Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

CENGİZ ÇETİK Yazar Şair

http://blog.milliyet.com.tr/cengizcetik

02 Haziran '08

 
Kategori
Öykü
 

Can Dost Dediğin, Başkadır Yürekte -Öykü

Gecenin ayazı, yüzüne vuruyordu. Terminalde bir ileri, bir geri gidip duruyordu. Sanki boğuyordu; bu şehirde yaşadıkları. Kaçıp gitmek istiyordu uzaklara. Dalmıştı yine hayallere, düşünürken yaşadıklarını. Birden, bir el değdi omzuna. İrkildi. Dönüp baktı. Karşısında fiziğiyle çökmüş bir adam, duruyordu. Gülümseyerek:

—Tanıdın mı beni? dedi.

Bakışları ona yabancı gelmemişti. Birden çocukluğundan kalan, anıları canlandı gözünde. Yıllar önce oturdukları köyün göletinde boğulurken, kurtaran kan kardeşiydi karşısındaki. Birlikte aynı okula gitmişler, aynı sınıfta okumuşlar ve her gün birlikte gezmişlerdi. O hep 'can dostum' derdi. Sonra babasının tayini çıkmış, başka bir ile ailesiyle birlikte gitmişti. Ayrılmıştı ondan.

—Tanımadın mı? Ben Özcan. Sen, bizim köydeki öğretmenin oğlu Ayhan değil misin? Hani ben sana, can dostum derdim. Bağırsı köyü'nden. Unuttun mu beni?

—hatırladım şimdi. Sen ha! Nasıl tanıdın beni?

—Çenendeki beninden. Bak, o hala orada duruyor. Ama yıllar durmadı., akıp gitti değil mi?

Kucaklaştılar. İkisinin gözleri de doldu. Çevredeki meraklı bakışlara aldırmadan, yürüdüler bekleme salonuna doğru.

—Hayırsız, ben seni çok aradım. Bulamadım. Insan, gittiği yerden bir mektup atmaz mı? dedi.

Birden utandı; hayırsızlığından, aramadığından. O aramış, kendisi hiç aramamıştı. Dili bağlanmıştı sanki. Yutkundu. Konuşamadı. Anlamıştı Özcan, utandığını. Hemen konuyu değiştirdi.

-Eee. Sen ne yaptın bu arada? Nereleri gezdin? Baban emekli oldu mu?

Soruları peş peşe sıraladı, yanıtını beklemeden. Özlemişti, can dostunu.

—Babam geçen yıl emekli oldu. Ankara'ya yerleştiler. Ben de oraya gidiyordum. Babamın mesleğini aldım. Burada bir köyde, sınıf öğretmenliği yapıyorum. Sen, ne yaptın bu arada?

Yanıt verecekken, bir dilenci geldi yanlarına. Açtı ellerini, yalvarır gözleriyle.

—Şu mübarek günde, eller boş geri çevrilmez, dedi. Cebini karıştırdı.

—Ramazan ayının hayrına, Allah kabul etsin.

Cebinden çıkardığı bozuk paraların yarısını, karşısındakinin iyi mi, kötü mü niyetli olduğunu bilmeden verdi. Dilenci gidince, sohbete devam ettiler.

—Ben okuyamadım. Boyacılık, sıvacılık yaptım. İnşaatlarda amelelik yaptım. Burada da bir inşaatta, soğuk demircinin yanında çalıştım. Bayram da çocuğumu, ailemi göreyim diye duramadım. İşlerde bugünlerde durgun olunca, memlekete gideyim dedim. Halamlar var Ankara'da. Onları uzun süredir görmedim. Bir yanlarına uğrayayım. Hal, hatır sorayım. Gönüllerini alayım. Hayır, duasını alıp, gideyim dedim.

Bir an ikisi de sustu. Yine, Özcan dayanamadı konuştu.

—Biliyor musun iki yaşında bir oğlum var. Adını Ayhan koydum.

Bu sözlerle bir kez daha yıkılmıştı Ayhan. Utanmıştı, insanlığından. O unutmuştu, adını bile yıllarca.

Anonsla yerlerinden kalktılar. Perona otobüs yanaşmış, yolcular binmişti. Onlar da otobüse bindiler. Yerlerine oturdular. Aralarında iki koltuk mesafe vardı. Arada bir, akıllarına gelenleri konuşuyorlardı. Sonunda, dayanamayıp rica ettiler, yanlarında oturanlara. Yer değiştirdiler. Can dostu, onun yanına gelmişti.

Gecenin yarısı çoktan geçmiş, çoğu uykuya dalmıştı. Onlarsa hala konuşuyordu. Uyku tutmamıştı gözlerini.

Birden otobüs sola savruldu. Korku çığlıklarının ardından, şiddetli bir çarpma sesi geldi. Otobüs sanki yuvarlanıp gidiyordu. Ölümün soğuk nefesleri aralarında gezer gibiydi. Ortalık cehenneme dönmüştü. Yardım isteyenlerin sesleri gecenin içinde yankılanıyordu. Kadın, erkek, çoluk çocuk sesleri ortalığı kaplamıştı.

Ayhan, kendine gelir gelmez. Kırık camın arasından, can havliyle çıktı dışarı. Etraf, korkunun kanatları altında, çığlık sesleriyle yankılanıyordu. Üzerindeki giysiler yırtılmıştı. Dondurucu kışın soğuğu vuruyordu yüzüne. Eli yüzü kan içindeydi. Dolunayın ışığı, sanki içini karartmıştı birden. Otobüs, arı kovanı yüklü kamyonla çarpışmıştı. Bir de taksi vardı geride. Kornası takılmış, sürekli ses çıkarıyordu. Yerdeki karın üzerinde ayağı kaydı. Düştü, yuvarlanarak. Can havliyle, yeniden kalktı. Ana yol biraz yukardaydı. Çukur bir yerdeydi. Sanki kuru bir derenin içinde gibiydi. Hafif bir tipi esmeye başladı. Tırmanmalıydı. Yaşamak için tırmanmalıydı. Çalılara tutunarak, taşlara tutunarak yavaş yavaş çıkıyordu. Tırmanarak, sonunda yol kenarına geldi. Nefes nefese kalmıştı. Birden, aklına can dostu geldi. O olsa, onu orada bırakıp gider miydi? Yeniden oraya gitmeliydi. Geriye döndü. Otobüse doğru gidiyordu. Birden ayaklarında bir uyuşmayla yürüyemedi, durdu. Kendini zorlayarak bir daha denedi. Biraz geçmişti uyuşukluğu. Aşağıdaki kamyonun farları hala yanıyordu. Korna sesi de insan sesleriyle karışmış, yarışıyordu sanki. Dolunayın ışığı yeryüzüne vuruyordu. Çıkışından daha hızlı otobüse gelmişti. Çevresi; yalvaran, yardım isteyen insanlarla doluydu. Cansız yatanları çiğnemeden geçmeye çalıştı. Birden, bir bebeğe gözü takıldı. Annesiyle birlikte yatıyordu cansız. Boyunları bükük. İçine acı bir burukluk çöktü. Bir an durakladı. Dondu sanki. Sonra, can dostu geldi aklına birden. Yeniden camdan içeri girdi. Yatıyordu, yarı baygın can dostu. Gözlerini hafifçe araladı. Onu görünce, gülümsedi birden:

—İyi misin dostum? dedi. Kendi haline bakmadan, hala onu düşünüyordu. İçi cız etti birden. Sanki içinden bir parça kopmuştu:

—Haydi, dostum dedi. Bu sefer o 'çıkıyoruz' dedi, kucakladı. Çıktılar içeriden. Dışarısı can pazarına dönmüştü. Çığlık çığlığa bağıran, yalvaran, yardım isteyenlerin acı sesleri ortalığı kaplamıştı. Etrafı, bir korku çemberi sarmıştı.

Ayhan, Özcan'ı bütün gücüyle kucaklamış, taşımaya çalışıyordu. Tipinin keskin soğuğu iliklerine kadar işliyordu. Tatlı bir uyuşukluk hissetti Ayhan. Bunun iyi bir uyuşukluk olmadığını anlamıştı. En kısa zamanda, yola çıkmaları gerekiyordu. Yoksa sonları burada olacaktı. Nefes nefese durdular. Özcan'ın kafasından kan geliyordu. Birden, panikler gibi oldu Ayhan. Ne yapacağını şaşırdı. Kıpırdatmasa olmayacak. Kıpırdatsa olmayacak. Nasıl, yola çıkarıp götürecekti? Tipi durmuştu. Ama gecenin ayazı üşütüyordu bedenlerini. Birden, iki kişinin bagajları karıştırdığını farketti. İçlerinden birini tanıdı. Otobüsün muaviniydi.

-Heey! Ne olur bizi yola kadar taşıyın? Duymuyorlardı. Çantaları karıştırıp, bir şeyler arıyorlardı. Sanki fırsattan istifade edip, talan ediyorlardı bagajları tek tek. Bu durumda bile bunları düşünen vicdansızların olabileceği, aklına bile gelmezdi. Birden, ya kendilerini gördü diye öldürmek isterlerse. Böyle düşünmek ürpertti birden. Her şeyi yapardı, bunları yapan insanlar. İçini korku kapladı. Can havliyle, bir daha kucakladı can dostunu. Etrafa mazot kokusu, benzin kokusu, tüp kokusu yayılmıştı. Kokular burnuna gelince, bir korku daha sardı içini. Korkuyla, Öyle bir tırmanıp çıktılar ki kendileri de anlayamamıştı. Ama yola çıkmışlardı. Ayhan, arkasını dönüp baktığında, hala acının çığlıkları vardı ortalıkta. Çığlıklar, kulaklarını kemiriyordu. Onlara da yardım etmeliydi.

Birden büyük bir patlama oldu. Etraf sanki bir savaş alanına dönmüştü. Bu sefer etrafta, ne çığlık sesleri, ne vurguncular vardı. Ölüm sessizliği, çökmüştü çevreye.

Patlamadan sonra geçen taşıtlar meraktan durdu. Yol kenarında yatan Ayhan'la Özcan'ı hastaneye götürdüler. Ayhan, bir ara gözlerini zorlayarak açtı. Çevresinde doktorlar, hemşireler vardı. Gözü dostunu aradı. Sormak için kendini zorladı. Soramadan bayıldı. Kendine geldiğinde, ilk sorduğu, dostunun sağlığıydı. Hemşirelerden biri söyleyiverdi öldüğünü. Gelirken, kan kaybından gitmişti. Kendisini, can dostunu bırakıp gitmişti. Onu, o ölümden kurtarmıştı. Kendisi ise onu kurtaramamıştı. Suçladı kendini. O olsaydı; kanından kan verir, canından can verirdi. Yardım edememişti. Can borcunu ödeyememişti, can dostuna. Utanmıştı, elinde olmadan; insanlığından. Kalmamıştı geriye artık, utanacak olsa da yüzü. Sağlığın da dostluğunu gösteremediği, dostu da yoktu artık yanında.

Birden bir acı saplandı sol göğsüne. Bıçak yemiş gibi, keskin bir acı hissetti yüreğinde. Yıkıldı olduğu yere. Çevrede ona yardım edecek kimse yoktu. Bir süre kıvrandı çaresizce.

Bir hemşirenin girmesiyle farkedildi. Koşuşturmalar yaşandı. Telaşlananlar oldu, onu kurtarmak için. O ise, çoktan ayrılmıştı bedeninden...


Cengiz ÇETİK

 
Toplam blog
: 119
: 455
Kayıt tarihi
: 07.02.08
 
 

2017 Aralık ayında ilk romanım "POKENTRANLI GÖKMEN" okuyucusuyla buluşmuştur. Deneme- şiirler- öy..