Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Haziran '18

 
Kategori
Öykü
 

Büyükler İçin Öyküler; "Mavisakal"

Büyükler İçin Öyküler; "Mavisakal"
 

İnsan acılarının çoğunun nedeni, özensiz bir yetiştirilmeye bağlı ise de, psişe de doğuştan gelen 'doğaya karşı bir kuvvet' vardır. O, olumlu olanın karşısındadır. Gelişmeye karşıdır, uyuma ve vahşi olana karşıdır. O, içimizde doğan, yıpratıcı ve öldürücü bir muhaliftir. İşgalcinin biricik gayesi, bütün kavşakları çıkmaz yollara dönüştürmektir. 
 
MAVİSAKAL
'Uzak dağlarda, beyaz rahibelerin yaşadığı bir manastırda bir tutam sakal saklanırmış. Manastıra nasıl geldiğini kimse bilmezmiş. Kimileri bedeninin diğer kısımlarını rahibelerin gömdüğünü, çünkü başka hiç kimsenin ona dokunamayacağını söyler. Rahibelerin neden böyle bir kalıtı sakladıkları bilinmezmiş, fakat anlatılanlar doğruymuş. Arkadaşımın arkadaşı onu kendi gözleriyle görmüş. Söylediğine göre sakal maviymiş, daha doğrusu çivit mavisiymiş. Göldeki karanlık buzlar kadar mavi, geceleyin bir çukurun gölgesi kadar mavi. Bu sakal bir zamanlar, anlatılanlara göre, başarısız bir sihirbaza, kadınlardan anlayan dev gibi bir adama, Mavisakal diye bilinen bir adama aitmiş.
 
Onun aynı anda üç kızkardeşe kur yaptığı söylenir. Ama kızlar onun mavi gölgeli tuhaf sakalından korkar ve onlara seslendiği zaman saklanırlarmış. Mavisakal bir gün kızları samimiyetine inandırmak için ormanda bir geziye çağırmış. Kendisi de küçük çanlarla ve koyu kırmızı dizginlerle süslenmiş atlarıyla varmış oraya. Kızlarla annelerini atlara bindirmiş ve ormana doğru yola koyulmuşlar. Orada ata binerek çok güzel bir gün geçirmişler; köpekleri de kah yanlarında, kah önlerinde koşmuş durmuş. Sonra dev gibi bir ağacın altında durmuşlar ve Mavisakal onlara gerçek bir öykü ziyafeti çekmiş, nefis yemekler sunmuş. Ne kadar ilginç bir gün geçirdiklerini konuşa konuşa eve geri dönmüşler ve gerçekten de iyi vakit geçirmişler. Ancak iki büyük kızkardeşin kuşkuları ve korkuları yeniden canlanmış ve Mavisakal'ı bir daha görmeyeceklerine dair yemin etmişler. Ama en küçük kızkardeş, bu denli çekici olabilen bir adamın o denli kötü olamayacağını düşünmüş. Kendi kendine telkinde bulundukça, adam da gözüne daha iyi biri gibi görünmeye başlamış, sakalı da daha az mavi... Böylece Mavisakal evlenme teklif ettiğinde, kabul etmiş. Evlenir evlenmez atlarına atlayıp Mavisakal'ın ormandaki şatosuna gitmişler.
 
Bir gün Mavisakal yanına gelip şöyle demiş; ''Bir süreliğine uzaklaşmam gerek. İstersen aileni yanına çağır. Ormanda atla gezebilirsiniz. Şatonun anahtarlarını da buraya bırakıyorum. Arzu ettiğiniz her şeyi yapabilirsiniz. Kilerlere, hazineye giden her kapıyı açabilirsiniz ama sakın ola ki bu küçük anahtarı, üzerinde oymalar olanı kullanmayın.'' Karısı şöyle yanıtlamış. ''Elbette, nasıl istersen öyle yaparım. Git kocacığım, bir endişen olmasın ve çabuk geri dön.'' Böylece adam atına binip uzaklaşmış.
 
Derken kızkardeşleri kızı ziyarete gelmiş. Kız, onlara Mavisakal'ın giderken söylediği herşeyi bir bir anlatmış. Kızkardeşler, hangi anahtarın hangi kapıya uyduğunu bulma oyunu oynamaya karar vermişler. Şato, üç kat yüksekliğindeymiş. Ve her cenahta yüz kapısı varmış. Halkada çok sayıda anahtar olduğundan her kapıyı açıp kapıdan kapıya ilerleyerek bolca vakit geçirmişler. Bir kapının arkasında mutfak tezgâhı varmış, diğerinin arkasında hazineler. Kapıların arkasında her türden eşya ile karşılaşmışlar ve tüm bunları yaparlarken herşey gözlerine çok daha güzel görünmüş. Tüm bu akıllara durgunluk veren şeyleri gördükten sonra sonunda mahzene gelmişler. Koridorun sonunda boş bir duvar varmış. Bu sırada son anahtarla, üzerinde oymalar olanla cebelleşiyorlarmış. Belki de anahtar hiçbir yere uymuyor diye düşünürlerken tuhaf bir ses duyulmuş; 'Borrr'. Köşeye saklanıp gözlemişler ve kapanmak üzere olan küçük bir kapı görmüşler. Tekrar açmaya çalıştıklarında sıkıca kilitlendiğini farketmişler. İçlerinden biri bağırmış; ''kardeşim, kardeşim anahtarı getir. O gizemli, küçük anahtarın kapısı kesinlikle bu.'' Kızkardeşlerden biri anahtarı kapıya sokup çevirmiş. Kilit gıcırdamış, kapı aralanarak açılmış ama o kadar karanlıkmış ki içeriyi görememişler. ''Kardeşim, kardeşim bir mum getir'' Böylece bir mum yakılmış ve odaya doğru tutulmuş. Üç kadın aynı anda çığlık atmış. Çünkü odada bir kan gölü varmış ve oraya buraya cesetlerin kararmış kemikleri saçılmış haldeymiş. Köşelerde piramitler gibi kafatasları yığılıymış. Kapıyı çarparak kapatmışlar, anahtarı kilitten çıkarmışlar ve nefes nefese soluyarak birbirlerine sokulmuşlar. Mavisakal'ın karısı eğilerek anahtara bakmış ve kanla boyandığını görmüş. Dehşete kapılmış. Elbisesinin eteğiyle kanı silip temizlemeye çalıştıysa da çıkaramıyormuş. Kız kardeşlerin her biri de anahtarı temizlemeye çalışmış ama kan olduğu gibi yerinde duruyormuş.
 
Mavisakal'ın karısı küçük anahtarı cebine saklamış ve mutfağa koşmuş. Oraya vardığında beyaz elbisesi cepten yere kadar kırmızıya boyalıymış. Aşçıya ''hemen bana bir fırça ver'' diye buyurmuş. Anahtarı iyice ovmuş ama kanama kesilmemiş. Minik anahtardan düpedüz damla damla kan akıyormuş. Anahtarı çıkarmış, fırından kül alıp uzun uzun ovmuş, dağlamak için ateşe tutmuş. Hiçbir şey akan kanı durduramıyormuş. ''Ah, ne yapmam lazım'' diye ağlamış. ''Buldum, küçük anahtarı saklayacağım. Elbise dolabına koyup kapısını kapatırım. Kötü bir düş bu. Her şey yoluna girecek..'' Öyle de yapmış. 
 
Ertesi gün kocası eve dönmüş, hızla şatoya girerek karısına seslenmiş. ''Eee, ben yokken her şey nasıldı?'' ''Herşey yolunda kocacığım'' demiş kız. ''Pekala, o zaman anahatarlarımı geri versen iyi olur'' Bir bakışta anahtarlardan birinin kaybolduğunu anlamış. Küçük anahtarı sormuş. Karısının korku içinde onu kaybettiğini söylemesi üzerine odaya girdiğini anlamış. ''Seni, hain'' diyerek saçından tutmuş, yere fırlatmış. Elbise dolabını açmış, üst raftaki küçük anahtarın, kadının askıdaki elbiselerini, güzelim ipek kumaşlarını kana boyadığını görmüş. ''Şimdi sıra sende'' diye bağırmış. Onu önce koridordan sonra bodrumdan geçirip o korkunç kapının önüne gelene dek sürüklemiş. Mavisakal'ın sadece öfkeli bakışları, kapının kendiliğinden açılıvermesine yetmiş. Meğer içerde boylu boyunca uzanan iskeletler ise önceki eşlerinin iskeletleriymiş.
 
Kadın, kapı pervazına sıkıca tutunup içeri girmekte direnmiş. Hayatını bağışlaması için yalvarmış. ''Lütfen, izin ver sakinleşeyim, ölüme hazırlanayım. Canımı almadan bana çeyrek saat ver ki Tanrı'ya dua edeyim''  ''Tamam'' demiş Mavisakal. ''Sadece çeyrek saatin var ama ondan sonra hazır ol''. Kadın, hızla merdivenlerden odasına çıkmış. Dua etmek yerine surların ötesinden şatoyu gözetleyen kızkardeşlerine seslenmiş. ''Kardeşlerim, kardeşlerim, erkek kardeşlerim geliyor mu görüyor musunuz'' Kızlar bağırmışlar ''Evet, evet erkek kardeşlerimiz buradalar ve şimdi şatoya girdiler''
 
Mavisakal, hızla odaya doğru ilerlerken ''seni götürmeye geliyorum'' diye kükremiş. Ayak sesleri artmış, Mavisakal tam odaya girmek üzereyken, erkek kardeşler de dört nala şato koridorlarına girip odaya yönelmişler. Mavisakal'ı oradan çıkarıp burçlara sürmüşler. Hemen oracıkta kılıçlarla üzerine saldırıp vurmuş, yaralamış, yere yıkmış ve en nihayetinde öldürmüşler. Kanını ve cesedinden arta kalanları akbabalara bırakmışlar.' *
 
YORUM:
Mavisakal, tüm insanların hayatlarının bir köşesinde gizlenen, oradan olan biteni seyredip karşı çıkma fırsatı bekleyen, derinlere çekilmiş bir karmaşayı temsil eder. Ona içsel Yok Edici veya Doğal Yok Edici de denir. İnsanın kendi kendine/diğerlerine yaptığı düşmanlıkta, kendini baltalama veya kendi hayatını yaratma durumundan habersiz olduğu zamanlarda (bilinçsiz seçimlerde), İçsel Yok Edicinin devrede olduğunu, hayatımızın gidişatındaki rolünü anlamaya çalışmalıyız. Ondan haberdar olmalıyız. İçimizdeki düşmanı tanımalıyız!
 
Folklorde, mitlerde ya da düşlerde 'doğal yok edici' hemen her zaman kendisinin de yok edicisi ya da iz sürücüsüdür. Sonunda bir değişim ya da denge getiren şey, bu ikisi arasındaki mücadeledir. Bir durumu, korku dolu hale yapan şey olumsuz yok ediciye karşıtlık oluşturan olumlu bir kuvvetin eksikliğidir. Bu kuvvet eksikliği(iç güç), insanların yüreklerine en büyük korkuları salar. 
 
İnsanın ‘hayatının özünü teslim etme örüntüsü’ üzerine düşünürsek eğer henüz çocukken doğa karşıtı bir eğitimle başlayan bir süreçte epey bir yol almamız lazım. Bu şekilde eğitilmenin ise içsel yok ediciye çok büyük güç kazandırdığı doğrudur. Ve insanı başkalarının avı olmaya hazırlar(güç kaybı). İnsanlar, kendi ruhani yollarıyla kendilerini ifade edebilecekleri bir ruhsal gereksinim içinde olduklarından, onları anlayıp gözeten yöntemlerle ve başkalarının tacizinden uzak bir şekilde gelişip serpilebilirler. İçgüdüler, uygun bir düzen içinde tekrar yerine konulana kadar, yanlış/eksik yetiştirilen insan, başkalarının konuşulmamış, 'yıkıcı psişik ihtiyaçlarının' altında ezilmeye son derece duyarlı hale gelir. Genel olarak içgüdüleri sağlam bir kadın, hayatını büyütmek yerine küçülten bir ilişkiye ya da duruma girdiğini anladığında yok edicinin usul usul yanına sokulmuş olduğunu bilir. Kimi zaman bazı ilişkileri sınırlamak ya da azaltmak gereklidir. Çünkü bir kadının dış dünyası derin hayatına ters düşen ya da ona karşı özensiz davranan kişilerce çevriliyse, içsel yok edicisi bundan beslenmekle kalmaz, psişesi içinde ona yönelik daha yoğun bir saldırganlık da geliştirir.
 
Mavisakal, psişenin genç, dişil güçlerinin ışığına izin vermek yerine, içinde büyük bir öfke besler ve psişenin ışıklarını öldürmeyi arzular. Böylesine habis bir oluşumda bir zamanlar İnayet'le bağları kopan, tuzağa düşürülmüş biri olduğunu hayal etmek zor değildir. Sürgün edilen zalim bir biçimde başkalarının ışığının peşinde koşar. Yok ediciler vardır. Yok ediciyi anlamak, safdillikten, deneyimsizlikten ya da aptallıktan ötürü saldırıya açık olmaktan kurtulup olgun bir insan haline gelmektir. 
 
Mavisakal, kurnaz bir iz sürücü gibi, en küçük kızın kendisiyle ilgilendiğini, yani kurban olmaya gönüllü olduğunu hisseder. Ona evlenme teklif eder ve kız da gençliğinin verdiği coşkulu bir anda (çoğu zaman aptallık, haz, mutluluk ve cinsel ilginin birleşimidir), evet der.
 
Hangi kadın bilmez bu senaryoyu?
En küçük kız kardeş, kardeşlerin en gelişmemiş olanı, safdil kadınlarla ilgili en insani öyküyü sahneye koyar. Geçici olarak 'kendi içindeki avcının' eline düşer. Fakat sonunda kurtulmayı başardığında daha bilge, daha güçlüdür. Ve kendi psişesinin kurnaz yok edicisini bir bakışta tanır. 
 
Öğretici öykülerin, bu kadar besleyici olmasının nedeni budur; beklenmedik bir engelle karşılaştığımızda yol haritası sunar. Mavisakal öyküsü, ister çok genç olup yokediciyi yeni öğrenenler, isterse yıllarca onun tarafından rahatsız ve taciz edilmiş olup sonunda onunla nihai noktayı koyacak savaşa hazırlananlar olsun, bütün kadınlar için değerlidir. Belki de kadınlar sürece tekrar tekrar baştan başlamış, rehberlik ve destekten yoksun oldukları için işin içinden çıkamamışlardır. 
 
Psikolojik olarak genç kızlar/delikanlılar kendilerinin 'av' oldukları gerçeğini sanki görmek istemezler. Kimi zaman tüm insanlar tamamen uyanık doğsaydı hayat çok daha kolay ve çok daha az acı verici olurdu. Ama herkes aynı düzeyde uyanık değildir! 
 
Genç kız, orman gezisinden bir parça hoşlandığı için sezgilerini dinlemekten vazgeçti. Hemen her kadın bu deneyimi bir kez yaşamıştır. Alarm sistemleri henüz gelişmemiş olan genç kadınlarda, böylesi bir yargılama hatası neredeyse alalade bir şeydir. Sonuçta Mavisakal’ın tehlikeli değil ilginç ve kendine özgü biri olduğuna kendini inandırır. Kızın vahşi doğası, durumun farkına varmıştır ve mavi sakallı adamın ölümcül olduğunu bilir ama safdil psike bu içsel bilgiyi yadsımaktadır. 
 
Genç kızlar, özellikle 12. Yaşlarından itibaren arkadaş grupları, kültürel güçler ya da psişik baskılar tarafından ayartılıp kendi gerçeklerinden uzaklaştırılırlar ve böylece kendilerini keşfetme sürecinde son derece pervasız bir risk-alma davranışı sergilerler. Hayatlarımızın başında örtük şeylerle ilgili duygusal kavrayışımız çok zayıftır. Ama hepimizin yola çıktığı yer burasıdır; safdilizdir. Bu meselelere dair yöntemlerle erginleşmediğimiz için kendimizi son derece karmaşık durumların içinde buluruz. 
 
Kurtlar aleminde dişi kurt, yavrularını bırakıp avlanmaya giderken küçükler inlerinden çıkıp onu izlemeye çalışır. Anne kurt, onlara hırlar, üstlerine atlar, korkutup inlerine kaçırır. Anne, yavrularının diğer yaratıkları nasıl tartıp değerlendireceklerini henüz bilmediklerinin farkındadır. Ama anneleri zamanla onlara bunu öğretecektir; gerek sertlikle, gerek güzellikle… Onlar kimin yok edici olup olmadığını bilmezler. Kurt yavruları gibi kadınların da benzer bir erginlenmeye ihtiyaçları vardır. Birçok kadının bir kurdun yok ediciler konusunda yavrularına verdiği eğitim kadar bile eğitimi yoktur! Anne kurt, şöyle der; ‘’Tehditkârsa ve senden büyükse kaç, daha zayıfsa bak ne istiyor, hastaysa yalnız bırak, dikenleri, zehri, sivri dişleri ya da keskin pençeleri varsa geri dön ve ters yöne git, güzel kokuyor ise onunla birlikte yürü’’
 
Öyküdeki küçük kızkardeş, kendi zihinsel süreçleri konusunda safdil, kendi psişesinin öldürücü yönü konusunda cahil olmakla kalmaz, egonun hazlarına da kolayca kapılır. Sorun şu ki ego, kendini mükemmel hissetmek ister ama bu şiddetli cennet arzusu safdillikle birleştiğinde bizi doyuramamanın ötesinde yok edicinin yiyeceği haline de getirir.
 
Masaldaki büyük kızkardeşler, Mavisakal onları romantik bir şekilde ve cennetteymiş gibi ağırlasa da ondan hoşlanmadıklarını söyleyerek belli bir bilinçlilik gösterirler. Öyküden çıkan bir sonuç da psişenin büyük kızkardeşlerce temsil edilen bazı yönlerinin içgörü açısından biraz daha gelişmiş olup yok ediciyi romantize etmeye karşı uyaran bir ‘bilgi’ye sahip olduğudur. Bir kadın kendini ne tür bir ikilemde bulursa bulsun, psişesindeki ablalarının sesleri onu bilinçli davranmaya ve seçimlerinde akılcı olmaya davet eder. Erginleşmemiş kadın kulak asmaz, safdillikle gereğinden fazla özdeşleşmiştir. Yazgının yolunu çizen evlilik de böylece teşrif eder. Şirin ve safdil olanla, korkakça bir alçaklığa sahip olan karanlık güç birbirine karışır. Henüz yokediciyle safdilken evlenen kadınlar/adamlar hayatlarına yıkım getiren birini seçmiş olurlar. Bu kişiyi sevgiyle iyileştirmeye kararlıdırlar. Bir şekilde ‘evcilik’ oynarlar. Vakitlerinin büyük bir kısmını ‘sakalı o kadar da mavi değil’ diye geçirdikleri söylenebilir. 
 
Hayatını çekilmez kılıp içini boşaltan belki de eşidir ama kendi psişesindeki içsel yok edici de onunla birlikte çalışır. Çaresiz ve güçsüz olmaya inanmaya zorlandığı ve/veya doğru olarak bildiği şeyleri bilincine kaydetmeyecek şekilde eğitildiği sürece, psişenin itki ve yeteneklerinin kökü kazınmaya devam eder.
 
Genç ruh, yok ediciyle evlendiğinde, hayatının bir açılım olması beklenen bir döneminde esir düşer ya da denetim altına alınır. Özgürce yaşamak yerine, sahte bir hayat yaşamaya başlar. Tüm bunlardan çıkış yolu vardır ama anahtara sahip olmak gerekir. Anahtar; var olan potansiyeli düşüncesizce yıkıma götüren şeyi bilme iznini, bir bilgiye giriş iznini temsil eder.
 
Mavisakal, kadının aklını başına getirecek anahtarı kullanmasını yasaklar. Bir kadına bilinçli benlik bilgisini açan anahtarı kullanmasını yasaklamak, onun sezgisel doğasını; altta yatan şeyleri, aşikâr olanın ötesini keşfetmesine ön ayak olan doğal merak içgüdüsünü ortadan kaldırır. Mavisakal’ın anahtarı kullanmaması gerektiği konusundaki buyruğuna boyun eğseydi, ruhu için ölümü seçmiş olurdu. Korkunç sır odasına giden kapıyı açmayı seçmekle, seçimini hayattan yana yapmış oldu. Hemen yardımına koşan erkek kardeşler ise sadece seslenmesiyle bile etrafının savaşçılarla çevrili olduğunu gösteriyor. Uyanmakta olana uyanık olan yardım ediyor. Öyküde erkek kardeşler gücün ve eylemin kutsanmasını temsil ediyorlar. 
 
Kadınlar hayatlarının kapılarını açıp onun ücra köşelerindeki katliamı incelediklerinde çoğu zaman en önemli düş, umut ve hedeflerinin azar azar öldürülmesine izin verdiklerini görürler. Orada cansız düşünceler, duygular bulurlar. Genç kadın, anahtarı sonunda kapıya sokup katliamla karşılaşınca anahtar aralıksız kanamaya başlar. Durmadan bir şeylerin yanlış olduğunu haykırır. Çünkü söz konusu kan, insanın yaratıcı hayatının en derin ve en duygusal yönlerinin azar azar öldürülmesini, yaratma enerjisinin yitirilmesini temsil etmektedir. Bu kan, ruhtan gelen atardamar kanıdır. Yalnız anahtarı boyamakla kalmaz, kadının dış imgesinden akar gider. Bir kadın, hayatındaki yıkımlardan saklanmaya çalışabilir, ama kanama (hayat enerjisinin kaybolması) yok edicinin neden orada olduğunu anlayana ve onu denetim altına alana kadar sürecektir. Göreceğimiz gibi gördüklerine dayanma yeteneği, kadının derin doğasına- bütün düşüncelerin, duyguların ve davranışların beslendiği yere- geri dönmesini mümkün kılar.
 
Psişenin cani tarafı, hiçbir bilinç halinin belirmemesini görev edinen kısmı, zaman zaman kendini ortaya koymaya ve yeni bir gelişmeyi yolundan saptırmaya ya da zehirlemeye devam edecektir. Bu onun doğasıdır. Onun işidir. Bir ilişki istediğini söyleyen kadınların/adamların neden sevecen bir ilişkiyi baltalayacak şekilde davrandığını da bu etkenin psişedeki varlığı açıklar.
 
Öyleyse olumlu anlamda alırsak psişenin gördüklerine dayanmasını sağlayan ve onu durumdan ayıktırıcı bir şekilde haberdar olmasını sağlayan tek şey bu ısrarcı kandır. Öyküde kan, kızın üstündeki elbise dâhil, tüm giysilerini de kana boyamıştı. Arketipsel psikolojide giyim kuşam dış varlığı kişileştirir. Dış imge (persona), kişinin dış dünyaya gösterdiği maskedir. Çok şey gizler. Erkekler/kadınlar psişeyi uygun kılık değiştirmelerle yeniden şekillendirerek doğalarına yakın bir persona sergileyebilirler.
 
Mavisakal’ın bütün meraklı eşlerini öldürmesi, yaratıcı dişinin her türlü yeni ve ilginç hayatı geliştiren potansiyelin öldürülmesidir. Yok edici, kadının vahşi doğasını pusuya düşürürken özellikle saldırgandır. Bu temaları incelersek yok edicilerin başkaları üstünde üstünlük ve güç sahibi olmayı arzu ettiklerini görürüz. Bunlar bir tür psikolojik şişkinlik taşırlar. Bu durumdaki bir varlık, Hayatın ve Ölümün sistemleri ile insan doğasının kurallarının da dahil olduğu Doğa’nın gizemli güçlerini dağıtıp denetleyen Anlatılamaz Olan kadar yüce, onun kadar büyük ve ona eşit olmak ister. Mitlerde ve öykülerde Anlatılamaz Olan’ın çalışma biçimini ihlal etmeye, onu yolundan saptırmaya ya da değiştirmeye çalışan bir varlığın cezalandırıldığını görürüz. Eğer Mavisakal’ın böyle bir dışlanmışlıkla ilgili bütün efsanelerin içsel örneği olduğunu kavrayabilirsek o zaman kurtuluştan uzak düşüp devamlı bir sürgün hayatı yaşadığı için kimi zaman onu(bizi) saran derin ve açıklanamaz yalnızlığı da kavrayabiliriz.
 
En derin çalışma genellikle en karanlık olandır. Dehşeti görüp yüzünü yana çevirmeyerek eski cehalet kalıplarını sonunda kırabilen Cesur Kadın, en zayıf psişik toprakları geliştirecektir. Aksi halde eğer bir kadın kendi ölümü ve katli ile ilgili olan bu konulara eğilmezse yok edicinin buyruklarına boyun eğmeye devam eder. Hayatta kalmak istiyorsa yorgunluğa/zayıflığa teslim olmamalıdır. Bu anda uykuya dalmak mutlak ölüm demektir. Karanlık kendi haline bırakılamaz. Anahtar ve sorular gizlenemez ya da unutulamaz! En kötüsünü araştırmaktan korkmayın. Bu sadece yeni içgörüler yoluyla ruh gücünün artmasını sağlar ve kişinin hayatıyla benliğini yeniden gözden geçirmesine olanak tanır.
 
Odadaki iskeletler en olumlu anlamıyla kadınlığın yok edilemez gücünü sembolize eder. Arketipsel olarak kemikler hiçbir zaman yok edilemeyeni temsil eder. Ruhsal güç, başına birşeyler gelmesine, dışsal canlılığının alınmasına, hayatın esas olarak onun içinden çıkıp gitmesine karşın, tamamıyla yok edilememiştir. Hayata geri dönebilir.
 
Mahzen, zindan, mağara simgelerinin hepsi birbiriyle ilişkilidir. Bunlar kadim erginlenme ortamlarıdır. Bir kadının katledilen(lerin)in yanına indiği, gerçeği bulmak için tabuları yıktığı, zeka yoluyla ve emek harcayarak psişenin katilini kovduğu, imha ettiği, böylece zafer kazandığı yerlerdir. Mavisakal öyküsü, açık seçik önerilerle bizim için işi planlar; cesetleri takip et, içgüdüleri izle, gördüklerini gör, psişik kasları göreve çağır, yıkıcı enerjiyi dağıt.  
 
Böyle psişik türden toprakların geliştirilmesi Vahşi Kadın’ı aydınlatır. O, karanlıkların en karanlığından bile korkmaz. Hatta karanlıkta iyi görür. Sakatattan, süprüntüden, çürümeden, pis kokudan, kandan, soğuk kemiklerden, ölen kızlardan veya cani kocalardan korkmaz. Bunları görebilir, katlanıp çare bulabilir. Mavisakal öyküsündeki en küçük kızkardeşin öğrendiği şey de budur.
 
Bu en derin erginlenmedir; bir kadının yokediciyi tespit edip kovduğu asıl içgüdüsel duyumlarına erginlenmesidir. Bu esir düşmüş kadının kurban statüsünden çıkıp cin-fikirli, kurnaz-bakışlı, keskin-kulaklı olduğu andır. Çünkü, yok edici bilinçlenmeyi yasakladığında bile anahtar, bilge kanını akıtmayı sürdürür. Kadın, bir yandan yokediciyi kandırarak gönüllü kurban olduğunu düşündürür, diğer yandan onun ölümünü planlar. Tüm varlığına çarpan, nörolojik ve otonomik sinir sistemini sarsan etkiler ile beraber meselenin aciliyetini anlamıştır artık. Kadın, kendisini tutsak alanı (bu tek başına yıkıcı bir din ya da koca, aile, kültür veya kadının negatif kompleksleri olabileceği gibi bunların hepsi birden olabilir) yenmek için enerji toplamayı başarmıştır. Bu, insanüstü bir çabanın yorgun psikeyi, nihai işine yöneltmeyi becerdiği andır.
 
Erginlenme hiç bitmez. Bir kadın ne kadar yaş alırsa alsın, önünde onu bekleyen aşama ve ‘ilk kez’ ler vardır. Erginlenme, insanı yeni bir bilme ve oluş tarzına geçmeye hazırlayan bir kanal yaratır. Belli bir bilme ve davranış düzeyinden daha olgun ve daha enerjik başka bir bilme düzeyine doğru psişik bir değişim söz konusu olur. O zaman psişenin saldırganları ve yok edicilerinin üstündeki baskısı azalır. Bunlar, bilinçdışının uzak bir katmanına çekilirler. Kadın bunlarla orada panik halinde değil, bilinçli bir şekilde mücadele edebilir. 
 
Psikoloji alanındaki çalışmaların pek çoğu, insanlardaki yoğun kaygının ailevi nedenleri üzerinde durmakla birlikte, kültürel bileşen de aynı oranda baskın bir rol oynar. Çünkü kültür, ailenin ailesidir. Eğer ailenin ailesinin çeşitli hastalıkları varsa o zaman o kültürdeki tüm ailelerin aynı rahatsızlıkla mücadele etmeleri gerekecektir. Bir deyiş vardır; ‘Kültür, iyileştirir.’ Eğer kültür, bir şifacıysa aileler nasıl şifa bulacaklarını öğrenirler, daha az kavgacı, daha onarıcı, çok daha az yaralayıcı, çok daha nazik ve sevecen olurlar. Yok edicinin egemen olduğu bir kültürde doğması istenen tüm yeni hayatlar, hareket etme yetisinden yoksundur ve o kültürün bütün yurttaşlarının ruhsal hayatları hem korku hem de tinsel kıtlıkla felç olur. Böylece yok edicinin arzuyla kabullendiği bu yıkıcı kültürel değerler tüm üyelerinin ortak psişesinde giderek güçlenir. Bir toplum, insanlarını derin içgüdüsel hayata güvenmemeye, ondan kaçınmaya teşvik ettiğinde, her bireysel psişedeki öz-yıkıma yönelik unsurlar güçlenir ve ivme kazanır.
 
Ancak herhangi bir kadında Vahşi Kadın’ın yaşamayı sürdürmesi ve kuvvet bulması, hatta hafifçe parıldaması baskıcı bir kültürde bile ‘anahtar’ sorular doğuracaktır! İşte bu nedenle kadınlardaki vahşi doğa son derece uyanık bir şekilde korunmalıdır. Kişinin kendi psişesi içinde meydana gelen, onun ateşini çalan, gücüne tecavüz eden, yaratma gücünü tıkayan yok ediciye karşı, bu içgüdüsel doğayı beslemek, korumak, çoğaltmak önemlidir. Çünkü kültürün, ailenin ve psişenin tek şifası odur. Dengeyi oluşturacak olan budur.
 
 
*Bu öykü ve yorum Clarissa P. Estes’in ‘Kurtlarla Koşan Kadınlar’ kitabından alınmıştır. Amaç, bilgiyi aktarmaktır.
  
 
 
Toplam blog
: 118
: 631
Kayıt tarihi
: 07.10.13
 
 

İnsanın kendinden bahsetmesi meselesi benim için zor konuların başında gelir. Bu anlamda söyleneb..