Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Haziran '18

 
Kategori
Öykü
 

Büyükler İçin Öyküler; 'Bilge Vasalisa'

Büyükler İçin Öyküler; 'Bilge Vasalisa'
 

‘Gerçekleri koklayarak araştırıp bulmak’
Sezgi, bir kadının psişesinin hazinesidir. Bir kehanet aletine, onun aracılığıyla esrarengiz bir içsel görü yeteneği kazandığımız bir cam küreye benzer. Her zaman sizinle olan, size meselenin tam olarak ne olduğunu, tam olarak sola mı yoksa sağa mı gitmeniz gerektiğini söyleyen yaşlı bilge bir kadına benzer. O bir tür Bilen'dir.
 
Eski Rus masalı Vasalisa, bir kadının erginlenmesiyle ilgili bir öyküdür. Çoğu şeyin göründüğü gibi olmadığını anlatır. Olguları fark etmek için onları koklayarak sezgimizi ve içgüdülerimizi göreve çağırırız. Hayat/Ölüm/Hayat döngülerine dair yoğun bilgilere sahip olmak için bütün duyularımızı kullanırız. Erginlenmiş kadın böyle yapar.
 
Bir varmış, bir yokmuş diye başlayan masal ve öykülerin, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı dünyalarda geçtiği söylenir. Bu paradoksal cümle, dinleyicinin ruhunu uyarmayı amaçlar.  
 
BİLGE VASALİSA
‘Bir varmış, bir yokmuş; ölüm döşeğinde, yüzü, yakınındaki kilise sunağının beyaz mumdan yapılmış gülleri kadar solgun yatmakta olan genç bir anne varmış. Küçük kızı ve kocası, eski tahta yatağının başucuna oturmuş, öteki dünyada Tanrı’nın, ona doğru yolu göstermesi için dua ediyorlarmış.
 
Ölmekte olan anne, Vasalisa’ya seslenmiş. Kırmızı çizmeli, beyaz önlüklü küçük çocuk, annesinin yanına diz çökmüş. Anne, ‘’işte sana oyuncak bir bebek, tatlım’’ diye fısıldamış ve tüylü yatak örtüsünün altından, Vasalisa’nın kendi gibi kırmızı çizmeler, beyaz önlük, siyah etek, ve her tarafı işlemelerle kaplı bir yelek giymiş küçük bir oyuncak bebek çıkarmış. ‘’İşte, bunlar da son sözlerim, güzelim’’ demiş anne. ‘’Yolunu kaybedecek olursan ya da yardıma ihtiyaç duyarsan, ne yapacağını bu bebeğe sor. O, sana yardım edecektir. Bebeği hep yanında taşı. Kimseye ondan söz etme. Acıktığında besle. Bu, sana annen olarak verdiğim söz ve benim sana hayır duam, sevgili kızım’’ Bu arada soluğu, vücudunun derinlerine doğru çekilmiş, orada, ruhunu toparlayarak dudaklarının arasından çıkıvermiş ve anne ölmüş. 
 
Çocuk ve babası çok uzun süre yas tutmuşlar. Ama babanın hayat gülü de saban izlerinden tekrar yeşermiş ve iki kızı olan dul bir kadınla evlenmiş. Yeni üvey anne ve kızları nezaketle konuşup birbirlerine hanımefendiler gibi gülümseseler de, gülümsemelerinin arkasında Vasalisa’nın babasının algılamadığı düşmanca duygular varmış. Nitekim üç kadın, Vasalisa ile yalnız kaldıklarında ona eziyet ediyor, onu hizmet etmeye zorluyor, güzel cildi bozulsun diye ağaç kesmeye gönderiyorlarmış. Ondan nefret ediyorlarmış, çünkü onda öteki dünyalara ait bir şirinlik varmış. Çok da güzelmiş. Onların göğüsleri kötülükten küçülürken, onunkiler gitgide gürbüzleşiyormuş. Üvey anne ve kızkardeşler biraradayken, gece sakatat yığınına dalan sıçanlar gibi davranırken, Vasalisa her zaman yardımsevermiş ve hiç şikâyet etmezmiş.
 
Bir gün üvey anne ve kızları, sırf artık Vasalisa’ya dayanamadıkları için ‘’bir plan yapalım, ateşi söndürüp Vasalisa’yı ormana, Büyücü Baba Yaga’ya, ocağımız için ateş dilenmeye gönderelim. Yaşlı Baba Yaga, onu öldürüp yer’’ demişler. Hepsi birden el çırpmış ve karanlıkta yaşayan varlıklar gibi ciyaklamışlar. Ve böylece Vasalisa, o akşam odun toplamaktan eve geldiğinde, bütün evi karanlık bulmuş. Çok endişelenmiş ve üvey annesine sormuş. ‘’Ne oldu, neyle yemek pişireceğiz? Karanlığı aydınlatmak için ne yapacağız?’’ Üvey anne çıkışmış. ‘’Seni aptal çocuk! Görüyorsun ki ateşimiz yok. Ben ormana gidemem, çünkü yaşlıyım. Kızlarım da korktukları için gidemezler. O halde ormana gidip Baba Yaga’yı bulacak ve ateşimizi yeniden tutuşturacak bir köz alabilecek tek kişi sensin.’’ Vasalisa, safça yanıtlamış. ‘’Pekâlâ, tamam ben giderim’’ diyerek yola çıkmış. Ormana girerek karanlığın içine dalmış. Ayağının altında kırılan ince dallar onu ürkütüyormuş. Önlüğünün iç cebine elini sokmuş, ölen annesinin verdiği bebeği okşayarak, ‘’bu bebeğe dokunmak bile kendimi iyi hissettiriyor’’ diye düşünmüş.
 
Yolun her çatallanışında, Vasalisa cebine uzanıp bebeğe danışmış. ‘’Pekâlâ, şimdi sağa mı yoksa sola mı gitmeliyim’’ Bebek de ‘’bu yoldan’’ ya da ‘’şu yoldan’’ diye ona rehberlik etmiş. Vasalisa, yürürken bebeği kendi ekmeğiyle beslemiş ve bebekten yayıldığını hissettiği şeyleri izlemiş. Önünden birdenbire, dörtnala giden beyaz bir at üzerinde beyaz giymiş bir adam geçmiş ve hava aydınlanmış. Daha ileride kızıl bir at üstünde kırmızılı bir adamın yavaş yavaş dolaştığını görmüş ve güneş yükselmiş. Vasalisa yürümüş, yürümüş ve tam Baba Yaga’nın inine yaklaştığında siyahlar giyinmiş bir süvari, siyah bir at üstünde yıldırım hızıyla çıkagelmiş ve atıyla doğru Baba Yaga’nın kulübesine girmiş. Hemen gece olmuş. Kulübeyi çevreleyen kafatası ve kemiklerden yapılmış çit, ruhani bir ateşle öylesine ışıldamış ki, ormanın bu noktasındaki açık alan korkunç bir ışıkla parlamış.
 
Tabii ki Baba Yaga çok korkunç bir yaratıkmış. Evi daha da garipmiş. Kocaman, pullu, sarı tavuk ayaklarının üzerine oturtulmuş ev kendi kendine geziniyor, bazen de vecd içinde bir dansçı gibi fırıl fırıl dönüyormuş. Kapılardaki sürgü ve kepenkler insan el ve ayak parmaklarından yapılıymış. Ön kapıdaki kilit de sivri dişlerle kaplanmış bir hayvan burnundan bozmaymış. Vasalisa, tam adımını atıyormuş ki Baba Yaga bağırmış ‘’ne istiyorsun?’’ diye. Kızcağız titremiş. ‘’Büyükanne, ateş için geldim. Evim soğuk. Ateşe ihtiyacım var.’’ Baba Yaga, terslemiş. ’’Seni tanıyorum, aileni de.. Seni işe yaramaz çocuk, bırak ateş sönsün. Bu yaptığın tedbirsizce. Üstelik sana ateş vereceğimi de nereden çıkartıyorsun?’’ Vasalisa, bebeğine danışıp soruyu yanıtlamış ‘’ çünkü bunun için size ricada bulunuyorum.’’ Baba Yaga mırıldanmış ‘’şansın varmış, bu doğru cevap’’ diye. ‘’Benim için çalışmadıkça sana ateşi veremem, eğer benim için bu görevleri yerine getirirsen, ateşi alırsın. Yoksa…’’ diye tehdit savurmuş. Sonra, lambur lumbur kulübesine girip yatağa uzanmış. Vasalisa’ya ocakta pişenleri getirmesini buyurmuş. Ocakta on kişiye yetecek kadar yemek varmış. Yaga, hepsini yemiş. Vasalisa’ya ufak bir ekmek kabuğu ve çok az çorba bırakmış. 
 
Ertesi gün Vasalisa’ya bir sürü başka iş buyurduktan sonra gitmiş. Vasalisa, Yaga gider gitmez endişeyle bebeğine danışmış ‘’ne yapacağım, işleri nasıl yetiştireceğim’’ diye. Sonra uykuya dalmış. Vasalisa uyurken bebek bütün işleri bitirmiş, akşam Yaga dönünce yapılmamış hiçbir şey bulamamış. Bir yandan memnun, bir yandan da kusur bulamadığı için hoşnutsuz. Ertesi gün yine bir sürü iş buyurmuş. Evden gidince, bebek yine işleri bitirmiş. Bu böyle bir süre devam etmiş. Sonunda Yaga, yumuşamış. Çitine uzanarak alevli gözleri olan bir kafatası alıp bir sopanın üzerine oturtmuş. ‘’Al, evladım, işte, ateşin bunun içinde. Tek bir kelime etme ve yola düş’’ diyerek gözden kaybolmuş.
 
Vasalisa, karanlık ormandan eve doğru yola düşmüş. Bebeğin ona söylediği yollardan giderek yönünü belirlemiş. Giderek eve yaklaşadursun, üvey anne ve kızları pencereden bakıyorlarmış ve ağaçların arasından garip bir pırıltı görmüşler. Pırıltı giderek onlara doğru yaklaşıyormuş. Vasalisa’nın şimdiye kadar ölmüş olacağını düşünüp seviniyorlar, yaklaşan pırıltıya bir anlam veremiyorlarmış. 
 
Vasalisa daha da yaklaşmış. Üvey anne ve kızları gelenin o olduğunu görünce ona doğru koşmuşlar ve gittiğinden beri ateşlerinin olmadığını, ne kadar ateş yakmaya uğraşırlarsa uğraşsınlar ateşlerinin hep söndüğünü söylemişler. 
 
Vasalisa, tehlikeli yolculuğunu sağ salim bitirdiği ve yeniden ateş getirdiği için, evine büyük bir zafer duygusuyla girmiş. Ama sopadaki kafatası, üvey annenin ve kızlarının her hareketini izliyor ve belleğine kazıyormuş. Sabah olduğunda hain üçlüyü yakarak küle çevirmiş.’ *
 
YORUM:
Hikâye, insanları masaldan çıkarıp tekrar gerçekliğe getirmek için aniden bitiveriyor. Dinleyeni dünyevi gerçekliğe geri getirmek için biri ‘bööö’ demiş gibi.
 
Vasalisa, kadınların sezgi gücünün kutsanmasının anneden kıza, bir kuşaktan diğerine miras bırakılmasıyla ilgili bir öyküdür. Bu büyük güç, yani sezgi, şimşek hızındaki içsel görü, içsel işitme, içsel duyum ve içsel bilişten oluşur. Bu içgüdüsel güçler, kuşaktan kuşağa kötü kullanıldıkları için kadınların içinde gömülü kalmış dip akıntılarıdır. Kullanılmasa bile asla kaybolmaz. İçimizdeki Bilen ile sevgiye dayalı, güvene dayalı bir ilişki kurabiliriz.
 
Masalın başında anne ölmektedir ve kızına önemli bir miras bırakır. Bir kadının hayatındaki bu evrenin psişik ödevleri vardır. Her zaman gözeten, yanında olan, koruyucu anne, en önemli rehberlik görevini üstlenmeye uygun değildir. Tek başına olma görevini üstlenmek gerekir; tehlike, entrika, politika konusunda kendi bilincini geliştirmek önemlidir. Kendi kendine, kendisi için uyanık olmak değerlidir. Ölüm zamanı gelmiş olanın ölmesine izin vermek gerekir.
 
Masalda, erginlenme süreci sevilen ve iyi anne ölürken başlar. Psişenin iyi annesinin, fazla iyi bir anneye; fazlasıyla koruyucu değerlerinden dolayı yeni meydan okuyuşlara tepki vermemizi ve böylece daha derinlemesine bir gelişme sağlamamızı önlemeye başlayan anneye dönüştüğü bir an vardır. Doğal olgunlaşma sürecimizde fazla iyi anne giderek silikleşmeli, yavaş yavaş çekilerek yeni bir anlayışla kendi kendimize bakabilmemiz için bizi yalnız bırakmalıdır. Gerçi onun psişik sıcaklığını hep koruruz ama bize karşı pek de annece davranmayan bir dünyada kendi kendimize göz kulak olmayı öğrenmek zorundayız. 
 
Annenin kızına verdiği oyuncak figüründe Vahşi Kadın’a ait bir unsur vardır. Vasalisa’yı bebeğiyle kutsar. Bu göreceğimiz gibi büyük bir kutsamadır. Bir kız çocuğu ergenlik öncesinin kuş tüyüyle kaplı yuvasından, ergenliğin sarsıcı cangılına geçerken, annesinin onu Sezgi’nin varlığından haberdar etmesi gerekir. Sezgi, daha akıllı ve içsel Anne’dir. Ancak bazı kızlarda bu aktarma süreci sekteye uğradığından erginlenme süreci çeşitli nedenlerden dolayı durabilir. Örneğin, hayatının erken dönemlerinde, çok fazla psişik sıkıntı yaşamış, hele de ilk yıllarında tutarlı ve iyi bir anneden yoksun kalmış olabilir. Erginlenme, psişede yeterli gerilim olmadığı için de duraklayabilir. 
 
Çocukluğun ‘olumlu anne’sinin giderek etkisizleştiği zamanlar, daima büyük şeyler öğrenme zamanıdır. Hepimizin hayatında koruyucu psişik anneye yakın durduğumuz zamanlar olur ama deyim yerindeyse ‘anneleri değiştirmenin zamanı da gelir’. İçgüdüsel güçler bu süreç aracılığıyla keskinleşir. Eğer psişelerimizde koruyucu anneyle fazla uzun süre kalırsak, kendimizi bize yönelik bütün meydan okumalara sekte vururken, bu yüzden de daha ileri bir gelişmenin önünü tıkarken buluruz. Demek ki sezgisel psişenin zindeleşmesi için yanımızdan ayrılmayan nazik koruyucunun geri çekilmesi gerektiğini görebilmeliyiz.
 
Üvey anne ve kızları, psişenin gelişmemiş, kışkırtıcı ve zalim öğelerini temsil eder. Bunlar gölge öğelerdir. Yani kişiliğin ego tarafından istenmeyip karanlığa atılan ögeleridir. Vasalisa’nın, üvey anne ve kızları ile olan ilişkisi onun erginlenme için yaşadığı bir fırsat olarak ortaya çıkıyor. Bir diğer açıdan burada kendi gölge doğasını, özellikle de benliğin kıskanç, kibirli, sömürücü yönlerini (üvey anne ve kızları) doğrudan yaşantılıyor. Kendisi ve diğerlerinin en kötü kısımlarıyla kurabileceği en iyi ilişkiyi kurmayı başarıyor. Böylece, hem kendisine hem de başkalarına ait olan korkutucu olanı ve bilinçli gücü anlıyor. Kendi psişesindeki vahşi gücü tanıyor. Tüm bunlar içgüdüsel benliğin doğması için çabalama sürecini temsil eder. Bu malzemenin çeşitli yön ve kaynaklarını tanıdığımız zaman daha güçlü ve akıllı bir hale geliriz. Çünkü negatif güçlerin ve dengesizliklerin gözlenip kavranması onların gücünü zayıflatır.
 
Vasalisa’nın üvey ailesi, psişenin içinde hayatın canlılığını sağlayan sinirlerin tıkanmasına yol açan sinir düğümleridir. Vasalisa, henüz güçlerinin bütünüyle bilincinde olmadığı için bu kötücül sarmaşığın hayat ipine sarılmasına izin verir. Baba da durumun farkında değildir. Fazla iyidir ve sezgisel açıdan gelişmemiştir. Aynısı bizim için de geçerlidir. İçimizdeki veya çevremizdeki üvey aile bize pek de matah olmadığımızı söyleyip etrafımızda dönüp duran zulmü algılamak yerine, kusurlarımız üzerinde odaklaşmamızda ısrar ettiğinde biz de tıkanır kalırız. Bununla birlikte bir şeyi enine boyuna görmek sezgi gerektirir ve aynı zamanda gördüklerine dayanma cesareti ister. Baskıcı şartlar altında fazla nazik olmak daha kötü muameleye maruz kalmak olabilir. Bir kadın, kendisi olduğu zaman başkalarını kendisinden uzaklaştıracağını hissedebilir ama ruhu meydana çıkarmak ve değişiklik yaratmak için gereken, tam da bu psişik gerilimdir. Derin çalışmaların devam etmesi için kıskanç cadılar korosuna değerini kanıtlamaya çalışmak yararsızdır. Bu aslında erginlenmeyi de sekteye uğratır. Aşırı uyumlu olmak ve kendisi olmak arasında fark gibidir bu. Fazla nazik kadınların hayvani psişelerini uyandırmak için ihtiyaç duydukları sarsıntı işte budur; Büyük Vahşi Cadı ile karşılaşmak! 
 
Kimileri hayvani psişe kavramını küçümser ya da insanların hem hayvani hem de ruhani oldukları düşüncesinden kendilerini uzak tutarlar. Sorun, hayvanların ruh dolu olmadıkları algısında yatar. Animal sözcüğü Latince’den gelir ve ‘canlı yaratık’ demektir. Animalis, hayat, soluk anima’dan çıkmıştır. Hayatın soluğuna sahip olan demektir. İnsan merkezciliğin kök salması yüzünden bu bilgiler günümüzde ne yazık ki örtüktür!
 
Öyküde büyük Vahşi Cadı Baba Yaga, Vahşi Kadın’ın arketipsel psişesini örnekler. Bu ev canlıdır. Coşkuyla, neşeli bir hayatla dolup taşmaktadır. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı neşeli ve vahşi bir hayat gücünün temel özellikleri bu psişik mekânın düzeninde kendini belli eder. Vasalisa’nın işin başında dümdüz edilmiş diyebileceğimiz dünyevi bir kişiliği vardı. Bu ‘hipernormallik’ hali, rutin bir hayata, aslında bir anlam vermeden yaşadığımız cansız bir hayata sahip olana dek içimize yavaş yavaş süzülür. Bu durum sezginin ihmal edilmesini teşvik eder ve psişede ışıksızlaşmaya neden olur. O zaman birşeyler yapmak, ormana o korkunç kadını bulmaya gitmek gerekir. Baba Yaga, içgüdüsel ve bütünleşmiş psişenin özüdür. Cadıyla birlikte kalmak, dişi psişenin büyük vahşi güçlerine alışmaktı. İstediği işleri yapmaksa, kirlerinden arınmak, tasnif etmek, enerji ve fikir üretmek içindi. Baba Yaga, Vahşi Kadın’ın psişik evine nasıl bakacağını göstermektedir. Bir şey yıkamak, zaman dışı bir arınma yöntemidir. Akıllı bir kadın, psişik ortamını düzenli tutar. Zihnini açık tutmayı, fikirlerini ve tasarılarını tamamlamayı, tefekküre zaman ayırmayı kolaylaştırır bu. Kadınların gelişiminde bütün bu ev edimleri; yemek pişirme, yıkama, süpürme sıradan olanın ötesindeki bir şeyi açıklar. Tüm bu metaforlar ruhsal hayat üzerine düşünme, onu hazırlama, besleme, yetiştirme, düzeltme temizleme, düzenleme yollarını gösterir. Bunlar, kadınların döngüleridir; düzenli bir şekilde düşüncelerini temizlemek, değerlerini yenilemek, düzenli bir şekilde psişesini ıvır zıvırdan temizlemek, benliğini süpürmek, düşünce ve duygu hallerini temiz tutmak!
 
Işıklı kafatası bir yaşlı kadın ikonu, Atalar bilgeliği’dir. Ona kafatasını vermekle onu, anaerkil bir bir bilgi mirasıyla zenginleştirir. Çünkü ateşli kafatası, planlanmakta olan ihanetleri, donuk bir gülücüğün ardındaki hasedi, başka türlü konuştuğu halde farklı davrananların halini görür. Onun ışığı kendimiz için de parlaktır; hazinelerimiz ve zaaflarımız üzerinde aynı şekilde parıldar. Demek ki kafatası sezginin bir başka temsilcisidir. Tohumun pislikten ayrılmasıdır bu.
 
Siyah, kırmızı ve beyaz atlılar, doğum, hayat ve ölümü sembolize ederler. Bunlar Vahşi Kadın’ın çevrimini, Hayat/Ölüm/Hayat Ana’nın çalışmalarını izleyen simyayı tanımlar. Gün ağarması, ışığın yükselişi ve gizemli karanlığın simgeleri olmasa biz de kendi vahşi doğamızdan yararlanamazdık!
 
Masaldaki renkler de son derece önemlidir. Çünkü her birinin kendine ait bir ölüm doğası ve hayat doğası vardır. Siyah, çamurun, doğurgan olanın, fikirlerin ekildiği temel maddenin rengidir. Ancak siyah, ölümün de rengidir, ışığın kararmasının da. Siyahın üçüncü bir yüzü daha vardır. Siyah, inişin rengidir. Siyah, daha önce bilmediğiniz bir şeyi hemen bileceğinize dair bir vaattir. 
 
Kırmızı, feda edilmenin, öfkenin, cinayetin, eziyet edilip öldürülmenin rengidir. Ancak kırmızı, coşkulu hayatın, dinamik duyguların, canlılığın, arzunun da rengidir. Psişik rahatsızlık için güçlü bir ilaç olarak değerlendirilen de bir renktir. İştah uyandıran bir renk. Kırmızı, bir yükselişin ya da doğumun gelmekte olduğuna bir vaattir. Ayrıca kırmızı, masal ve mitoslarda yeri olan bir renktir. Kadınsal dönüşümün bütün yelpazesini, cinsellik, doğum ve erotizmi yöneten ilahi güçlerin rengidir. Özgün halleriyle üç kız kardeş; doğum, ölüm ve yeniden doğum arketipinin ve dünyanın her yanında yükselen Güneş mitosunun bir parçasıdırlar.
 
Beyaz, yeni olanın, saf olanın, bozulmamış olanın rengidir. Bedenden arınmış ruhun, fiziksel olan tarafından engellenmemiş Tin’in rengidir. Temel beslenmenin, anne sütünün rengidir. Buna karşın ölümün, pembeliğini, yaşam gücünü yitirmiş şeylerin de rengidir. Beyaz olduğunda o an herşey ‘Tabula Rasa’dır. Üzerine hiçbir şey yazılmamıştır. Beyaz, yeni başlayan şeyler için yeterince besin bulunduğuna, boşluğun veya yokluğun doldurulacağına dair bir vaattir. 
 
Öyküde iki ölüm vardır; iyi annenin ölümü, üvey annenin ölümü. Kabul etmeliyiz ki bazı şeyler bizim erişme alanımızın dışındadır. Bazı şeyler Tanrı’nın işidir. Bu ölümlerin ise yerinde olduğunu, genç psişenin erginlenmeye yönelik önünü açtığını söyleyebiliriz. Demek ki ölüme izin vermek önemlidir. Kadınların anlamaları ve yaşamaları amaçlanan temel doğal ritm budur. Bu ritmi kavramak korkuyu azaltır. Çünkü geleceği ve bu geleceğin getireceği yer sarsıntılarını ve boşalımları kestirebiliriz. Bebek ve Yaga tüm kadınların vahşi anneleridir. İçgüdüsel doğanın büyük çelişkisi ve öğretisi budur. Bu bir tür Kurt Budizmi'dir. Bir olan ikidir de. İki olan üçü yaratır. Yaşayan ölecektir. Ölen yaşayacaktır. 
 
Sezgiyle bağlantıyı güçlendirmenin bir başka yolu, kimsenin canlı enerjilerinizi, yani kanılarınızı, düşüncelerinizi, ahlaki değerlerinizi, ideallerinizi bastırmasına izin vermemektir. Doğru/yanlış, İyi/kötüden çok yararlı ve yararsız vardır. Yıkıcı ve yapıcı olan vardır. Ama bırakın, hayatınızın altüst oluşlarını kendi içsel döngüleriniz düzenlesin, dışınızdaki başka güçler, kişiler ya da içinizdeki negatif kompleksler değil! Sezgi ve içgüdüsel doğayı kullanmak konusunda en dikkate değer şeylerden biri, ayaklarını yere sağlam basan bir kendiliğindenliğin fışkırmasıdır. 
 
 
 
*Bu öykü ve yorum, Clarissa P. Estes’in ‘Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabından alınmıştır. Amaç, bilgiyi aktarmaktır. 
 
 
Toplam blog
: 118
: 631
Kayıt tarihi
: 07.10.13
 
 

İnsanın kendinden bahsetmesi meselesi benim için zor konuların başında gelir. Bu anlamda söyleneb..