzleri genç kızlar, saçlarına çiçekler taktılar. Genç erkekler kızların ayak bileklerini incelediler. Ve yakındaki bir gölcükte su giderek ısındı ve orada yüzmekte olan çirkin ördek yavrusu, kanatlarını uzatarak gerindi. Kanatları ne kadar güçlü ve kocamandı. Onu yerden çok yükseklere çıkardı. Meyve bahçelerini, doğanın tüm yavrularının yumurtadan çıkışlarını, çiftçilerin toprağı sürüşlerini havadan gördü. Üç kuğunun gölcükte tıpış tıpış yürümelerini de. Bunlar önceki sonbaharda gördüğü güzel yaratıkların aynısıydı. Kalbinin ne denli acıdığını hatırladı. Kendini onlara katılmaktan alıkoyamadı. Aşağıya doğru süzülüp gölcüğün üzerine kondu, ''ya benden hoşlanmazlarsa'' diye düşündü. Kalbi hop hop atıyordu. Görür görmez kuğular, ona doğru yüzmeye başladılar. ''Hiç kuşku yok, sonum geldi'' diye düşündü. Avcılar, çiftçiler, ördekler değil bu güzel hayvanlar tarafından öldürülmeyi tercih ederdi. Ve darbeyi bekleyerek boynunu eğdi. Ama o da ne! Sudaki yansımasından her şeyiyle bir kuğu gördü. Kar gibi tüyleri, çakal eriği gibi gözleri, ve diğer her şeyiyle bir kuğu. Çirkin ördek yavrusu, önce kendini tanıyamadı, çünkü o tıpatıp o çok beğendiği, güzel yabancılara benziyordu.
 
Ve en nihayetinde onlardan biri olduğunu anladı. Belli ki yumurtası bir ördek ailesinin içine yuvarlanmıştı. Ve hayatında ilk kez kendi türünden olanlar yanına geldiler, ona kanatlarının ucuyla zarifçe ve sevgiyle dokundular. Gagalarıyla onun tüylerini düzelttiler ve selamlayarak etrafında yüzüp durdular. Ve ekmek parçalarıyla kuğuları beslemeye gelen çocuklar bağrıştılar; ''Yeni bir tane daha var'' Ve tüm çocukların yaptığı gibi herkese anlatmak için koştular. Ve yaşlı kadınlar suya indiler, uzun gümüş saçlarını ördüler. Genç erkekler, derin yeşil suyu avuçlarına alıp genç kızlara fırlattılar. Erkekler, işlerini sadece temiz havayı içlerine çekmek için bıraktılar. Ve yaşlı adamlar, hayatın ne kadar kısa olduğuna dair öyküler anlattılar. 
 
Ve hayat ve tutku ve zaman geçip gittiğinden hepsi dans ederek uzaklaştılar, genç erkekler, genç kadınlar hepsi dans ederek uzaklaştılar. Ve yaşlı olanlar, kocalar, karılar hepsi dans ederek uzaklaştılar. Çocuklar ve kuğular dans ederek uzaklaştılar. Ve nehrin aşağılarında bir anne ördek, yumurtalarla dolu yuvasının üstünde kuluçkaya yattı. ' *
 
YORUM:
Toplumdan dışlanma sorunu, çok eski bir sorundur. ‘Çirkin ördek yavrusu’ teması evrenseldir. Dışlanmaya dair tüm öyküler gibi ona aynı anlam çekirdeğini verir. Öyküdeki ördek yavrusu, vahşi doğanın simgesidir. Bu doğanın özelliği, zor koşullarda yetiştirilmeye zorlandığında, ne olursa olsun içgüdüsel olarak devam etmeye çalışmasıdır. Vahşi doğa, içgüdüsel bir sezgiyle bekler ve direnir. Devam etmek ve dayanmak en büyük güçlerden biridir. 
 
Öykünün diğer önemli boyutu şudur; Bir kişinin gerek içgüdüsel, gerek tinsel benlik olan kendine özgü ruh hali, psişik bir onay ve kabullenmeyle çevrildiğinde, o kişi daha önce hiç olmayan bir canlılık ve güç hisseder. Ruhsal Benlik, kabul edilmekle, görülmekle serpilip gelişir. Kendi gerçek psişik ailesini arayıp bulma, kişiye canlılık ve aidiyet hissi verir. İnsan, kendisi olma ve nereye ait olduğunu bulma konusunda güç geliştirdiğinde dışardaki toplumu ve kültürel bilinci ustalıkla etkileyebilir.
 
Çirkin ördek yavrusu gerçekte çirkin değildir, diğerlerine benzemediği için çirkin kabul edilir. Anne ördek, önceleri kendi çocuğu olduğuna inandığı için onu savunmaya çalışır ama sonra duygusal bir bölünme yaşar ve çocuğa yabancılaşır. Kardeşleri ve toplumunun ona eziyet etmesi ördek yavrusunun kalbini kırar ve kendi kendini reddettiği bir aşamaya gelir. Bu korkunç bir şeydir. Aslında farklı olmaktan ve farklı görünmekten başka bir şey yapmamıştır. Henüz gelişiminin başlangıcında baş edilmesi güç bir psikolojik karmaşayla baş etmek zorunda bırakılmıştır.
 
Aile üyeleri, kendi gerekçeleri nedeniyle (tercihleri, masumiyetleri, yaraları, bünyeleri, zihinsel hastalıkları ya da eğitilmiş cehaletleriyle) bilinçdışıyla ilişkilerinde kendiliğindenlik açısından iyi değildirler. Ailenizin keyfini kaçırmak istemeseniz de ne olursa olsun keyifleri kaçacaktır. Onlar tutarlılık ve uyum beklerler. Tutarlılık ve uyum erken dönemde çocuğun göstereceği davranışlar olamazlar. Çocuğun kendini tanıma ve benliğine saygı duymaya, benliğinin gelişmesi için karşıdan destek ve rehberlik görmeye ihtiyacı vardır. Özellikle, güçlü bir içgüdüsel doğa sergileyen kız çocukları, çoğu zaman hayatlarının erken dönemlerinde epey bir acı çekerler. Bebeklerinden başlayarak teslim alınır, evcilleştirilir, hatalı ama hatasını kabul etmeyen, uygunsuz ve yetersiz kişiler olduklarına inandırılırlar. Meraklıdırlar, beceriklidirler ve çeşitli gariplikleri vardır, hayatlarının geri kalanında yaratıcılıklarının temelini oluşturacak garipliklerdir bunlar. Yaratıcı hayatın, ruhun besini ve suyu olduğu düşünülürse eğer bu temel gelişimin çok sancılı bir önemi vardır.
 
Genel olarak bir kişinin erken bir dönemde dışlanmasının nedeni, kendi hataları değildir. Bu durumu hızlandıran şeyler, yanlış anlama, cehaletin acımasızlığı ya da başkalarının bilerek yaptığı kötülüklerdir. O zaman psişenin temel benliği erken dönemde yaralanır. Kişi, bu negatif imgelerin doğru olduğuna inanabilir, zayıf, çirkin, kabul edilemez olduğuna, ne yaparsa yapsın bu durumun değişmeyeceğine inanmaya başlar. Kendine benzemeyen kişilerle ‘temelden uyumsuzluk’ yaşamıştır.
 
Kimi anababaların fantazisi, sahip olduğu her çocuğun mükemmel olacağı, yalnızca onların hal ve hareketlerini yansıtacağı yönündedir. Çocuk, anabasının yineleyen cerrahi girişimlerine maruz kalabilir. Çünkü çocuğu yeniden yaratmaya, ruhunun ondan istediği şeyleri değiştirmeye çalışırlar. Ruhu görmek istese de, çevresindeki kültür görmemeyi gerektirir. Ruhu gerçeği söylemek istese de, suskun kalmaya zorlanır. Çocuğun ne ruhu, ne de psişesi bu duruma uyum gösterebilir. Hangi otorite olduğu fark etmez ‘uygun’ olmaya zorlanmak, çocuğu uzaklaştırır, yeraltına iter ya da bir beslenme ve huzur yeri bulmak için uzun süre dolaşıp durmaya sevk eder. 
 
Kültür –görünüm, boy, dayanıklılık,şekil,güç toplama,ekonomi,mertlik,kadınsılık,iyi çocuk,iyi davranış,dinsel inanç- herhangi bir alandaki başarıyı ya da arzu edilen mükemmellik biçimini dar sınırlar içinde tanımladığında, kendini bu ölçütlere göre ayarlama gereği, o kültürün bütün üyelerinin psişelerinde içselleştirilir. Böylece toplumdan dışlanan vahşi doğanın sorunları içsel ve kişisel sorunlar ile dışsal ve kültürel sorunlar olarak ikiye katlanır. 
 
Ördek yavrusunun tam olarak içgüdüsü bütünüyle gelişmemiş olsa da, ihtiyaç duyduğu şeyi bulana kadar dolaşma içgüdüsü sağlamdır. İçgüdüleri güçlenmediği için deneme yanılma yoluyla öğrenir. İnsanın ait olmadığı yerde kalması, bir süre kaybolmuş bir şekilde dolaşıp durarak istediği ruhsal ve psişik akrabalığı aramasından daha kötüdür. Ancak burada bir tür patoloji daha vardır; iyice tanıdıktan sonra bile yanlış kapı çalınmaya devam edilir. Yanlış kapılar, kendinizi durmadan dışlanmış hissetmenize neden olanlardır. Bu duruma ‘sevgiyi hep yanlış yerlerde aramak’ denir. Dışlanmaktan kurtulmak için durmadan yinelenen takıntılı davranışlar (doyurucu olmayan, düşüşe neden olan bir davranışın tekrarı) daha çok zedelenmeye neden olurlar. Çünkü ilk yaralanmaya dikkat edilmemekte, her seferinde yeni yaralar alınmaktadır. Psişedeki ‘Vahşi Kadın’ bağlantısını koparan bu tür davranışlardır. Doğru ilaç için, ısrar etmek gerekir! Çünkü o, hayatı daha zayıf değil, daha güçlü kılacaktır.
 
Gölcüğün buzlarında donan ördek yavrusu gibi, arketipsel psikolide soğuk olmak, duyguların donması anlamına gelir. Bu sırada, hiçbir şey olamaz, hiçbir şey hareket edemez, hiçbir şey doğamaz. Bir insanın donması, kendine ve başkalarına bilerek duygusuzlaşması demektir. Bu bir tür kendini koruma mekanizmasıdır ve psişe için müşkül bir durumdur. Çünkü ruh, buz gibi olma haline değil, sıcaklığa yanıt verir. Buz gibi bir tutum yaratıcı işlevi kitler. Buz kırılmalı ve ruh, donmuş halden çıkarılmalıdır. Bunun yolu hareket etmektir. Bir şey hareket ediyorsa donmaz. Öyleyse hareket etmeye devam edin. Çünkü, yaşam, birçok fırsatla doludur. Vahşi doğanın bir vaadi vardır; ‘kıştan sonra, her zaman ilkbahar gelir.’
 
Olumsuz boyutları olsa da vahşi psişe, dışlanmaya katlanabilir. Tüm bu dönme deviniminde ve geriliminde yararlı bir şey vardır. Ördek yavrusunda bir şey tavlanmaktadır, güçlenmektedir. Ancak bunun tersi de olabilir. Batı Afrikalılar, bir çocuğa sadece sert davranmanın bile onun ruhunun bedeninden geri çekilmesine neden olduğunu bilirler; bu kimi zaman sadece bir metre öteye de olabilir, birkaç günlük yol uzaklığına da, bazen daha da çok uzaklara… Çocuğun içindeki ‘criatura’yı öldürmek çocuğu öldürmektir. Büyük yaralanmaların olduğu yerde, ruh sıvışır. 
 
Tüm kayıplara rağmen ruhsal kimliği sadece kötü zamanların kayıpları ve zaferleri üzerine inşa etmenin bir yararı yoktur. Devam etmek gerekir. Eğer serpilmeye ve gelişmeye doğru gitmeden sadece ‘hayatta kalan’ olmaya devam edersek, kendimizi kısıtlarız. Dünyada kendimize ayırdığımız gücü ve enerjiyi yarıdan aza indiririz. Bu durumda başka bir şey büyüyemez. Zamanın ötesinde hayatta kalan olmak, yaralanmış bir arketiple çok fazla özdeşleşmektir. Yarayı kavramak, onu anılaştırmak, tıkanmanın önünü açar. Kendinizi küçültmeyin, daraltmayın. Anlayışı kıt olanlar, uyumsuzların toplum üstünde yıkıcı etkileri olduğunu söylerler. Ama tarihler boyunca kanıtlanmıştır ki, farklı olmak toplumun kıyısında durmak demektir; özgün bir katkı demektir. Ve olur da rehberlik ararsanız, küçük yüreklilere kulak vermeyin, onlara karşı nazik olun ama onları dinlemeyin!
 
 
 
*Bu öykü ve yorum Clarissa P.Estes’in ‘Kurtlarla Koşan Kadınlar’ kitabından alınmıştır. Amaç, bilgiyi aktarmaktır. 
 
 
Toplam blog
: 118
: 631
Kayıt tarihi
: 07.10.13
 
 

İnsanın kendinden bahsetmesi meselesi benim için zor konuların başında gelir. Bu anlamda söyleneb..