Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ekim '10

 
Kategori
Tarih
 

Cahiliye dönemi Arap yönetim mantığı-1

Giriş

İslam tarihine baktığımızda İslam yönetim mantığının anlaşılmasında İslam öncesi döneme (cahiliye) ait yönetim modeli oldukça işlevsel bir rol oynamaktadır. İslam yönetim modeli olarak ifade edebileceğimiz yönelimler, bir yandan cahiliye dönemine dayalı maddi çerçeve ile öte yandan da İslam’ın getirdiği genel ilkelerin yoğrulmasıyla hayata geçirilmiştir diyebiliriz. Bu oluşuma Sasani ve Bizans geleneklerine ait eğilimlerin katkısı da gözden uzak tutulmamalıdır. Ancak araştırmamızın konusu bakımından cahiliye dönemine ait tarihsel tecrübe ilk teşekkülün izahı açısından ayrı bir önem taşımaktadır.

Bu makalemizde cahiliye dönemine ait yönetim modeli, İslam yönetim modeli anlayışını açıklayıcı fonksiyonu göz önüne alınarak incelenmeye çalışılmıştır. Çalışma İslam yönetim anlayışının tarihsel kökenlerine özellikle Emevi ve Abbasi dönemi siyasi pratikleri ve vaziyet alışbiçimlerine ışık tuttuğu kadar, İslami dünya görüşü etkisinde Karahanlı, Selçuklu, Osmanlıçizgisinde gerçekleşen Müslüman Türk yönetim mantığının anlaşılmasına da katkı sağlamayı hedeflemektedir. Ayrıca bu çalışmanın soğuk savaş sonrası bütün dünyada moda haline gelen ve “Küresel Uyum Projeleri” adı altında gerçekleştirilmek istenen Postmodern toplumsal ve siyasal pratiklerin nihai amacı olan kabilecilik mantığına geri dönüşün devletsiz bir topluma nasıl davetiye çıkardığının anlaşılması bakımından da öğretici olacağı kanaatindeyiz.

Cahiliye Dönemi Arap Yönetim Mantığının Şekillendiği Coğrafi Alan: Orta Arabistan

Ünlü düşünür İbni Haldun (1332–1406) Mukaddime’de insanların içinde yaşadığı coğrafi alanın o coğrafyada yaşayan toplumların karakterleri, teşkilatçılıkları, savaş kabiliyetleri, erken dönemlerde devlet dediğimiz organizasyonla tanışmalarında büyük tesirinin olduğunu söyler. Ve insanoğlunun şimdiye kadar geliştirilebildiği bu en büyük organizasyon biçimiyle coğrafya ilişkisini ünlü eserinde özel bir başlık altında inceler[i]. İbni Haldun’dan etkilenen ilim adamları tarihçi ve sosyologlar, sosyolojik olarak coğrafya-toplum ilişkisi üzerinde özellikle durmuşlar, insan-tabiat ve ikisinin karşılıklı birbirini etkilemesiyle şekillenen siyasi teşkilatlanma tarzları ve bunun nihai sonucu olarak da devlet üzerinde hatırı sayılır araştırmalar yapmışlardır[ii]. Bu konuda özellikle ünlü Fransız tarihçisi F. Braudel’i burada anmak gerekir. Braudel, medeniyet-toplum-coğrafya ilişkisinin karşılıklı etkisini ünlü eseri "<ı>Akdeniz"de harika bir şekilde ortaya koyar.[iii] Onu daha sonra coğrafya üzerinden devlet politikası üretmenin bilim adamı olarak ortaya çıkan ünlü jeopolitikçiler izleyecektir.

Şimdi coğrafi şartların -çöl şartlarının- Arap toplumunun bir arada bulunma tarzı ve organizasyon kabiliyetini nasıl derinden etkileyerek kendine has bir hale dönüştürdüğü üzerinde durmaya çalışalım. Arap Yarımadası, Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının kesişme noktasını teşkil eden Güneybatı Asya’nın güney kısmında yer alır. Doğudan Umman ve Basra Körfezleri, güneyden Arap Denizi ve Aden Körfezi, batıdan da Kızıldeniz ve Akabe Körfezi ile tabii olarak sınırlanmıştır. Güneyde Babül Mendep Boğazı ile Afrika'dan ayrılan yarımadanın kuzeyinde, yeryüzü şekilleri bakımından kesin bir sınır bulmak mümkün değildir. Suudi Arabistan Krallığı ile Kuveyt kuzey sınırları Arap Yarımadası'nın da kuzey sınırı olarak kabul edilmektedir. Kuzey sınırının tartışmalı olması sebebiyle adanın yüzölçümü ile ilgili kesin bir rakam verilememektedir. Arabistan’ın yüzey şekilleri oldukça sadedir. Yarımada batıda Kızıldeniz kıyısında dar bir kıyı ovası (Tihame) ile başlar. Genişliği yer yer 80 -100 km'yi bulan bu ovanın doğusunda dik yamaçlarla yükselen kıyı dağları bulunur. Kuzeyde Sina’dan başlayarak güneye doğru Hicaz, Asir ve Yemen bölgelerinde de devam eden bu dağlar, kuzeyde Akabe Körfezi'nin güneydoğusunda 2000 metreyi aşmakta, Hicaz'da biraz yükseklik kaydederek Asir'de yeniden yükselir ve 2750 metreye, daha güneyde ise Yemen’in Hadur Şu’ayb Zirvesi'nde 3760 metre olur. Dünyanın büyük çöl kuşağı içinde yer alan Arabistan Yarımadası'nda bütün çöl tipleri bir arada bulunur. Kayalık ve çakıllı olanlar bulunduğu gibi içlerinde hareketli kumulların bulunduğu çöller de vardır. Yarımadanın iki büyük çölünden Nüfut kuzeyde, Rub’ul- Hali (boş bölge) güneyde yer alır. Nüfut 68.000 km, Rub’ul- Hali ise 300.000 km kadardır.

Bu açıklamalardan sonra Arabistan Yarımadası'nın büyük kesimi itibariyle sıcak ve kurak kuşakta yer aldığını söylemeye bile gerek yoktur. Yağışları kıt, yazları tahammülü güç derecesinde sıcak bir iklime sahip olan yarımadada sıcaklık kuzeyden güneye, plato kesiminden alçak kesimlere doğru inildikçe daha da artar. Ve zaman zaman 50 dereceye vardığıolur. Bunun içindir ki Arabistan’ın batı ve güneydeki yerleşik nüfusa karşılık orta ve kuzeyindeki bölgelerde mevsimlere göre yer değiştiren ve sayıları kesin olarak bilinmeyen Bedeviler yaşar[iv]. Arabistan Yarımadası ile ilgili bu genel coğrafi bilgilerden sonra araştırmamızın konusunu teşkil eden cahiliye dönemi Arap yönetim mantığının üzerinde şekillendiği Orta Arabistan’ın cahiliye dönemindeki halini ve burada yaşayan topluluklar açısından jeopolitik önemini ortaya koymaya çalışalım

Orta Arabistan’da Jeopolitikanın Oluşumu

Yukarıda genel olarak ana karakterini çizmeye çalıştığımız coğrafyanın Orta Arabistan bölümünde insanlar bedevi/göçebe; hadari/şehir hayatı olmak üzere iki şekilde yaşıyorlardı. Bedevi hayatının da, hadari hayatının da üzerinde kurulduğu toplumsal birim, kabile idi. Yani her iki yaşama biçiminin üzerine kurulduğu değerler Orta Arabistan coğrafyasında kabilece geliştirilmiş değerlere dayanıyordu[v].

Orta Arabistan üzerinde kurulmuş kadim Mekke, Medine ve Taif’in dışında yoğun olarak şehir hayatının yaşanmadığı, diğer toplulukların kabileler halinde göçebe hayat sürdüklerini, etrafı çöllerle kaplı, oldukça sıcak bu coğrafi alanda yaşam mücadelesi verdiklerini biliyoruz. Göçebe yaşam biçimi ve bu yaşam tarzının üzerine kurulduğu kabilece üretilen değerler, Orta Arabistan’da devlet dediğimiz birlikte yaşamanın en büyük organizasyonu olan siyasi aygıtın kurulmasını gerçekleştirmeye yetmemiştir. Örneğin birbirine çok benzeyen zor bir coğrafyada yaşayan Göktürklerde olduğu gibi aile, ok, boy, bodun silsilesinden devlet dediğimiz siyasi, hukuki organizasyona ulaşamayan kabile değerleri, kabile töresini devlet kurabilecek bir töre haline (Göktürklerde olduğu gibi) getirememiştir. Dolayısıyla dost, düşman, yurt kavramıda Göktürklerde olduğu gibi kabileyi aşarak devlet düzeyinde bir hassasiyet seviyesine yükselememiş, şehir hayatı yaşayan kabilelerde de, göçebe hayatı yaşayan kabilelerde de yurt, dost, düşman kavramları çevre ve akraba kabilelerle sınırlı kalmıştır.

Onun içindir ki Arap kabile değerlerine, hassasiyetlerine göre oluşan dost, düşman, yurt kavramlarını kabile-şehir-çöl bağlamında ele almak uygun olacaktır. Şehir hayatı yaşayan kabileler (Kureyş ve kolları), Orta Arabistan’ın kadim şehri Mekke’de geçmişten devraldıkları ve kendilerine şairlerin şiir, ensapçıların soy şeceresi yoluyla ulaştırdıkları tarihi bilgilerden, olaylardan dost-düşman-yurt kavramları hakkında göçebe hayatı yaşayanlara göre farklı hassasiyetlere ulaşarak kabile ve soylarını (alt kollarını) bir araya getiren bir teşkilatlanmaya giderek Daru’n -Nedve ‘yi kurmuşlardır[vi].

Mekke’nin dini ve ticari açıdan önemi, Kureyş ve kollarını, Mekke üzerinde gözü olan diğer Arap kabilelerine karşı, bir araya getirerek şehrin ve kabilenin güvenliği bu organizasyon (Daru’n Nedve)yoluyla garanti altına alınmıştır. Böylece Kureyş kabilesi birinci derecede kendi gücüne dayanarak ikinci derecede sebebi, hükmi asabiyetler oluşturarak bir nevi dar anlamda da olsa kabile konfederasyonu diyebileceğimiz bir oluşumu gerçekleştirerek hem Mekke’yi hem de kabilelerini güvenlik altına almışlardır. Bunun sonucu olarak onlar, Mekke’nin dini, ticari ve ekonomik konumunu diğer Arap kabileler ve soylarıüzerinde hem bir tehdit, hem de paylaşma aracı olarak kullanmışlardır.

Tamamen göçebe hayatı yaşayan diğer kabilelere gelince onlar, göçebe hayatın kendilerine dayattığı coğrafi-kabilevi zaruretlerden dolayı askeri yanıağır, bundan dolayı da ekonomik yanı talana, ganimete dayanan bir kabile töresi, kültürü geliştirmişler, dolayısıyla dost-düşman-yurt hassasiyetleri de üzerinde yaşadıkları küçük coğrafi alanla, bir de talan edecekleri, talan edilecekleri korkusuyla komşu kabilelerle sınırlı kalmış, buna göre kabile içi bir kültür-töre ve itaat anlayışı geliştirmişlerdir. Netice olarak, Orta Arabistan’da devleti olmayan Arap toplulukları, jeopolitika kavramına kabileyi aşan, devletin dost ve düşmanları hassasiyetiyle değil, kabilenin ve şehrin dost ve düşmanları açısından bakarak, buna uygun bir güvenlik anlayışıgeliştirerek dar bir jeopolitika kavramı (korku ve gerçeği) çerçevesinde bu güvenlik anlayışına uygun bir otorite ve otoriteye bağlı bir yaşama biçimi geliştirmişlerdir.

Arap Kabile/Göçebe Yaşam Biçimi ve Coğrafya Düzleminde Oluşan Hassasiyet: Güvenlik

Şimdi ise göçebe tarzında yaşam biçimi ve coğrafya (çöl şartlarında yaşama) düzleminde oluşan bir numaralı hassasiyet alanı, güvenliğin Arap kabile toplumu için önemini ortaya koymaya çalışalım.

Orta Arabistan (Hicaz) bölgesinde Arap topluluklarının: 1-Bedevi (göçebe), 2-Hadari (şehir hayatı yaşayan, yerleşik) kabileler tarzında bir arada bulunduklarına, yaşadıklarına daha önce dikkat çekmiştik. Coğrafişartların da ortaya koyduğu gibi Arabistan Yarımadası az vahalarla, ama daha çok çöllerle kaplı bir fiziki coğrafyaya sahiptir. Yarımadanın bitki örtüsünün de (insan ve diğer canlıların yaşamı bakımından) kıt olduğunu biliyoruz. Zaten yarımadada oluşan göçebe hayat tarzı da bunu göstermektedir. Dolayısıyla bu coğrafi şartları, burada yaşamak isteyen bir topluluk, hayatını devam ettirebilmek için hâkim olduğu, kontrolünde bulundurduğu (canlı-cansız) varlıklarla birlikte devamlı hareket halinde bulunmak, kendilerine ve ekonomik olarak faydalandıkları evcilleştirilmiş hayvanlarına su ve otlak bulmak zorundaydılar. Ancak çölde sürekli hareket halinde bulunan, aynı insani ve ekonomik kaygılarla hareket eden başka göçebe kabileler de vardı. Çölün imkânları kıt, bu kıt imkânlardan istifade etmek isteyen topluluklar ise çoktu[vii]. Bu nedenledir ki çölde yaşayan bütün topluklar için çöl, ıssız-bucaksız, hem de tehlikeli idi. Tehlikenin ise nasıl ve nereden geleceği belli değildi. Her an başka bir kabile tarafından saldırıya uğranabilir, insan gücü ve ekonomik imkânlar, düşman kabileler tarafından ele geçirilebilir ya da yok edilebilirdi. Onun içindir ki çölde en büyük problem kabilenin insan gücünü ve onun hayatını devam ettirmesine yarayan ekonomik imkân ve varlıklarının güvenliğini sağlamaktı. Güvenlik garanti altına alınmadıkça çölde yaşayan bir kabileye asla hayat hakkı yoktu.

İşte bu güvenlik korkusu ve gerçeğiArabistan Yarımadası'nda kabile kültürünü ve bu kültürün tembihlediği yaşam tarzının (sosyal düzenin) kendine has, özel bir mantığa sahip olmasına sebep olmuştur. Arap-Bedevi kültürünün kabile ve çöl bağlamında geliştirdiği parametrelerin arka planında aynı atadan gelme ailelerden (soy) oluşan kabileyi ve onun sahip olduğu ekonomik imkânları koruma; yani güvenlik anlayışı (korku ve gerçeği) yatmaktadır[viii].

Arap kabile yaşamı dikkatlice incelendiğinde bu güvenlik korkusu ve gerçeği kabilenin kolektif hafızasında en üst değerin yine kabile olduğu anlayışının hafızalara kazınmasına sebep olmuştur. Böylece kabile kültürü çöl şartlarında kendine has bir soy kültürü geliştirerek soyun birbirine bağlılığını ön plana çıkarmış, bu kültür hâlihazır kabileden başlayarak Kahtan’a, Adnan’a bağlanarak soy üstünlüğüne dayanan bir şeref kavramı (üstünlük değeri) çerçevesinde bir kültür, ( modern anlamda bir kabile ideolojisi)[ix] geliştirmiştir. Böyle bir kültürün oluşturulmasında nesep bilimciler, şairler, ahbarcılar kültürel sürekliliği sağlayarak kabile kültürünün bir değer olarak gelişmesine ve pekişmesine katkıda bulunmuşlardır. Onlar tarafından sürekli geliştirilen ve canlı tutulan geçmişe ait “soy ve şerefte üstünlük” kültürü, çöl tarihinde yaşanan pratiklerle örtüştürülüp çöl adamının ve mensubu bulunduğu topluluğun hafızasına kazınarak "olmazsa olmaz" bir yaşam biçimi haline gelmiştir.[x]

Netice olarak, çölde yaşayan bir fert ve aile için güvenlik kabile ile, kabile de kendi sürekliliğini asabiyetle (tehlike anında akrabalarla işbirliği yapıp gerektiğinde onların yardımını talep ederek) sağlayacaktır. Bu anlayışı, mantığı “kabile=asabiyet=güvenlik” tarzında ifadelendirebiliriz. Böylece kabile, asabiyet ve bunları sürekli dinamik olarak ayakta tutan soy-şeref üstünlüğü, Arabistan Yarımadası'nda kendine özel bir sosyal ve ekonomik düzen kurulmasını sağlayacaktır[xi].

Yerleşik ve Göçebe Arap Toplumunda Kabilenin “Kabileciliğe” Dönüşerek Modern Anlamda Bir “Put” Haline Gelmesi

Putperest Arap toplumunda gerek yerleşik gerekse göçebelerde toplumsal yapının dayandığı temel birim “kabile” idi.[xii] Arap toplumu, kabileden daha büyük bir otorite (Müslüman oluncaya kadar) tanımamıştır. Onun için kavim ve onun alt bölüğü kabile, hiç şüphesiz Arap toplumunun üzerine bina edildiği tüm ahlaki değerlerin de kaynağı idi[xiii]. Bir Arap için varlıkta, yoklukta kabilece oluşturulmuş ahlaki değerlere gerektiğinde yok olma pahasına bağlı olmak, kabile için ölmekle mümkündü. Bu nedenledir ki ister yerleşik isterse göçebe olsun bir Arap, kabilesi dışında beşeri hiçbir güce boyun eğmezdi[xiv].

Bunun içindir ki putperestlik döneminde bir Arap için kavmiyetçiliği (kabileciliği) aşan bir iyi ölçüsü hiçbir zaman olmamıştır.[xv] Çünkü Araplara göre kabileleri, dünyayı temsil ediyordu ve dünya, mensubu bulunduğu kabileden ibaretti.[xvi] Kabileye olan bu sınırsız ve sonsuz bağlılık, mensubu olarak doğduğu ve mensubu olarak öleceği topluluğun menfaat, refah, şan ve şerefine olan bu mutlak bağlılık ve adanış, aynı zamanda bir kabile mensubu için görevlerin en ilki ve en kutsalı idi[xvii]. Onun değerleri (kendi içinde geliştirdiği insani ilişkiler ağı) yaptırım gücüne kavuşan bir otorite haline geliyor, bir Arap için bu otoritece tembihlenen bütün değerlere mutlak itaat, ferdi ve ailevi güvenliği için, hayatın bütününü yönlendiren ve kapsayan bir ideoloji haline dönüşüyordu.[xviii] Bu ideolojinin hayatı anlamlandırmasında kabileden daha üst bir otorite Tanrı veya devlet yoktu[xix]. Araplarda “Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et.” atasözü kabile mensubuna her durumda yardım edilmesi gerektiğini telkin ediyordu.

Bu anlayışta suçun ferdiliği esası yoktu. Bunu şair Di’bil-el Huza’i bir beytinde şöyle ifade eder: "Kabileni koru, ona bağlı ve sadık ol. Zira o, karı ile kocanın arasını ayırt eden bir hakka sahiptir.[xx]" Yukarıda anlatmaya çalıştığımız kabilecilik anlayışının, kabile mensuplarına dost-düşman tanımı yapan ve bu kavramlara yüklenen manada bir vaziyet alışı tembihleyen kabilecilik ideolojisinin, çöl adamına mutlak hâkim olduğu dönemlerde Orta Arabistan’da Arap toplulukları, devlet tarzında kabileden daha büyük bir organizasyonu (yaptırım gücüne sahip mutlak bir otoriteyi ) kurma ve güvenliğibu aygıt-organizasyon yoluyla garanti altına alma becerisini gösterememişlerdir.[xxi]

Kısaca, kabilenin üzerine inşa edildiği değerler, kabileyi fiziki varlığıyla birlikte bir put haline dönüştürmüş[xxii]; ayrıca çöl şartlarının sağladığı hürriyet ortamı, çöl adamının kabile değerlerinden daha üst bir otorite tanımamasını kolaylaştırmış ve bunun için de çölde devlet dediğimiz organizasyonu İslam öncesi Arap tarihinde gerçekleştirmek mümkün olmamıştır.

Arap Kabile Toplumunda Otorite Oluşumu ve Şeyh

Arap kabile toplumunda, çöl şartlarının dayattığı ve kabile tarzında bir arada yaşama mecburiyetinden dolayı kendi içinde geliştirdiği toplumsal hafızaya kodlanmış temel ahlaki değerlerce tembihlenen, mutlak yaptırım gücü bulunmayan bir otorite biçimine (şeyh) sahipti. Kabile adına hareket eden, onu diğer kabileler nezdinde temsil eden; ancak kabilece oluşturulmuş değerlerin kabile töresi haline gelmiş tembihleri dışında herhangi bir yaptırım gücü bulunmayan kabile temsilcisine "şeyh" denirdi. Şeyhlerin kabile içinde, kabile adına kabileyi bağlayacak bir şeyi, görevlendirilmedikleri sürece yapma imtiyazları yoktu. Şeyhler, kabilelerinde “Primus Inter Pares” kendi eşleri arasında bir baştı.

Onlar şahsi meziyetleri ve zenginlikleri dolayısıyla kabile reisleri olurlardı[xxiii]. Şeyhlerin kabile üstü bir imtiyazları yoktu. Görevi emretmekten çok hakemlik yapmaktı. Kimseye görev yükleyemez, ceza veremezdi; kabile toplantılarını idare eder, diğer kabilelerle ilişkilerde kabilesini temsil eder, kabile üyeleri arasında ortaya çıkan ihtilaflarıçözerdi. Gerektiğinde savaş ilan etmek, ganimetleri taksim etmek, göç sırasında çadır kurulacak yerleri belirlemek, misafirleri ağırlamak, antlaşmalar yapmak, esirleri kurtarmak şeyhin görevleri arasındaydı. Ancak kabile adına kendilerine yüklenen görev oldukça ağırdı. Kabile üyeleri onların savaşta hayatlarını, barış zamanında ise servetlerini kabile adına ortaya atmalarını beklerlerdi.

Kabilede şeyhlik babadan oğula geçmez; ancak şeyhin evladından herhangi biri kabile üyelerinden daha fazla bir kabiliyet ve servetle temayüz ederse reislik onda kalırdı. Eğer böyle birisi yoksa, kabile üyeleri kendi aralarından kabiliyet, servet, ve yaşça daha büyük olan birisini şeyh seçerlerdi.[xxiv]

Şeyhler, kabilenin geleceğini ilgilendiren konularda kabileyi temsil eden nüfuzlu kişilerin oluşturduğu kabile meclisiyle (mele) istişare etmek ve oradan çıkan kararları uygulamak zorundaydı[xxv]. Bunun içindir ki bir şeyh, emretmekten ziyade hakemlik yapar, şeyhini kendinden üstün görmeyen kabile üyeleri adına arabuluculuk rolünü üstlenirdi.[xxvi]

Netice olarak diyebiliriz ki kabile içinde kabileye mutlak emretme yetkisine sahip tanımı yapılmış, fiziki güçle donatılmış ne bir otorite ne de bir kurum vardı. Kabilede yine en üst otorite, kabile ve kabilce geliştirilmiş kabile değerleriydi. Şeyhin görevi; hakemlik yapmak, kabile meclisince oluşan karara iyi veya kötü katılmak zorundaydı. Onun ilk ve son görevinin kabile adına kabile içinde ve dışında diplomatik, yani arabuluculuk olduğunu söyleyebiliriz.[xxvii] Şeyhlikle ilgili tespit ettiğimiz bilgilerden de anlaşılıyor ki, şeyhlerin kabile üstü bir otorite ve kabileye rağmen yaptırım güçleri yoktu. O, daima kabile üyeleri arasında arabuluculuk-hakemlik yapan birisiydi. Kabile değerleriyle ters düşmeden, şahsi maharetiyle çözemediği konularda kabile töresi, hukuku (kısas, diyet, savaş vb) devreye girer, sonuç olarak bu değerlerin alışılmış ve herkesçe kabul edilen pratikleriyle problem çözülürdü.


[i] İbn Haldun, <ı> Mukaddime, Çev. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul–1988, C:1.s.271–351

[ii] Pitirim Sorokin, <ı> Çağdaş sosyoloji Teorileri, Çev. Münir Raşit Öymen, C.1, s.107–173, İstanbul–1975 (coğrafya okulu alt başlığı) Bu konuda daha teknik bilgi için bkz; Muhlis Nadas, <ı> Geo-astral Siyaset Boğazlar, deltalar, Kastaş yayınları, İstanbul–1991(iki cilt)

[iii] Fernand Braudel, <ı> II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz dünyası. Çev. Mehmet Ali kılıçbay, İmge kitapevi, Ankara–1993(iki cilt)

[iv] Konuyla ilgili özet bilgiler için bkz: Kudret Büyük Coşkun, <ı>Arabistan, TDVİA, C.3, s.248–252, Krş; M.J. Goeje, <ı>Arabistan (Topografya, iklim ve mahsuller).İA, C.I, s, 472–480, Bernart Levis, <ı>Tarihte Araplar, Çev. Hakkı Dursun Yıldız, İÜEF yayınları, İstanbul–1979, s.16–34, Ahmet Emin, <ı>Fecrü’l İslam, Çev. Ahmet Serdaroğlu, Kılıç Kitabevi, Ankara 1976.s.27 vd.

[v] Kabile değerlerinin daha anlaşılır bir analizini ilerideki bölümlerde yapmaya çalışacağız. Ayrıca bkz: Ayhan Kalaycı, <ı> İslam Öncesi Mekke Sitesinde Sosyal Yapı, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış, Yüksek Lisans Tezi, İst–1996

[vi] Daru’n-Nedve ile ilgili olarak Bkz: Mekke’de İstisnai bir Kurumlaşma Daru’n-Nedve ve jeopolitika alt başlığı

[vii] Arabistan yarımadasında yaşayan kabilelerle ilgili olarak bkz: İsmail Faruki, L.Faruki, <ı>İslam Kültür Atlası, Çev. M.Okan Kibaroğlu, Zerrin Kibaroğlu, Yeni Şafak Yayınları, İstanbul–1999, s.20 (2 nolu harita)

[viii] Bu güvenlik korku ve gerçeğinin kabile içinde askeri bir kültürün gelişmesine sebep olacağını ise söylemeye bile gerek yoktur. Bu sebepten dolayı bedevilerin tümü olağanüstü denilebilecek kadar savaşçıydılar. Şemsettin Günaltay, <ı> İslam öncesi Araplar ve Dinleri, Ankara okulu Yayınları, Ankara -1997, s.10, Çünkü kabile güvenliğini sağlayacak en etkin güç yine kabilenin kendi askeri gücü ve yeteneğiydi. Bedevinin bu yeteneği Müslüman olduktan sonra daha belirgin bir şekilde ortaya çıkacak ve kısa zamanda Arap fetihleri çevresini alt-üst edecektir. Bkz: Mustafa Fayda, <ı> Bedevi, TDVİA, C.5, s.311–316;Ayrıca bkz: B.Turner, <ı> Max Weber Ve İslam, Çev. Yasin Aktay, Vadi Yayınları, İstanbul–1996

[ix] Kabilenin dayandığı inançlar/ahlaki ölçüler incelendiğinde Kabileye yüklenen mananın kabileye mensup fert ve aileler için Bugünkü modern anlamıyla tam bir ideoloji (kutsal) rolü oynadığını görürüz. Bilindiği gibi ideolojilerin temel kanunu1-Kendilerinden başka hak/doğru hiçbir inancı kabul etmezler, 2-Kendisine inanmayan herkesi düşman görürler(düşman öteki) İdeoloji ile ilgile olarak Bkz. <ı>İlimler ve ideolojiler (kolektif), Çev.Fahrettin Aslan, Ümran yay., Ankara, tarihsiz (kitap içinde ki makalelerin hemen hepsi ideolojilerle ilgili kıymetli bilgiler ihtiva eder) Terry Eagleton, <ı>İdeoloji, Çev.Müttalip Özcan, Ayrıntı yayınları, İstanbul-1996, s.17-58;Şerif Mardin , <ı>İdeoloji, İletişim yayınları, İst-1992, Şerif Mardin, <ı>Din ve ideoloji, İletişim Yayınları, İstanbul-1986, s.13-51, Doğu Ergil, <ı>İdeoloji, S. Yayınları., Ankara, 1986, s.9-79, Ayrıca Arap kabilelerinin soy kütükleriyle ilgili Bkz. Faruki, Faruki, <ı>age., s.21-22

[x] Cahiliye döneminde aralarında baba tarafından topluluğa “Asabe”, bu topluluğun bütün fertlerini bir birine bağlayan, her hangi bir dış tehlikeye karşı koymak ve saldırıda bulunmak söz konusu olduğunda bütün topluluk üyelerinin harekete geçmesini sağlayan birlik ve dayanışma ruhuna asabiyet denilmekteydi.(Mustafa çağrıcı, <ı>Asabiyet. TDVİA, C.3., s.453-454.Bu gerçek asabiyetti.Birde Hilf(anlaşma ittifak) ve Civar(resmi koruma teminatı gibi yollarla teşekkül eden birçok bakımdan Halif (anlaşmalı müttefik) ve Car (Eman altındaki kişi) kabilenin üyesi gibi muamele görürdü. İbrahim Sarıçam, <ı> Emevi Haşimiİlişkileri, DVY. Yayınları, Ankara–1997, s.27, Böylece oluşan asabiyete hükmi asabiyet denir. Gerçek asabiyetin kuralları burada da işlerdi.(Mustafa çağrıcı(<ı>agm.)Ayrıca asabiyet Arap toplumunda baba tarafından nesep cihetiyle teşekkül etmekle birlikte annenin ve dayı tarafının da büyük ehemmiyeti vardı. Bu asabiyet gerektiğinde kabile/iktidar güvenliği için harekete geçer ve gerçek asabiyet rolü oynardı.

[xi] Bu soya, akrabalık bağlarına dayalı olarak kurulan ve çölü kontrol altında tutmayı amaçlayan sosyal düzende kabileler gittikçe uzaklaşan akrabalık derecelerine göre , <ı>Fasile, Fahz, Batn, Ammare, ve <ı>kabile isimleriyle iç içe bir küme oluşturuyorlardı.Fasile:Bir baba ile onun evladından müteşekkil küçük bir çekirdek aile idi, Fahz:Fasilelerden oluşan yani fasileye oranla daha uzak akrabaları içeren büyük aile , Batn ise fahzlardan oluşan daha büyük bir aile idi.Ammare:Batınlardan, kabilede ammarelerden oluşmakta uzak akrabalıkları toplamaktaydı.Örneğin Al-i Ebi Talip bir fasile idi, Al-i Ebi Talip ve Al-i Ebi Lehep gibi fasileleri toplayan Beni Haşim de bir Fahz idi.Beni Haşim ve Beni Ümeyye gibi fahzları içeren Ben-i Abdumenaf ise bir Batnidi.Beni Abdumenaf ve Beni Mahzum gibi batınlardan meydana gelen Kureyş ise bir Ammare , Beni kureyş ve beni Kinane gibi Ammarelerin toplamıda Mudar kabilesini oluşturuyordu.(Şemsettin Günaltay, <ı>age., s.110)

[xii] Lewis<ı>, age, s.26

[xiii] Toshihiko İzutsu, <ı> Kura’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, Çev. Selahattin Ayaz, Pınar Yayınları, İstanbul–1997, s.84

[xiv] Abdülaziz Duri <ı>İlk Dönem İslam Tarihi, Çev.HayrettinYücesoy, Endülüs Yayınları., İstanbul-1991, s.69

[xv] İzutsu, <ı> age, s.88

[xvi] Muhammed Hamidullah, <ı>İslam Müesseselerine giriş, Çev. Süreyya Sırma, Beyan Yayınları, İstanbul–2007, s.96

[xvii] İzutsu<ı>, age, s.85

[xviii] Bilindiği gibi ideoloji haline gelmiş bir düşünce ve yaşayış biçiminin kabaca üzerine kurulduğu mantık, benim ve kabilemin inandığı anlayış, yorumlayış, uygulayış/vaziyet alış tarzı tek doğrudur, bu doru üzerine başka bir doğru yoktur. Bu anlayış, yorumlayış, uygulayış/vaziyet alış tarzına/mantık ve fiiline karşı olan herkes benim ve kabilemin düşmanıdır. Bir düşünce bu manada ferdin ve toplumun zihin dünyasında kabul görmeye başladı ise o düşünce/sistemli fikir artık bir ideoloji haline geldiği gibi ona inanan topluluk da kabile haline gelmiş demektir. Bu konuda sistematik analizler için 9 nolu dip notta belirttiğimiz eserlere ve daha başkalarına bakılabilir.

[xix] Faruki. Faruki, <ı> age. S.82

[xx] Mustafa Kılıçlı, <ı>Arap Edebiyatında Şuubiyye, İşaret yayınları, İstanbul-1992s.28

[xxi] Hakkı Dursun yıldız, <ı>Arabistan, TDVİA, C.3.s.254; M. J. De Goeje, <ı>Arabistan, İA.C.1., s.481-486, M.Hamidullah, <ı>İslam Peygamberi, Çev.Salih Tuğ, İrfan Yayınevi, İstanbul-1993.s.83 “Yarım adada oturan bir Arap kendine kim hakim olmak isterse (kabile dışında bir organizasyon ve yaşama biçimi dayatırsa , T.Ş.) ona kin ve düşmanlık besler, onunla mücadeleye girişir ve öç almaya çalışırdı”.Neşet Çağatay, <ı>İslam öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye çağı, AÜİF.Yayınları., Ankara-1971, s.210

[xxii] Yukarıda (18 nolu dip not) da açıkladığımız gibi bütün kabilelerce soy ve şeref üstünlüğü üzerine geliştirilmiş ve modern anlamına benzer bir şekilde ideoloji rolü oynayan kabile değerleri /vaziyet alış biçimleri Arap kabileler arası rekabetin /düşmanlığın sebeplerini de açıklar mahiyettedir. Örneğin; Emeviler ve Haşimiler arasındaki kavga ve rekabetin aslı bu kabile içi soy ve şeref üstünlüğüne dayanıyordu. Bu rekabet ileride açıklayacağımız gibi İslam tarihinde binlerce insanın ölümüne sebep olacak iktidar kavgalarının da en önemli nedenlerinden birisi olacaktır.Bkz:İbrahim Sarıçam..<ı>age

[xxiii] Şeyhler genellikle kabilenin olgun yaşta olan üyelerinden seçilirdi Şeyh /başkan olacak kimsede I-Ağırbaşlılık, Meşverette makul olma, 3-Zenginlik, 4_Cömertlik, 5-Tedbir, 6-Şecaat gibi meziyetler aranırdı.(Mürsel Şahinbaş, <ı> İslama göre Halk İdaresi. Serajans Yayınları., Tarihsiz-Ankara, s.15), Muhammed Hamidullah ise bu maddelere ek olarak, 1-Şeyhin kaydı hayat şartıyla seçildiğini , 2-İyi bir Komutan /savaşçı olması gerektiği şıklarını ekler.Bkz:M.Hamidullah, <ı>İslam Müesseselerine Giriş, s.95-96,

[xxiv] Asabiyet ve nüfuz da denk olan lider/şeyh adaylarından en yaşlısı reisliğe geçerdi. Reis seçiminde anlaşmazlık ortaya çıkarsa kâhinlere müracaatla kura çekilir, kura kime isabet ederse reis o olurdu. Ayrıca savaş için birkaç kabile anlaştıkları zaman genel başkanlık için kabile reisleri arasında kura çekilir, kura bu liderlerden kime isabet derse o savaş boyunca genel başkan(savaş komutanı)olurdu.”Günaltay, <ı>age, s.113

[xxv] Lammens, ”<ı>Mekke”; İA. C.7, s.631–632.Lewis, <ı> age, s.27. ”Kabile meclisine akıllı tanınmış kabile yaşlıları, savaşta şöhret kazanmış kahramanlar, fesahat ve belagatleri ile seçkin şairler, kısacası kabile fertlerinden az çok öneme sahip olan her birey şeyhin çadırında toplantıya katılarak kabileye ait önemli meseleleri tartışmaya ve gerekli olan karaları genel görüşlere göre almaya çalışırdı.”Günaltay, <ı> age, s.12

[xxvi] Mustafa Fayda, <ı>Bedevi, TDVİA. C.5, s.314;Lewis, <ı>age, s.27

[xxvii] Bütün bunlara rağmen şeyhin özellikle savaş esnasında töre gereği bazı imtiyazları vardı. Kabile, güzel bir esire vs, aynı şekilde Fudul yani bölünmeyen eşya, naşita yani düşmanın mağlubiyetinden evvel ve geleneklerine (hukukuna)göre bir fert savaş sırasında elde edebildiği ganimetin dörtte birini başkumandana ayırır, geri kalanını kendisi alırdı. Kumandanlar ise savaş esnasında bazı imtiyazlara sahiptiler. O ganimetin bütününde mevcut hususi kıymet taşıyan bir eşyayı seçme hakkına sahipti. Bir kılıç, bir at, umumi yağmadan önce elde edilmiş ganimette kumandana gidiyordu. Bkz: M.Hamidullah, <ı>İslam Peygamberi. C.2, s.864, Karş. N.Çağatay, <ı>age, s.100

 
Toplam blog
: 30
: 3349
Kayıt tarihi
: 09.08.08
 
 

Çorum doğumluyum, üniversite mezunuyum... tarih, felsefe, sosyal psikoloji, soyoloji,  din. ve si..