Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Kasım '07

 
Kategori
Test Sürüşü
 

Celalet Teyze'nin hayaleti

Celalet Teyze'nin hayaleti
 

Gezilmedik sokak, girilmedik emlakçı bırakmamıştık. Yine de bütçemize uygun bir ev bulamadık bir türlü. Biz iki kız, iki ayrı koldan altını üstüne getirdik memleketin ama bulamadık işte. Bütçemiz kısıtlı. Bütçeye uyan evleri bekara vermiyorlar ya da evler ahırdan hallice. Tam umudumuzu yitirmek üzereydik ki arkadaşım garip bir haberle çıkageldi. "Bir emlakçıya girdim bu gün" dedi. "Bir ev varmış ama sahibi kiraya verir mi vermez mi belli değilmiş." Birbirimize baktık. "Nasıl yani" dedim. Arkadaşım ellerini iki yana doğru açıp "bilmiyorum" dedi. "Yarın adamla randevumuz var".
Ertesi gün iki kız en cici kız giysilerimizi kuşanıp damladık emlakçıya. Emlakçı yaşlı mı yaşlı. Kulakları ağır işitiyor. Ne desek yanlış anlıyor. Bizi yanına kattı, yola koyulduk. Ara sokaklardan birinde, cumbalı bir evin önünde durduk. Arkadaşımla birbirimize bakıyoruz, herhalde ev sahibinin evi burası diye. "Bizim göreceğimiz ev nerde" dedik yaşlı emlakçıya. Parmağıyla üst katı işaret etti. Cumbasını sarmaşıklar sarmış güleç bir ev. Cumba dediysem camlı çıkma bir balkon. Dışardan göründüğü kadarıyla bir de yuvarlak sütun var üstelik içinde. Eski tip bir İzmir evi. "Yahu amca" dedim hemen. "Bizim bütçemiz belli. Bu evi bu paraya vermezler." Adam omuzlarını silkip alt kat merdivenlerine yöneldi. Arkadaşım duymuyor bu gibi bir işaret yaptı. Biz de hem şaşkın hem hafiften sinirli, mecburen takip ettik amcayı. Kapıyı çaldık. Atmış yaşlarında güler yüzlü hoş bir adam çıktı karşımıza. İçeri buyur edildik. Bir muayenehane. Ev sahibi ortopedi uzmanı bir doktor. Emlakçı oturdu, biz de oturduk. Müzik setinde klasik müzik çalıyor. Ayışığı sonatı. Duvarlarda antika yazmalar özenle çerçevelenmiş. Raflarda bir kaç seramik heykelcik. Arkadaşım da ben de etrafımıza bakmaktan adamın konuşmadığını farketmedik bir süre. "Antika sever misiniz?" diyince ikimizde yerimizden sıçramışız. Emlakçı amca başladı gülmeye. Ev sahibi bize dikkatli dikkatli baktı bir süre. "Size bir test yapacağım. Eğer geçerseniz ev sizindir" dedi birden. Daha evi görmemişiz. Durum zaten bir acayip. Ne diyeceğimizi bilemez halde oturduğumuz yerde kıvranırken ayağa kalkıp odadan çıkmaz mı adam. Biz de düştük peşine. Karanlık bir koridorda, daha da karanlık bir odanın gıcırdayan kapısını açtı önümüze. Işığı yaktı veee... Karşımızda o güne kadar gördüğümüz en güzel antikalarla dolup taşmış bir oda. Harika bir koleksiyon. Ev sahibinin dedesinin kurtuluş savaşında giydiği üniformadan tutun da babasının çektiği Atatürk fotoğraflarına kadar herşey orjinal, herşey ilgi çekici. Arkadaşım ve ben neye bakacağımızı şaşırdık, hayret çığlıkları atarak oradan oraya koşturmaya başladık odanın içinde.
"Testi geçtiniz" dedi ev sahibi. "Öyle mii??" demişiz arkadaşımla bir ağızdan. Ne evi gördük ne de kirayı konuştuk diye düşündüğümüz ikimizin de yüzünden okunuyordu eminim. Ev sahibi anahtarları alıp bizi üst kata çıkardı. Karşımızda üç oda bir salon, kat kaloriferli harika bir eski izmir evi... Üstelik eşyalı. Diyecek bir şey yok. Ev sahibi emlakçıya bütçemizinne kadar olduğunu sordu. Emlakçı rakamı söyledi. "Tamam çocuklar. Depozit gerekmez, emlakçı da tanıdık zaten ona da para vermeyeceksiniz. Ne zaman isterseniz taşının." demez mi bizim doktor. Sevinçten zil takıp oynasak mı yoksa durup bir düşünsek mi bilemedik. Kaşla göz arasında kira kontratını önümüze koydular. Kendimizi kontratı imzalamış evin anahtarını almış bir şekilde otobüste bulduk.
Yol boyunca içimiz içimizi yedi. Adam sapık mıdır, evin bizim görmediğimiz çok büyük bir sorunu mu vardır diye düşünüp durduk. Yine de bütün şüphelerimize rağmen iki parça eşyamızı toplayıp hemen ertesi gün taşındık eve. Ev gerçekten mobilyalı. Özellikle benim seçtiğim odada duvar gömülmüş harika bir ceviz dolap, başlığı sedef kakmalı bir karyola ve bakmaya doyamadığım aynalı bir konsol var.
Eşyalarımı yerleştirmek için dolabı açtım. İçinde iki palto askıdan bana bakıyor. İçerden arkadaşım seslendi. Salondaki büfenin çekmecelerinde gümüş bir çatal kaşık seti bulmuş. Kafamız karışmış bir halde alt kattaki ev sahibine durumu haber verdik. Doktor bey pek de umursamış görünmedi durumu. "Bu ev annemindi "dedi. "Geçen yıl kaybettik. Eşyaları ayıklamaya içim elvermedi. Paltoları alayım. Diğer herşeyi kullanabilirsiniz."
Eve yerleştik. Yerleştik ama gece olunca bir acayip hareket başladı evde. Benim odadaki dolabın kapağı açılıyor kendi kendine. Hiç eşya koymadığım üst rafın kapağı hem de. Ben kapatıyorum o açılıyor. iple bağlamaya karar verdim en sonunda. Çıktım bir sandalyeye, elimde de bir ip. Tam kapağı bağlayacağım ki şeytan dürttü. Elimi rafın arkalarına doğru uzattım. Bir kaç dergi ve bir oje şişesi geldi elime. Oje mor. Dergiler ellili yıllardan kalma. En altta da bir Atatürk albümü. Kapağı bağladım. Albümü ertesi gün ev sahibine götürdüm. Ketum ev sahibimiz bu albümün cumhuriyetin ilk öğretmenlerinden olan annesine ait olduğunu söyledi. Sekseniki yaşındayken benim odamda, üstelik benim yattığım yatakta rahmetli olmuş kadıncağız. Ojeden bahsettim. O da annesine aitmiş. Yani Celalet Hanım'a. Sonra bir resmini gösterdi annesinin. Genç bir kadına ait siyah beyaz bir suret. Ben eve dönerken resmi elime tutuşturdu. "Sizde kalsın" dedi. "Annem sizi tanısaydı çok severdi."
O evde dört yıl oturduk. Celalet Hanımın ruhu bir çok kez bizi ziyaret etti çeşitli şekilllerde. Bazen dolap kapaklarını açtı, bazen onca temizliğe rağmen ona ait bir eşya birden evin bir yerinde ortaya çıkıverdi. Muslukları açtı kapadı. O evde yaşadığımız sürece bize hiç kendini unutturmadı. Misafirliğe gelen hiçbir arkadaşımız iki geceden fazla kalmak istemedi evimizde. Biz yine de Celalet Hanımla beraber sefasını sürdük o evin. Cumbalı balkonun, kat kaloriferinin dört yıl boyunca tadını çıkardık. Ve ben her akşam uyumadan önce iyi geceler diledim oda arkadaşım hayalete. Bir daha hiç bir hayaletle karşılaşmadım.

 
Toplam blog
: 79
: 1562
Kayıt tarihi
: 24.07.06
 
 

1972 yılıydı. Doğdum. Evde hep kitap okuyan iki kişi vardı. Büyüdüm, okullar okudum. Birşey öğrenmed..