Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Nisan '08

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Çek Cumhuriyeti gezi notları

Çek Cumhuriyeti gezi notları
 

TYNN KİLİSESİ / PRAG


13.12.2004 ( İSTANBUL - PRAG )

Herhangi bir iş disiplinine bağlı olmadığım halde , yine hata yapıp , bayram tatiline denk getirdim bu geziyi diye kendime kızıyorum. Gereksiz yere , yoğun bir kalabalık ve izdiham içinde olmayı sevmediğim halde , yine hata yaptım. Gazeteler , kaç gündür , yurt içi ve yurtdışı seyahat hacminin arttığını , havaalanlarında yoğunluk olacağını yazıyorlar. Havaalanı çarşamba pazarı gibi , 75 dakikalık gecikme sonrası havalanıyoruz. Ben , havaalanlarında bu kadar işlem yapıldığını bir türlü anlayamam. Sorun ; güvenlik önlemleri ise , bir şekilde azaltılabilir. Dünyanın her yerinde , beyhude bekleyiş ve gerginliklerle başlar uçak yolculukları. 10972 metre yükseklik , 850 km/ saat hızla uçarken , densiz düşünceler geliyor aklıma. Uçağın yere çakılmaya başladığı an ile , son nefes arasındaki , insan psikolojisini düşünüyorum. Son nefesten sonrası ile ilgili senaryolar çok , ama bu dediğim kısacık anda , insan davranışlarını incelemek , gözlemek mümkün olsaydı , ne gibi veriler çıkardı ortaya. Ürküyor , tatlı şeyler düşünmeye zorluyorum kendimi. İki saatlik uçuş sonrası Prag havaalanındayız. Sabah kar yağmış , çok soğuk bir hava ile ayak basıyoruz Prag’a. Otele transferler , akşam yemeği derken, Saat 20.00 oluyor. Bu coğrafya bizden bir saat geride yaşıyor. İlerici özelliklerimizi saatleri bir saat geri alarak , Orta Avrupa standartlarına getiriyoruz kendimizi.

Gecenin , hiç alışık olmadığımız ayazına atlıyor ve otelin hemen önündeki duraktan 11 nolu tramvaya binerek , Vaclavaski Namesti , yani Venceslav Meydanına geliyoruz. Her durakta , tramvayın geçeceği saat , dakika yazılı ve hiç şaşmıyor. Şehrin belli yerlerinde bilet satış gişeleri ve makineleri var. Makinelere bütün para da atsanız , istediğiniz bilet sayısına göre hesap yapıp , üzerini geri veriyor. Vatman , yolculardan izole bir kabinde , inenle , binenle ilgilenmiyor. Sarı kutulardaki makineye bileti sokarak , tarih ve saati basıyor , böylece bileti iptal ediyorsunuz. Cesaret ve ahlaki durumu elverenler biletsiz seyahat edebilir , tabii , sivil giyimli kontrol ekiplerine yakalandıklarında , 40 euro gibi yüksek bir ceza ödemeyi , direnirlerse , derhal çağrılan polis nezaretinde karakola götürülmeyi göze alabilirlerse.

Tramvayın sıcak ortamından , Venceslav Meydanına indiğimizde , şok yemiş balık gibi oluyoruz. Soğuk , ama alışık olmadığımız bir soğuk , karşıda ışıklı pano - 4 C gösteriyor. Aslında , bu rakam , bu kadar üşümeyi gerektirecek kadar düşük değil , yöre ikliminin özelliklerinden olsa gerek diye düşünüyorum. İlk gözüme çarpan , etrafı örtülerle çevrilmiş , at üzerinde bir savaşçı heykeli oluyor. Erkek kardeşi tarafından öldürüldükten sonra ulusal kahraman haline gelen , St.Venceslav’ın heykeli bu. Dört köşesinde de ; St. Prokop , St. Adalbert , St. Ludmila ve St. Agnes’in heykelleri bulunuyor ki , bunlarda ülkenin halk kahramanları.

Venceslav Meydanı , 750 m. uzunluğunda , 60 m. genişliğinde ve Praglılar’ın nefes aldığı önemli alanlardan biri. St. Venceslav’ın heykeli 1884 yılında bir Çek heykeltıraş tarafından , 36 yılda yapılmış. Burası , Prag’ın yeni yerleşim bölgeleri içerisinde. Heykelin hemen arkasında , Ulusal Müze yer alıyor ( Narodni Museum) , 1818-1880 yılları arasında inşa edilmiş , estetik motifler içeren , gece gözüyle bile , hayranlık uyandıran bir bina.

Kısa bir yürüyüş ile ısınıyor ve tamamen bir Orta Avrupa ve Rönesans atmosferi içerisindeki eski şehre geliyoruz. Prag’ ın sembollerinden Horloj ‘un önündeyiz. Talihsiz Hanuş Usta tarafından yapılan bu saat , 500 yıldır çalışıyor. Benzerini yapmasın diye zamanın kralı tarafından gözleri kör ediliyor Hanuş Ustanın . Hindistan Agra’daki Taç Mahal’in mimarı İranlı İsak Khan da böyle bir eseri meydana getirmenin bedelini , benzerini yapmasın diye Şah Cihan tarafından sağ kolu kesilerek ödememiş miydi ? Neyse ; insanlık tarihinin sürprizleri , trajedileri bitmez. Horloj üzerinde bulunan ve ölüm, gurur, zevk ile cimriliği temsil eden heykeller , her saat başı hareketlenip kısa bir resmi geçit yapıyorlar , hemen üstlerinde bulunan ve altından yapıldığı söylenen horoz da ötmeye başlıyor. Gece ışıkları altında tripod kulanmak gerektiğinden , fotoğraf işini yarına bırakıp , giderek daha da hissedilen soğuk içerisinde , Venceslav Meydanına dönüyor , tramvaya binerek otelin sıcaklığında , miskinliğe başlıyorum. Ama ne miskinlik ; derebeyler , serfler , kilise baskıları , engizisyon oyunları , alın teri ve kanlar içinde yükselen sanat eserleri , Sovyetlerin Çek topraklarını işgali , aydınların direnişlerini düşünürken uykum kaçıyor iyice.

14.12.2004 ( PRAG )

Saat 05.30 ‘da uyanıp , Prag sabahının ayazına attım kendimi. Oteldekiler gibi Prag da uykuda , günlerden ; Pazar bugün. Otelin karşısındaki yokuşa vurdum kendimi , biraz da ısınırım diyerek. Evler , bahçeler yorgun , dingin ama geçmişin mirasını , kültürünü yaşatma mecburiyetinden , ayakta duruyorlarmış gibi geldi bana. Bahçeli evler , tüm bakım ve düzenlerine rağmen yaşama sevinci yansıtmıyorlardı sanki. Bir Teknik Lisenin önünden geçiyorum , kapalı olduğu için , daha da soğuk duruyor.

Ortalık aydınlanmaya başlayınca , paltolarının yakaları ile yüzlerini örterek , soğuktan korunmaya çalışan yaşlı kadınlar , köpeklerini dolaştırmaya başladılar , dalgın , başları önünde. Sokaklarda yürüyenlere bakıyor , hiçbir hayat belirtisi yok , ifade yok yüzlerinde. Kurulmuş robotlar gibiler. Ara sokaklar boyunca bir canlılık arıyorum. Benim ülkemde , şimdi sabah namazı için camiye giden yaşlı adamlarla selamlaşırdım muhakkak. Prag bana , ruhunu kaybetmiş bir şehir hali verdi , ilk sabahın ilk saatlerinde.

Kahvaltı için otele dönüyorum. Ben mi , şartlandırdım kendimi bilemiyorum , ama ; garsonlar ve görevliler bile ağır çekimde çalışıyorlarmış gibi geldi bana. Çay makinesinde biten suyu , iki üç ikazdan sonra doldurdular. Odamdaki televizyon kanallarında , akşamdan beri genellikle 2. Dünya Savaşı belgesellerine rastlıyorum.

Kahvaltı sonrası , Belvedere Sarayı ve İspanyol Binicilik Okulu önünden geçerek , kentin en çok ziyaret edilen bölgesi olan Prag Kalesi önüne geliyoruz. Meydan çok geniş ama , her geçen dakika , tur otobüsleri boşaldıkça , rehberlerinin peşine takılan gruplarla , neredeyse miting alanına dönüşmeye başlıyor. Fotoğraf çekmek mümkün değil , zira , objektifin önü bir saniye boş kalmıyor. Prag Kalesinin inşasına 9. yy’da başlanmış , 12. yy’da bitirilmiş. Sonraki yüzyıllarda da , bitip tükenmez ilave ve revizyonlar gördükçe , mimari uslübü de sürekli değişmiş Romanesk uslüp , giderek Gothik tarzı benimsenmiş. 570 m. uzunluk ve 128 m. genişliğiyle , 8 hektara yakın arazisiyle dünyanın en büyük kaleleri arasında yer alır. Kalenin bahçesinde , St. Vitus Kadetrali , Eski Kraliyet Sarayı , St. George Bazilikası gibi tarihi yapılar yer alıyor.

St. Vitüs Katedrali ülkenin en büyük dini yapısı olup , 1344 yılında inşaatına başlanmış , 1929 yılına kadar devam etmiş. Ancak , Rönesans ve Gotik eklemelerle , bugün , gerçekten hayranlık uyandıracak bir mimariye ve estetiğe sahip.

Golden Lane ( Altın Yol) denilen , tek veya iki katlı evlerin sıralandığı sokak , Prag’ın en renkli sokakları arasında sayılıyor. Girişteki gişeden bilet alarak , hediyelik eşya ve Bohemya cam ürünlerinin satıldığı Altın Yol’da yürüyor , 22 nolu evde 1916-1917 yıllarında Franz Kafka’nın yaşamış olduğu eve geliyoruz. 20-25 m2’den büyük olmayan bu ev , şimdi kitabevi. Ne var ki; o zamanlar Franz Kafka ünlenmiş bir yazar değil , kendi halinde , sessiz sedasız girer çıkar , çalışırmış bu küçücük evde.

Altın Yolu inerek , St.Nikolas Kilisesinin önü , derken Prag’ın simgesi Charles veya Karlovi köprüsünün önüne geldik. 512 m. uzunluğunda , 10 m. genişliğindeki Karlovy Köprüsü üzerinde 75 adet heykel var. Tabii günümüzde , 400 yıllık heykeller müzeye alınmış , yerine kopyaları konmuş. Bu heykellerin en ilginci , 1683 yılında köprüye yerleştirilen Aziz John Nepomuk’un heykeli. Kral 4. Wenceslas’ın karısı , günah çıkartmak için , John Nepomuk’a gelir. Bunu duyan kral , şüphelenerek karısının itiraflarını rahipten duymak ister. Ancak , Nepomuk , Tanrı huzurunda verdiği sözü bozamayacağını söyleyince , Wenceslas , köprünün altından akan Vltava nehrine atarak öldürür ve suya düştüğü noktada hale oluşur. Heykelin üzerindeki hale , bu mucizeyi anlatır. En çok rağbet gören , dilek tutulan heykelin her tarafı , dokunulmaktan pırıl pırıl olmuş.

Bir başka enteresan heykel de , Vltava nehrinin Kampa Adacığının karşılarına düşen yerde konuşlanmış Yeniçeri heykeli. Zebaniye benzetilen yeniçeri , belinde geniş palası ve yanında köpeği ile zindanda inleyen , feryadlar eden perişan Hristiyanları beklemektedir. Nedense , dört yanı tel örgüyle çevrilmiş , muhtemelen bakıma alınacak. Köprü üzeri öyle kalabalık ki ; ne büyük bir ciddiyetle çalan orkestrayı duymak mümkün , ne de , keyifli bir fotoğraf çekmek. Omuz omuza ilerleyerek , karşı tarafa Köprü Kulesinin altında geçerek , Eski Şehir’e giriyoruz. Az ilerledikten sonra , dün gecenin ayazında geldiğimiz , eski belediye binası ve astronomik saat ( horloj) önündeyiz. Tyn Kilisesinin , masal kitaplarından fırlamışcasına etkileyen kuleleri ile Jan Hus heykelinin bulunduğu taş döşeli meydandayız. Jan Hus ; Katolik kilisesinin baskılarına karşı çıkan ve halkın büyük desteğini alan bir rahip. Engizisyon icraatları sonucu , aforoz edilip , yakılarak öldürülüyor , ancak , müritleri , yüzyıllar sonra , hatırı sayılır bir çoğunluktalar ve öğretisini yaymaya çalışıyorlar.

Ellerim soğuktan hissizleşti , Allah yardım etmiş olmalı , eski belediye binasının arkasındaki parkta bir çay ocağı bulduk. Çek Cumhuriyetinde , bir parkta , Doğu geleneklerinden fırlamış bir çay ocağı! Mucize olmalı bu diyecektim ; ama Prag dünyanın her ülkesinden yoğun turist alıyor.

Saat kulesinden Prag ; çok güzel , gizemli , başka boyutlarda görüntüler veriyordu. Gün batımlarının kemirdiği kulelerin şehri , Ortaçağ’dan fırlamış , karşımıza serilivermişti. Nazım Hikmet’in dediği dibi ; “ yağmurlar içindeydi Prag , bir gölün dibinde. “

Vltava nehri üzerinde bulunan Karlovy Köprüsü , altından akan suyun yaratacağı olumsuzluklara karşı , bir sürü önlemlerle korunuyor. Vltava nehrine paralel yürürken , kendimi Karlovy köprüsünün en güzel fotoğraf verdiği bir köşede buldum , üstelik , güneş , Prag üzerinde güzel ışık oyunları yaratmıştı.

Bu kez , yine nehir boyunca , ters yöne Manesuv Köprüsüne doğru ilerledim.” Akşam üzerleri , büyülü bir kente dönüşür Prag “ diyen şair haklı imiş. Tyn Kilisesi , yeşile dönmüş çinko çatıları ile St.Nikolas Kilisesi , St. Vitus , ne kadar dirensem de , alıp Orta Çağ dünyasına , o büyülü , şeytanlı , engizisyonlu , cadı kovmalı enstantaneleri getirip dayıyordu , ruh tellerimin üzerine. Vltava köprüsü boyunca gezi , iyice bastıran ayaza rağmen , bitirmek istemediğim bir serüven halinde devam ediyordu. Karlovy ile Manesuv köprüleri arasında tertemiz , bomboş parklardan geçiyorum. Hiç de sıradan olmayan banklarında kimseler yok. Soğuyan havaya karşı , daha hızlı yürüyerek ısınma çabalarımda fayda etmez olunca , karanlığa kalmamak için , Venceslav meydanına dönüyor , ısınmak için , tranvay cafede nefesleniyor , 24 saatte defalarca kullandığım 11 nolu tramvaya binip , çoktan çarşı gezisini bitirmiş olan eşimin yanına dönüyorum. Akşam yemeğini , odamızda hazır çorba ve ton balığı ile hallettikten sonra şeytan dürtüyor , bu kez Eski Şehri , Karlovy Köprüsünü gece dolaşmak arzusu ile – 4 C ‘ ye çıkıyoruz . Soğuktan fotoğraf makinelerinin aküleri peşpeşe bitiyor. Aklıma geliyor Allahtan , pantolon ceplerime koyarak , vücut ısımla temaslarını sağlıyor , böylece gece fotoğraflarımı alıyorum.

Her turistik bölgede olduğu gibi , Prag’da da , insanı rahatsız eden dilenciler var , ancak , bunlar , yere secde edercesine saygı ifadesinde bulunarak dileniyorlar , buz gibi taşların üzerine uzandıklarını gördükçe ; ben üşüyorum.

Meydan ve caddelerden , gürültüler geliyor.Ellerinde votkalı biralarla , soğuğa karşı eğlenip , sohbet eden Prag’lı gençler bunlar. Saat 10.30 yorgunluk ve uykusuzluk pes ettiriyor ve otele dönüyoruz.

15.12.2004 ( PRAG - KARLOVY VARY )

Dinlendirici bir uykudan sonra , 05.30 ‘da kalkıp , dün dolaştığım sokak aralarına dalıyorum. Bugün Pazartesi , iş günü olduğu için , ortalık daha canlı. Dün , bahçesi bomboş okula , sırt çantalı , uykulu gözleri ile öğrenciler doluyor. Tramvay hattındaki tramvay bugün ilave edlmiş iki vagonla seyrediyor. Kahvaltı için otele dönüyorum.

Bugün , Karlovy Vary’ e gideceğiz. 127 km. lik yol boyunca , şerbetçi otu tarlaları görüyoruz. Çek Cumhuriyeti , kişi başına 260 litre bira tüketimi ile , iddialı bir alkolikler ülkesi. Uzun sırıktan çardaklara sardırılan şerbetçi otu , hızla boylanıyor ve sırıklar üzerinde dolanarak büyüyor. Yağ üretiminde kullanılan kolza bitkisi de bol yetiştiriliyor Çek topraklarında. Avrupa’nın 3. büyük demir-çelik fabrikası ve 1915 yılında üretime başlayan Skoda fabrikası ülkenin önemli sanayi unsurları. Nüfusu 10500000 olan Çek Cumhuriyetine , yılda 26000000 turist geliyor. Milli gelir 6500 euro. 2003 yılında Avrupa Birliği için yapılan oylamada % 52 hayır çıkınca , tekrarlanıyor , bu kez evet oyları fazla çıkınca Avrupa Birliğine giriliyor.Ancak , Avrupa Birliği ilk yıllar göründüğü kadarıyla ; pek hayır getirmiyor.c380 büyük işletme iflas ediyor , işsizlik % 7.4 ‘den % 10.9 ‘ a , enflasyon % 6.2 ‘den % 9.7 ‘ ye çıkıyor.

2 nükleer santralda üretilen elektrik Çek’lere çok ucuza arz ediliyor. Okuma yazma oranı % 99.8 gibi çok ileri bir düzeyde. Orta okuldan sonra , meslek liselerine gidiliyor , öğrendiklerim doğru ise.

Karlovy Vary’ye giriyoruz. Avrupalı zenginlerin , sanatçıların güzellik ve sağlık merkezi , SPA ‘ları ile yüzyıllardır ün yapmış bir sosyete şehri burası. Bu özelliğini , topraklarından fışkıran termal sulara borçlu Karlovy Vary. Sağlık kürleri için , buraya gelen ünlüler arasında ; Atatürk , Dali , Rus Çarı Petro , Mozart gibi isimler sayılıyor. Bir tepsi üzerinde , özenle şekillendirilmişçesine duran lezzetli pastalara benzetiyorum Karlovy Vary ‘nin evlerini. Şehir içinde onca restoran varken , şehrin tepelerinde bir restorana tırmanıyoruz nefes nefese. Küçük , hoş dekore edilmiş restoranda üç genç kız , seri bir şekilde servis veriyor.Şnitzel ve şarap da oldukça lezzetli.

Ortalıkta kimselerin görünmediği , ama çok geniş parklar ve bankların ve soğuktan donmuş göletin bulunduğu bir yerden geçerek , aşağı iniyoruz. Kükürtlü termal suların karıştığı Tepla nehri , beton kanallarla kontrol altına alınmış , etrafı birbirinden güzel evlerle sıralanmış.

Karlovy Vary 39 yıldır , büyük ödülü Kristal Küre olan Film Festivallerine ev sahipliği yapıyor.

Prag’a uzanan iki saatlik yol , hiç de sıkıcı değil , tarlalarda , kırsal kesimde dahi , göze çarpan pis , çirkin bir şey görünmüyor. Prag girişinde , Ulusal Müze iniyorum otobüsten. Karlovy Köprüsündeyim yine. Aşağıda akıp giden Vltava’nın suları , beni de alıp sürüklüyor ; Orta Çağda köprü üzerinde salınan yosmaları , derebeylerini , kral ailesinin geçiş seremonlerini , Katolik-Protestan savaşlarında , Beyaz Dağ savaşlarında ele geçirilen Protestanların köprü üzerinde kafalarının koparılışını hayal ediyorum. Kısa sürüyor bu hayal anı , köprü üzerinde kalabalık bir grup gürültü ile ilerlerken , ben kendime geliyorum.

Avrupanın kalbi diye anılan Prag , bence Rönesans veya Ortaçağ Avrupasının kalbi ünvanına daha yakışır diye düşünüyorum. Çek halkının gururlu olduğu söyleniyor .Hemen , aklıma Dünya Savaşlarında savaşmak yerine , ülkenin kültürel zenginliklerinin yıkımına mani olmak amacıyla , ülkeyi işgal güçlerine teslim etmek , gurur tarifinin neresine uyuyor , meselesi takılıyor.

Çekoslavya , Habsburg İmparatorluğundan 1918 yılında kendini kurtarıp Cumhuriyet ilan ediyor. Ancak , yükselen Nazi hareketini oyalamak , ülkeyi tahrip ettirmemek için , kendi elleriyle , faşizmin çizmelerinin Prag Şatolarında dolaşmasına izin veriyorlar. 1948 yılında , Çekoslovakya , Nazizm’den kurtuluşunun üçüncü yılını kutlarken , Emperyalist ülkelerin pazarlık masasında, Sovyetler Birliğinin payına düşüyor. Bohemya’lı Habsburglar’ın sarayı , birkaç saat içinde , Çekoslovakya Kömünist Partisinin genel merkezi oluveriyor.

1968 ‘ de Çekoslovak Komünist Partisi Genel Sekreteri Aleksadr Dubçek , Sovyet despotizmine tavır alarak , yumuşak yüzlü sosyalizme geçişin ilk adımlarını atıyor. Ancak 21 Ağustos’ta Sovyet tankları bu hareketi sustururken , Batı sesini çıkarmıyor , komşu ülke için. Kitle gösterileri , öğrenci lideri Jack Palach’ın Ulusal Müze önünde kendini yakması derken ; Gorbaçov , Sovyetler Birliğinin dağılması , Çekoslovakyaya özgürlüğünü geri verdi, 1992 yılında , dünyada ender görülecek bir olgunlukla , Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ikiye ayrıldı.

Bu gel-gitler , Katolik-Protestan savaşlarının en yoğun yaşandığı , işgaller ülkesi , bugün % 55 Ateist bir nüfus barındırıyor. Boşanma ve intihar oranları hayli yüksek , Beşeri ilişkiler en alt düzeyde.

Kısa süren bir gezi idi , ancak , hep dediğim gibi , Prag , Ortaçağı , Karlovy Vary , sanki beton değil , pasta ve kremadan oluşmuşa benzeyen mekanları ile bir masal kentini yaşattı bana.

Yarın 310 km. lik Prag- Viyana yolunda olacağım.Beş saat boyunca , izleyip , kaydedeceğim çok malzeme bulacağım sanırım.

 
Toplam blog
: 80
: 6572
Kayıt tarihi
: 04.03.07
 
 

Hayatın anlamı; anlamlı yaşamaktır. ..