Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ağustos '14

 
Kategori
Felsefe
 

Çekip gitmeler

Çekip gitmeler
 

Gitmek


Son günlerde ülke gündeminin etkisi mi bilinmez; yoksa yaprakları yeşilini kaybetmeye duran ağaçların, dalların en uçlarına yürüyen can suyunun yavaştan çekilmeye başlaması,ya da içimdeki sonbaharın etkisi mi bilinmez, dayanılmaz bir çekip gitme isteği dolduruyor içimi. Çekip gitmek, nereye? Neresi olursa olsun diyerek yola çıkmak ve dönüp arkaya bakmamak, olası mı?

Bir yer bulsam, bilsem, şöyle kendimi de götürmeyeceğim bir yer, çıkıp gitsem diyorum. Nere
si mi olur? Kim bilir, yıllar önce yitirmeme rağmen hala kimi geceler rüyalarıma giren anamın yanı mesela. Koysam yorgun başımı dizlerine, versem ezik içimi ellerine, konuşmasa, konuşmasak,konuşmasam; ama anlasam, duysam. Yoksa kimbilir şimdi nerelerde, kimin yanında yüz çizgilerini derinleştirip, saçlarındaki akları çoğaltarak yaşlanmaya durmuş, gözlerindeki genç ışıltılar yorgun ve küskün bir solukluğa yenik düşmüş gençlik yıllarımın ilk sevgilisinin yanına mı? Kulaklarımızda gençlik yıllarının artık duyulmayan esrik uğultusu, içimizde kabuk tutmuş yaraların dinmez acısı, dursak öylece. Konuşmasak, ama konuşsak…
Ya da, hiç kimsenin olmadığı bir yer. Neden olmasın? Bir deniz kıyısı mesela. Ne kadar da çok hayal etmiştim. Oysa insanlara hayallerini bile yaşamayı çok gören bir acımasız kader önünde oradan oraya savrulmak, gerçek olan yenilmişliği kabullenememek. Bir boyun eğilse bitecek mi bütün her şey, dinecek mi acılar? Kopacakmış gibi incecik saplarında zar zor taşıdığı geniş ayalı, güneşin ışık oyunlarında renkleri koyulaşıp solan yapraklarını belli belirsiz öğlen esintilerine bırakmış, bildik bir hüznün, bildik melodilerini mırıldanan bir bilge telli kavağın gölgeliğine sığınmak mesela, neden olmasın? Ya da neden olmasın, kentin uzağında bir yamacın ürperten serinliğinde, kır çiçeklerinin baygın kokuları arasında çimenlere uzanıp, yukarılarda seneler gibi akıp giden bulutlara dalmak; açık yakamdan içerilere süzülmeye çalışan bir karıncayla konuşmaya durup sormak, bana sıkıntının tarifini yapabilir misin diye?Neden olmasın?

Evet, kesin çekip gideceğim. Bir bilsem kendimi de yanımda götürmeyeceğimi. Bütün yaşam boyu çekilmiş çilelere ses çıkarmaksızın direnmiş, isyan etmemiş benliğim dayanamıyor artık.
Belli etmemeye çalışarak en yakınlarınızın acılarını yeterince paylaşamamak, yeterince yardımcı olamamak tüm çırpınmalara rağmen ağır geliyor artık. Bir düzensizlikler, bir ikiyüzlülükler, çıkara indirgenmiş bir tutsak olma zorunluluğu, kutsallığına toz kondurmadığınız bir ekmek kavgası, harama yan bakmış bir dürüstlük karşılığına edinilmiş bir hak olmalı şimdi çekip gitmek. Anıları doldurup içine, yaşamı ,bir eski, bir aynalı tahtadan bir asker bavulu gibi taşıyarak çekip gitmek. Ya da yılları bir gurbetçi inşaat işcisinin yorgan dengi gibi sırt kamburu yapıp, yüklenerek çekip gitmek.

Aslında benim yaptığım boşuna konuşmak, biliyorum bunu. Ama olsun kimi zaman çoğu kişide olduğu gibi, bir yitik ülke özlemi, bir susamışlık tarifi bemimkisi, ayrıca buna ihtiyacım da var. Bunu da biliyorum. Bir yitik ülke tarifi. Epeyce yaklaşılmış ama tarif edilemeyen.

Aslında hep böyle olur zaten. Çekip gitmek için yola çıkarsınız, bir bakarsınız çekip gittiğiniz yer aslında yola çıktığınız yerdir. Zaten siz hiç çekip de gidememişsinizdir, hep aynı yerdesinizdir. Zaten çekip gitmeye gücünüz de kalmamıştır, bir sanrıdır sizinkisi; belki bir kaçış, kısa da sürse bir rahatlama. Ama bu arada bilinmedik kim bilir nerelerden kopup gelen bir esinti, bildik iğde çiçeği kokularıyla içinizi serinletir biraz. Uzaklardan içinizde tanıdık bir ses yankılanır gibi olur kimi zaman, dönersiniz hani neredeyse tanımak üzere olduğunuz belli belirsiz bir yüz, belli belirsiz bir gölge gibi kayıp gidiverir. "Geceleyin bir ses böler" gibi olur uykunuzu. Kan ter içinde uyanırsınız. Artık unutulmaya yüz tutmuş bir bildik elin sıcacık ağırlığını belli belirsiz hissedersiniz omuzunuzda. Bütünüyle sevdiklerinizdir bunlar. Memleket ananız, eşiniz, çocuklarınız, işiniz, aşınız…
 

Gidemezsiniz; sevginin ve kavganın bir emek işi olduğunu bir kez daha anlatırlar size, dönüp gelirsiniz. Zamanı öldüresiniz gelir, oysa o sizi öldürmektedir zaten. Yüreğiniz buna, yetemediklerinize isyan eder en çok. Kalakalırsınız…

 

Akın YAZICI

29 Ağustos 2014
Erdek
 

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..