Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Eylül '11

 
Kategori
Deneme
 

Çelişkiler karmaşası

Çelişkiler karmaşası
 

Karanlık dağların ötesinde bulunan şatosundan bütün gökyüzünü kırmızıya boyayan bir günbatımını izliyordu sessizce. Gözlerini kapadı ve terleyen vücuduna aldırış etmeden hayal dünyasına daldı. Toprakların ruhunu hissederek içsel bir yolculuğa çıkıverdi aniden. Antik bir tılsımın kıyılarına vurmuş olan sırlar içinde kaybolup gitti. Güç, yavaş yavaş terkediyordu bedenini ve sürekli bir çarpışma içinde olan dünyada söylemlere konu olan dünya barışını sağlamak pek de olası görünmüyordu. Atmış olduğu her adımda ayaklarında bir ıslaklık hissediyordu ve gittikçe bu ıslaklığın derinliklerine batıyordu. Karanlık dolayısıyla nasıl bir durumun içinde olduğunun tam olarak farkında değildi. Ta ki, derinlik parmak uçlarına ulaşıncaya dek. Parmaklarını birbirine sürtmeye başladı ve parmaklarının bu denli kayganlaşmasına sebep olan sıvıyı incledi. Yanılmış olmayı diledi ve burnuna gelen kokunun tahmin ettiği gibi olmaması için Tanrıya dualar etti. Fakat hislerinde yanılmıyordu, burnuna gelen koku tahmin ettiği gibiydi. Göz bebekleri irileşti ve nefes alışverişleri sıklaştı. Kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atmaya başladı. Birden gecenin sesizliğini bozan çığlıklar yükseldi gökyüzüne. Bağırdığı an kendi sesinin yansımasını atmosferden duyar gibi oldu. Kafasını yere doğru eğdiğinde tahmin ettiklerini ispatlarmışçasına bağırmaya devam etti.


- Kandı bu, kaaan.

- Hayııır! Bu olamaz…


Gördükleri karşısında dayanılmaz acılar hissetti bedeninde. Gözyaşlarına engel olamayıp hıçkırıklar içinde boğulurken buldu kendisini. Sorular içinde kaybolmanın eşiğindeydi şimdi.


- Yaşamak bu muydu?

- Hayat denen şey bu muydu?


Bir celişkiler karmaşasında inşa edilmeye başlamıştı hayat. Tanrı, yaşam devam ettiği sürece herkesin izleyeceği bir rota belirleyerek içinin doldurulması gereken bir kader defteri bırakıyordu. Tanrı, iyi ve güzel olan her şeyin var olduğu koca bir dünyada yaşamayı emrediyordu insanlara. Ve insanlar kendi kaderlerini kendileri çizmeye başlıyorken Şeytan, insanları doğru olanı yapmaktan alıkoymak için elinden geleni ardına koymuyor ve Tanrı’nın insanlara yaşamayı emrettiği düzeni tersine döndürerek kötülüğün bu sistem içinde hayat bulmasını sağlıyordu her defasında. Tatlı bir gülüşün ardına saklanan masumiyeti koruma derdine düşmüştü Tanrı ve etrafı saran kötülükleri yok etmek uğruna savaşım çoktan başlamıştı. Melek yüzlü şeytanların çokça var olduğu bir dünyanın içine hapsolan iyi niyet yok olmanın eşiğindeydi şimdi.


Bir kumarhanenin hiç oturulmamış olan kumar masasında kaybetmeye başlamıştı hayat. Kumarbazlar masaya oturmuşken tüm pazarlıklar çıkarları ölçüsünde yapılmış ve bıçak darbeleriyle küçük parçalara ayrılan pasta dilimleri ile koca bir hayat çatallanmıştı. Böylelikle celişkiler karmaşası gittikçe yayılmaya ve önlenemez ölçüde büyümeye başlamıştı. Hayata farklı karelerden bakıldığında ortaya çıkan tablo ise adeta bir faciaydı. Bir tarafta aşırı zenginliğe sahip olup dünyanın bütün nimetlerinden sınırsız bir şekilde faydalananlar mevcut iken; diğer tarafta da açlık ve sefaletin hakim olduğu noktada dünya nimetlerinin buralara uğramadığı bir durum mevcut bulunuyordu. Hayat, gerçekten de kimilerine cennet iken; kimilerine cehennem oluyordu. Hayat, cok acımasızdı.


Milyonlarca meteor ve asteroid tarafından bombalanmış olan kanlı ve ıssız bir savaş alanı gibiydi şimdi hayat ve dünya artık daha sessizdi. Etrafa hakim olan tek ses hüznün sesizliğiydi.


Hüznün etrafa yaydığı sesizlik içinde ilerlemeye devam etti ve ilerledikçe daha da derinlere ulaştığını farketti. Gittikçe batıyordu içinde bulunduğu bu kan gölünde. Boğuluyordu ve boğulmasına rağmen, geri dönme şansı olduğu halde bu ihtimali aklının ucundan bile geçirmiyordu. Gözlerinden akan yaşlar kanla karışıyorken son sözlerini sarfetti:


- Bütün sırları günyüzüne çıkmış bir dünyanın kayıp insanları rolünü oynuyoruz ve bir çok şeyin farkında olmadan yaşıyoruz. Aslında yaşamıyoruz, geçen her saniyede ölüme yaklaşıyoruz. Zamanı hoyratça tüketip, her defasında yitirmemize rağmen değerini anlayamıyoruz. Bir zamanlar yitirilen şeylerin değeri anlaşılırken artık yitirilen şeylerin de bir değeri kalmayacak duruma geldi. Değerin değersizleştiği bir dünyanın yaşayan ölü insanları rolünü oynuyoruz ve bir çok şeyin farkında olmadan yaşarken ölüyoruz…


Her yer karanlıktı. Nefes almak neredeyse imkansızdı ve bütün bedeni kanla kaplanmıştı. Kan gölünde bu dünyadaki varlığı son bulmanın eşiğindeydi. Azrail kapıya dayanmış, ölüm bedenindeki canı almak için çok yola çıkmıştı. Boğuluyordu ve hayat son bul… Yeniden hayata dönmüştü adeta. Vücudunun irkilmesi sırasında gözlerini açtı ve bütün gökyüzünü kırmızıya boyayan bir gün doğumunu izleyerek uyumuş olduğu kabustan uyanmıştı. Güç, kendi iradesinde mevcut bulunuyordu ve antik bir tılsımın kıyılarına vurmuş olan sırlar içinde söylenen kehanet yineleniyordu durmaksızın:


Gökyüzünü kuşatıp karanlığa boğan karabulutların ardında bile bir güneş vardır; siz karanlığa doğru yürüyorken güneş ışıklarıyla ardınızdan aydınlığı sürükleyip sizi takip ediyordur her zaman. Umutsuzluğun etrafa yaymış olduğu her hüsran, umudun saçmış olduğu ışıklara mağlup olmaya mahkumdur hayat devam ettiği sürece... 

 
Toplam blog
: 102
: 1428
Kayıt tarihi
: 24.06.11
 
 

Çukurova Üniversitesi Maliye Bölümü mezunuyum. 8 Nisan 1987 doğumluyum ve Adana'da Seyhan ilçesin..